Seçim sonrası ortaya dökülenlerle SEÇİM GERÇEĞİ

Seçimlerin üzerinden aylar geçti,fakat sonrasında ortaya dökülenlerle sadece AKP-MHP blokunun değil, muhalefet partilerinin de kapalı kapılar ardında ne işler çevirdiği gözler önüne serildi. Kaldı ki, bunlar buzdağının görünen yüzü. Asıl büyük kütle aşağıda duruyor ve çok büyük alt-üstler yaşanmadığı sürece, onlar özenle “sır” olarak saklanmaya devam edecek.

Zafer Partisi Başkanı Ümit Özdağ’ın bu “sır”lardan belki de en küçüğünü deşifre etmesi, ortalığı karıştırmaya yetti. Özdağ, Kılıçdaroğlu’nu destekleme koşulu olarak, partisine MİT Başkanlığı ve Eğitim Bakanlığı’nın yanısıra kendisine İçişleri Bakanlığı teklif edildiğini açıkladı. Oysa kamuoyuna sundukları “protokol”de bu maddeler yoktu!

Ardından Kılıçdaroğlu, bu tekliflerin “iki kişinin namusuna emanet” olduğunu söyleyerek, Özdağ’ı “sırları”nı deşifre etmekle suçladı. Bir partinin desteğini alabilmek için “rüşvet” olarak bakanlık teklif etmek normalmiş de, onu açıklamak suçmuş gibi… Üstelik “millet ittifakı” içinde yeralan partiler, Özdağ’a verilen bakanlıklardan habersiz olduklarını, Kılıçdaroğlu’nun kendilerine söylemediğini belirttiler. Yani “ortakları”ndan bile gizlenen bir anlaşma sözkonusuydu!

İttifak ortaklarının haberi var mıydı, yok muydu bilinmez. Çünkü onlar da tabanlarından tepki almamak için suçu Kılıçdaroğlu’nun üstüne atabilirler. Fakat bizi asıl ilgilendiren, halkın bu anlaşmadan habersiz olmasıdır. CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na oy veren milyonlarca kişinin, şoven-faşist Özdağ’a İçişleri Bakanlığı, Eğitim Bakanlığı ve MİT gibi çok önemli üç koltuğun sunulduğunu bilmemesidir.

Halkın bilmediği daha kaç “gizli protokol” yapıldı acaba? Ne rüşvetler, sözler verildi, ne tehditler, şantajlar yapıldı, ne karşılığında nelere boyun eğildi?

Seçim öncesi mangalda kül bırakmayanlar, seçim sonrası neden sus-pus oluyorlar; “sandıkları göz bebeğimiz gibi koruyacağız, bu kez hileye izin vermeyeceğiz” diyenler, her seçim daha fazla ayyuka çıkan hilelere, açıktan işlenen suçlara neden ses çıkarmıyorlar; “mutlaka kazanacağız” derken, yenilgiyi neden hemen kabulleniyor ve hiçbir açıklama yapmadan AKP’yi kutlayıp kenara çekiliyorlar?

Daha pek çok soru havada asılı duruyor. Bütün bu suçları birlikte işledikleri için, birbirlerinin pisliğini örtüyor, gerçeklerin açığa çıkmasını olabildiğince engelliyor, öteliyorlar.

Fakat seçim sonrası ortaya çıkan tablo ve bazı deşifrasyonlar bile, “seçim” diye yapılan şeyin, halkı kandırmak amacıyla düzenlenen bir oyun olduğunu; hükümetlerin seçim sandığından çıkan oylarla değil, kapalı kapılar ardındaki pazarlıklarla belirlendiğini görmemize yetiyor.

 

Demokrasi yalanı

Kapitalist sistemde seçimler, halkın kendi iradesiyle iktidarın oluştuğu yanılsamasını yaratan bir aldatmacadan ibarettir. Bırakalım varolan sömürüyü-eşitsizliği kaldırmayı, en küçük demokratik hakkın kazanılması bile seçimlerle mümkün olmaz.

Egemen sınıflar halkın nabzını ölçmek, ona göre hangi kliğin ne şekilde yöneteceğine karar vermek ve sözde demokrasinin işletildiği yanılsamasını yaratarak kitlelerin öfkesini boşaltmak için seçimlere başvururlar. Oldukça faydalı bir araçtır çünkü. Faşizmle yönetilen ülkelerde bile seçimlerin yapılması bu yüzdendir. Yönetimin meşruiyetini sağlamak (halkın desteğini aldığı görüntüsü vermek) bu sayede başarılır. Seçim ve referandumun en çok AKP döneminde yapılması boşuna değildir.

Halk seçimlerde temsilcilerini seçtiğini, o temsilcilerden oluşan meclisin (parlamentonun) ülkeyi yönettiğini sanır. Oysa ne temsilciler “halkın oyları” ile belirlenmektedir, ne de parlamento ülkeyi yönetmektedir. Parlamentoya kimlerin gireceğini bile, siyasi partilere çöreklenmiş bürokratlar belirler. Kanunlar ise zaten parlamentoda değil, kapalı kapılar ardında hazırlanmaktadır. Parlamenterlere düşen, el kaldırıp indirmektir; bir de kürsüden “lak lak” etmek…

“Ortaçağ’a kıyasla muazzam bir tarihsel ilerleme anlamına gelen burjuva demokrasisi; her zaman dar, sınırlı, sahte, ikiyüzlü, zenginler için bir cennet, sömürülenler, yoksullar için bir tuzak, bir aldatmacadır ve kapitalizm altında böyle olmak zorundadır.” (Lenin, Dönek Kautsky, İnter Yay. sf 27)

Seçimlere ve parlamentoya dair bu temel gerçekler, son yıllarda unutuldu, unutturuldu. Hem de seçimlerin ve parlamentonun eskisine göre çok daha göstermelik bir hal aldığı günümüz ortamında…

Bunda en önemli başarı, tabi ki muhalefete aittir. Sosyalizmin etki gücünün azaldığı, komünist ve devrimcilerin güç kaybettiği koşullarda, reformist partiler seçimleri ve parlamentoyu tek kurtuluş yolu olarak gösterdiler. Her seçim, “köprüden önceki son çıkış”, “en kritik seçim”, “referandum gibi” benzeri sıfatlarla abartıldı, kitlelerin daha fazla sandığa bağlanması, adeta ona mahkum olması sağlandı. AKP karşıtlığı üzerinden düzenin payandası haline getirildiler. AKP’ye en büyük meşruiyet zemini de bu şekilde oluşturuldu.

Hep söyledik, bir kez daha yineleyelim: AKP’nin yıllardır işbaşında kalması, onun değil muhalefetin başarısıdır. Sadece kitleleri sandığa çekmekle kalmadılar; göz göre göre yapılan seçim hilelerine, entrikalara, yasa-dışı uygulamalara boyun eğdiler; AKP sanki seçimleri hakkıyla kazanmış gibi kutladılar ve onca falsosuna rağmen ayakta kalmasını sağladılar. Dolayısıyla -bilinçli veya bilinçsiz- AKP’nin “suç ortağı” oldular.

 

Muhalefetin sefaleti

Kapitalist sistemde her zaman “majestelerin muhalefeti”ne ihtiyaç duyulur. Türkiye’de bunu uzun yıllar CHP yapıyor. Son seçimlerde yine CHP’nin başını çektiği “millet ittifakı” ve ona dışarıdan eklemlenen bir muhalefet bloku oluştu. Bu kez muhalefetin kazanacağına öylesine umut bağlanmıştı ki, CHP ve Kılıçdaroğlu etrafında kümeleşmek doğal göründü.

CHP ve Kılıçdaroğlu da aldığı rüzgarla gerici, faşist partilere bol keseden bakanlık dağıttı, milletvekilliği ikram etti. Deva, Gelecek, Saadet gibi partilerin seçim barajını aşmaları mümkün değilken, şimdi 10’ar milletvekili ile mecliste temsil ediliyorlar. Keza AKP’den devşirme gerici danışmanları işe almakta, onlara paralar akıtmakta bir beis görmediler.

Seçim yenilgisiyle birlikte şimdi bunlar ayaklarına dolanıyor. Ortaya dökülen her “kirli çamaşır” hem parti içinde, hem diğer partilerle kavgayı büyütüyor. Seçimlerin hemen ardından “millet ittifakı” çatırdamıştı, şimdi tam bir kopuş yaşanıyor. Her parti, yerel seçimlere kendi adayı ile gireceğini açıklıyor.

Koşulsuz biçimde ve yaptığı tüm yanlışlara rağmen Kılıçdaroğlu’nu dışarıdan destekleyen reformist partiler ise, yaşadıkları şoku atlatabilmiş değiller. Ne “Emek ve Özgürlük İttifakı” ne de “Sosyalist Güç Birliği”nden seçim yenilgisine dair bir açıklama, bir analiz geldi. Kendi içinde toplanıp bir değerlendirme yapmayı bile başaramadılar.

Kısacası burjuva muhalefeti de, reformist partiler de hem kendi içlerinde hem birbirleriyle sorunlu ve parçalı haldeler. Kendi içinde demokrasiyi işletemeyen, halktan kopmuş partiler olarak büyük bir prestij kaybı yaşıyorlar. Bütün çabaları yerel seçimlere kadar kendilerini toparlayıp yeniden halka güven verebilmek…

Fakat en başta ana muhalefet partisi CHP’de sular durulmuyor. Kurultay sonrası Kılıçdaroğlu’nun kalıp kalmayacağı halen belirsiz. İmamoğlu seçeneği ortadan kalksa da, “değişim” isteği sürüyor. Kılıçdaroğlu’nun “veliahtı” durumundaki Özgür Özel ile ne kadar “değişim” yaşanacağı şüpheli. İmamoğlu ya da Özel ismi, bırakalım kitleleri, CHP tabanında bile heyecan yaratmıyor. Diğer yandan Kılıçdaroğlu ile devam etmenin, CHP’deki erimeyi, güven erozyonunu arttıracağından kaygı duyuluyor.

Düzenin bekası için muhalefetin düzelmesi gerekiyor. Kitlelerin muhalefete artan güvensizliği, egemenler için en ciddi tehdit unsuru. Muhalefetten ve seçimlerden umudunu kesen kitleler, düzen-dışı arayışlara girerse ve kendi davaları için dövüşmeye başlarsa, işte o an egemenlerin ölüm çanları çalmaya başlar. En büyük korkuları budur.

Ama sadece CHP değil, bir bütün olarak muhalefet tam bir sefalet içinde. Yıllar yılı “sefaletin muhalefeti”ni yaparak oy toplamaya kalktılar; halkın bizzat yaşadığı ve hepsinden iyi bildiği sefalet koşullarını anlatıp, yakınmak dışında hiç bir şey yapmadılar. Geldikleri nokta budur.

Şimdilerde muhalefeti de AKP ve yandaşları yapıyor; hayat pahalılığından, işçilerin, emeklilerin durumundan en çok onlar yakınıyorlar! “Durumun farkındayız”, “işçiyi, emekliyi enflasyona ezdirmeyiz” sıkça kurdukları cümle olmuştur. Erdoğan “böyle muhalefeti ben de yaparım” diyor yani…

 

Yerel seçimlere giderken…

Seçim sonrası AKP-MHP yönetiminin ekonomik-siyasi saldırıları tam gaz sürüyor. Bir yanda hayat pahalılığı, zorbalığın sıradanlaşması, sokak ortasında işlenen cinayetlerdeki artış, can ve mal güvenliğinin kalmayışı halkı bunaltıyor; diğer yanda en küçük bir itirazın polis zoruyla bastırılması, basın açıklamasının dahi yapılamaz hale gelmesi, siyasi tutukluların sürekli artması, tecrit koşullarının ağırlaşması ve bütün bunlara güçlü bir karşı koyuşun yaşanmaması, çaresizliği ve teslimiyeti büyütüyor.

Sadece burjuva muhalefet değil, reformist partiler, sol güçler de kitlelere umut vermiyor. Ve bu koşullarda yerel seçimlere gidiliyor…

Başta CHP olmak üzere muhalif partiler, bu kez “kazanılan belediyeleri kaybetmeyelim” diyerek halktan oy isteyecekler. Ama önceki seçimlerdeki gibi birlikte hareket etmeleri de zor görünüyor. Üstelik muhalif belediyeler öyle başarılı bir grafik çizmediler. Özellikle çok şişirilen İmamoğlu, ne AKP’nin yolsuzluklarını ortaya serdi, ne de İstanbul’da ciddi bir değişim yarattı.

HDP ise iki dönemdir kazandığı belediyelere “kayyum” atanmasını önleyemedi, büyük bir direniş gerçekleştiremedi. Bu dönem farklı olacağının emaresi de görülmüyor. Öte yandan halk seçim yorgunu… Her defasında umutlanıp hayal kırıklığı yaşamaktan bitap düşmüş durumda.

Bu koşullarda hiçbir şey olmamış gibi halkı yeniden sandığa çağırmanın bir anlamı var mıdır? Eskisinden farklı bir şey yapılmayacaksa, “tekrarın tekrarı” trajedinin komediye dönüşmesi döngüsü kırılamaz.

Bu döngünün kırılması ancak ve ancak devrimci bir çıkışla mümkündür. En başta “kayyum sistemi”ne karşı ciddi bir mücadele başlatılmalı, “kayyum”lara son verilmeden seçimlere katılınmayacağı ilan edilmelidir. Demokratik bir seçimin asgari koşulları sağlanmadan bundan sonraki seçimlere katılmama kararı, en azından AKP’ye meşruiyet sağlama pozisyonundan kurtarır.

Bu yerel seçim “koşullu seçim” olmalıdır. Devrimci-demokrat güçler, hangi koşullarda seçimlere katılacaklarını belirlemeli ve o koşullar yerine getirilmeden katılmayı reddetmelidir. “Aynı yolu izleyerek farklı sonuçlar elde etmeyi umma ahmaklığı”ndan kurtulmak isteniyorsa, farklı bir yol bulunmalı ve farklı bir tavır ortaya konulmalıdır. Belediyeler kazanılmasa bile, halkı kazanmanın yolu, bu farkı yaratmaktan geçmektedir.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …