Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 8 sanıklı Gezi Parkı davasında, Osman Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını, TİP Hatay Milletvekili Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater Utku’ya verilen 18’er yıl hapis cezalarını onayladı. Ayşe Mücella Yapıcı ve Ali Hakan Altınay’ın mahkumiyet kararları bozuldu, adli kontrol şartıyla tahliye edildi.
Aynı heyet (Yargıtay 3. Ceza Dairesi), “Ebu Hanzala” adıyla tanınan IŞİD Emiri hakkındaki kararı, “masumiyet karinesi”ne dayanarak bozmuştu.
Kararın ardından, 17 aydır cezaevinde bulunan Mücella Yapıcı tahliye edildi. Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nden serbest bırakılan ve çok üzgün olduğu görülen Yapıcı, “Bu nasıl bir adalet. Ben burada canlarımı bırakıp çıkıyorum” dedi.
Yargıtay kararında Atalay ve Kahraman’ın “Gezi Parkı eylemlerinin gerçekleştirilmesindeki organizasyonda baş aktör olan ve bu eylemleri finanse eden diğer sanık Mehmet Osman Kavala ile de irtibatlı olarak birlikte hareket ettikleri”ne karar verdi. Dahası Atalay ve Kahraman’ın eylemlerinin “TCK’nın 312/1. ve 37/1. maddeleri kapsamında hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunu oluşturduğu halde, delillerin takdir ve değerlendirilmesinde düşülen yanılgı sonucu hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmeye yardım suçundan mahkumiyetlerine karar verildi”ğini ancak “aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmadı”ğını ileri sürdü.
Gezi Direnişi için alınan bu karar, birincisi devletin “Gezi korkusu”nun ne kadar büyük olduğunu, bu ayaklanmanın devlette (özel olarak da Erdoğan’da) ne kadar derin bir korku yarattığını gösteriyor. Korkunun büyüklüğü, intikam cezasının da büyüklüğünü belirliyor. Gezi Direnişi sırasında milyonlarca insanın öfkesinin doğrudan hedefi haline gelen Erdoğan, bu ağır, hukuksuz, hiçbir adalet anlayışına sığmayan, hiçbir yasaya uymayan kararlarla, Gezi eylemcilerinden hesap sormuş oluyor. Öyle ki, Yargıtay Başkanı bu karar öncesi Saray’a giderek Erdoğan’la görüşmüştü. Yargının bağımlı yapısını gizlemeye bile gerek görmeyecek kadar açıktan yapılıyordu herşey.
İkincisi, bu karar artık herhangi bir protesto eyleminin bile “terör” kapsamına sokularak “müebbet hapis” cezasıyla yargılanabileceğini gösteriyor. Ekonomik krizin korkunç bir yoksullaşmaya neden olduğu, toplumsal çürümenin sosyal hayatı yaşanmaz hale getirdiği bu koşullarda, olası kitle hareketlerini, sosyal patlamaları baştan engellemek, geniş kitleler üzerine korku salmak için, yargı kararı bir sopa olarak kullanılıyor. İşten atılan işçilerden Akbelen direnişçilerine, intihar eden doktorlardan özlük haklarını isteyen öğretmenlere, gerici eğitime karşı çıkan öğrencilere kadar, hak talebinde bulunan, sorunları protesto eden her kesim, rahatlıkla “terör” kapsamına alınabilecektir. Yaptıkları eylem sonrasında alacakları cezanın herhangi bir hukuksal dayanağı olması da gerekmiyor.
İnsanca yaşam hakkımız adım adım gaspediliyor. Ekonomik, siyasi, sosyal her alandan kuşatılıyoruz. Burjuva muhalefet partilerinin bize sunduğu tek çıkış yolu, seçimlerde oy kullanmak; ancak her seçim sonrası yaşanan hayalkırıklığı içinde, seçimlerin bir çıkış olmadığını bir kere daha bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Ve artık, yaşam hakkımız için mücadele etmekten başka bir seçenek olmadığı net bir biçimde ortaya çıkıyor.