İsrail, 7 Ekim sabahı üzerine yağan füzelerle uyandı. Gazze’nin dört bir yanından İsrail yerleşimlerine, 20 dakika içinde 5 bin füze yağmış; Filistinlilerin kullandığı paramotorlar sınır duvarlarını geçerek İsrail yerleşimleri içinde çatışmaya başlamıştı. İsrail’in o çok güvendiği, “Demir Kubbe” adını verdiği savunma sistemi, paramotor gibi görece küçük unsurları zaten göremiyordu; görebildiği füzeler ise, bir dakikada 250 tane birden gelince, sistemi kör etmişti.
“Aksa Tufanı” adı verilen saldırı, Hamas tarafından başlatılmakla birlikte, 2021’de Gazze’deki bütün Filistin direniş örgütlerinin kurduğu “Ortak Operasyon Odası”nın katılımı sözkonusuydu ve İsrail için gerçekten de bir “tufan”a dönüşmüştü. (Ortak Operasyon Odası’nda Hamas’ın silahlı kanadı İzzeddin Kassam Tugayları, İslami Cihad’a bağlı Kudüs Tugayları, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC) askeri kanadı olan Ebu Ali Mustafa Tugayları, Mücahidin Tugayları, Nidal el Amudi Taburu, Nasır Selahaddin Tugayları, Maoizm yanlısı Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi’ne bağlı Ulusal Direniş Tugayları, Ensar Tugayları, Abdulkadir el Huseyni Tugayları, Şehid Cihad Cibril Tugayları, Şehit Eymen Cude Grupları ve Fırtına Ordusu bulunuyor.)
Saldırının ilk birkaç saati içinde Gazze’yi kuşatan dikenli teller yıkılmış, onlarca İsrailli asker öldürülmüş, bazıları üst düzey yetkili olmak üzere onlarcası da rehin alınmıştı.
İsrail ise hemen karşı saldırıya geçti. Denizden ve karadan Gazze’ye bombardıman başlattı; elektriği, suyu, yakıtı, gıda ve ilaç gibi temel ihtiyaç malzemelerinin girişini kesti; kara operasyonu yapacağını duyurdu.
Hamas’a değil, Filistin halkına destek vermek
İsrail siyonizminin işgali ve vahşi politikaları altında yaşamak zorunda bırakılan Filistin halkının direnişi meşrudur ve sahiplenilmelidir. Burada bir “orta-yol”, “iki tarafa da karşı” olma durumu sözkonusu olamaz. Çünkü bir tarafta 75 yıldır Siyonist İsrail devletinin işgal ve katliamları, diğer tarafta bağımsızlık hakkını savunan bir halk vardır.
Ancak bu konuda bir kafa karışıklığı oluşturulmakta, çeşitli demagojilerle bu direniş karalanmaktadır. 7 Ekim’den bu yana, etkileri devrimci-demokrat saflara kadar sızan bu karalama kampanyası nedeniyle, birçok yerde önemli hatalı değerlendirmelerle karşılaşıyoruz. Hamas’ın sivillere dönük saldırı haberleri bu değerlendirmelerin daha yüksek perdeden yapılmasına zemin hazırlıyor. Tam da böyle dönemlerde, “at izi ile it izini karıştırmamak” çok daha büyük bir önem kazanıyor.
En başa yazmamız gereken şudur; Filistin direnişi ve Filistin halkının özgürlük mücadelesi Hamas’a sıkıştırılamaz! 1948’de İngiltere, “manda yönetimine son vereceğini” açıklayıp, Filistinlileri Yahudi milislerin saldırılarına-katliamlarına terk ettiğinden beri, 75 yıldır Filistinliler İsrail işgaline karşı direniyorlar. 1964’te FKÖ’nün (Filistin Kurtuluş Örgütü) kurulup, 1969’da Yaser Arafat’ın FKÖ başkanı olması, El Fetih gibi militan bir örgütün mücadelesinin yükselmesi, bu direnişte dönüm noktasıdır. 1967 ve 1973’te İsrail’le yaşanan iki ayrı savaş, ABD’nin bölgeye saplanmış hançeri olarak İsrail saldırganlığının, Arap ülkeleri nezdinde ve dünya kamuoyunda en net biçimde teşhir olmasını sağlamıştı. Öyle ki dünyanın dört bir yanından devrimciler, 1970’lerde Filistin’e giderek Filistin halkıyla birlikte savaştılar. Deniz Gezmiş başta olmak üzere Türkiye Devrimci Hareketinin önderleri, Filistin topraklarında savaştılar, birçoğu şehit düştü. Osman Yaşar Yoldaşcan gibi, Filistin’e giderken yakalanan, Arap ülkelerinde hapis yatanlar da az değildir. 1982’de, İsrail ordusu Lübnan topraklarına girince, Filistinli mültecilerin kaldığı Sabra ve Şatilla kamplarında yapılan katliam, Ortadoğu’nun en vahşi katliamlarından biri olarak kayıtlara geçti. Siyonist işgal ve katliamlar 40. yılına girerken, Filistin’in ilk intifadası, kitlesel ayaklanması başladı. Gazze’de başlayan ve 1987’den 1993’e kadar süren intifada, genel grevlerle, yollara kurulan barikatlarla, protesto eylemleriyle, ama en çok da İsrail askerlerine taş atan Filistinli çocuklarla, Filistin’in “taş generalleri”yle büyük yankı yarattı. Sonrası, 1994’te kurulan Filistin Yönetimi’nin emperyalistlerle barış görüşmeleri yürütürken, İsrail’in azalan ama bitmeyen saldırıları, katliamları, yaygınlaşan işgal politikalarıydı. İsrail, Filistin topraklarındaki işgalini adım adım, sokak sokak büyüttü, “yerleşimciler” üzerinden Filistin topraklarını daralttı.
Hamas, 1987’de birinci intifada sırasında kuruldu. FKÖ’nün emperyalistlerle ve İsrail’le uzlaşmacı politikaları nedeniyle, halkın desteğini kaybetmekte olduğu bir dönemde, 2007’de El Fetih’le çatışarak Gazze’nin kontrolünü ele geçirdi. Böylece Filistin’in iki ayrı parçasında, iki ayrı yönetim kurulmuş oldu. Hamas, İsrail’le her türlü barış girişimini reddeden, silahlı mücadeleyi öne çıkaran yapısı ve abluka altındaki Gazze’de halkın yaşam koşullarını kolaylaştırıcı pratiğiyle (aşevleri, sağlık merkezleri, eğitim kurumları vb) Filistin halkının desteğini kazandı.
Bu tarihsel gelişim içinde, Filistin halkına kimi zaman devrimci-ulusalcı, kimi zaman reformist-işbirlikçi, kimi zaman dinci örgütlerin önderlik ettiği görülür. Bizim için aslolan Filistin halkının özgürlük taleplerine ve direnişine sahip çıkmaktır. Ancak bu direnişe destek olmak, direnişe önderlik eden örgütlere de destek olmak anlamına gelmez. Hamas dinci-gerici bir örgüttür. Bugün bizim desteğimiz Hamas’a değil, Gazze’de yaşanan direnişedir.
Ezilenlerin şiddet kullanma hakkı
Diğer taraftan, Hamas’ın dinci-gerici kimliği ve emperyalistlerle ilişkisi, Filistin halkının taleplerini de, mücadelesini de karartmamalıdır. Bugün özellikle Kürt hareketinin kimi temsilcileri, Hamas’ı IŞİD’e benzeten, Filistin halkının İsrail’e karşı savaşma hakkını reddeden açıklamalar yapıyorlar. Ölen İsrailli siviller üzerinden, Filistin direnişini eleştiriyorlar. Saldırının ilk günü ortaya çıkan işkence ve teşhir görüntüleri, gerçekten savaş suçu niteliğindedir ve hiçbir koşulda meşrulaştırılamaz. Ancak belki yükselen tepkiler üzerinden kontrol altına alma ihtiyacı duyduklarından, belki de zaten kontrol-dışı ve tekil örnekler olduğundan, sonrasında benzer görüntülere rastlamadık.
Askerlere ya da sivillere dönük insanlıkdışı işkenceler kabul edilemez, meşru görülemez. Ancak insanlıkdışı işkenceler bir yana, çatışmada sivillerin ölmesi, her savaşın kaçınılmaz sonucudur. Savaşlar ve devrimler, ulusal kurtuluş mücadeleleri, barışçıl yoldan ilerlemez. Bir tarafta “dişine kadar silahlanmış” bir düşman varken, diğer tarafta sadece “Gandi pasifizmi”nin ya da sadece “taş generalleri”nin olması mümkün değildir. Böylesine eşitsiz bir savaş, bir tarafın sürekli ve sistemli yenilgisinden başka bir sonuç üretmez. Ve direnişin dozunu yükseltecek her adım, “birileri”nin (asker ya da sivil) ölmesi sonucunu getirir. Bu kaçınılmazdır. Silahlı şiddete maruz kalanların, silahlı direnişi başlatması, en doğal hakkıdır.
Üstelik bugünkü savaşta ölen İsraillilerden önce, son 75 yılda ölen, katledilen, sakat bırakılan Filistinlileri konuşmamız, onları hatırlamamız gerekir. Sadece 1 Ocak 2008 ile 31 Ağustos 2023 tarihleri arasında, Filistin’de 6 bin 399 Filistinli, 308 İsrailli sivil öldü-öldürüldü. Kaldı ki bunlar resmi rakamlar. Kayıtlara girmeyenleri sayamıyoruz. Birinci intifadayı, Sabra-Şatilla katliamlarını, 1948-49’da İsrail kendisine alan açarken kıyımdan geçirilen Filistin köylülerini de saymıyoruz.
O kadar uzağa da gitmeyelim. Bu yılın Temmuz ayında yayınlanan bir rapora göre, 2023 yılının ilk 6 ayında, İsrail askerleri Filistin’de 153 kişiyi öldürmüş. Yine bu yıl, sadece Batı Şeria’da en az 38 çocuğun katledildiği açıklandı. Bütün bunlar bir kenara bırakılarak kullanılan “ama insanlar ölüyor” söylemi, basitçe “burjuva hümanizmi” bile değil, İsrail’i açıktan savunamayanların kullandığı bir örtüye dönüşmüştür artık.
Bir de Filistin karşıtlığını, düşmanlığa dönüştürmüş olanlar var. Özgür Politika gazetesinde Ahmet Kahraman’ın 9 Ekim 2023 tarihli yazısı “Filistinliler de barbarlıkta Türkleri örnek aldılar” başlığını taşıyor ve yazıda Hamas’ın işkence edilmiş bir kadının çıplak bedenini teşhir etmesi, Kürt kadın gerillalara yapılan vahşet ile paralellik kurularak eleştiriliyor. Ancak yazı, daha başlıkta son derece çarpık bir ırkçılığı gözler önüne seriyor. Gazze’deki olayın faili olarak “Filistinliler” gösteriliyor, Hamas değil! Hamas gibi gerici bir örgütün kullandığı yöntem, bütün Filistin halkına malediliyor! Diğer taraftan Kürt kadın gerillaya yapılan işkencenin faili de “Türkler” olarak tanımlanıyor. “Türk ordusu”, “Türk askeri”, “TC devleti”, vb. değil, “Türkler!” Bu “Türkler”in kapsamında işçi ve emekçiler, Kürt halkının mücadelesini destekleyen devrimci demokratlar da bulunuyor. “Türkler” denilerek, burjuva-proleter sınıf ayrımı ortadan kaldırdığı gibi, gerici-ilerici, devrimci-faşist siyasal farklılıklar da önemsizleştiriliyor; Kürt kadın gerillaya yapılanların sorumluluğu, bütün bir halkın üzerine yıkılıyor. Yazıda Filistin halkına karşı öylesine öfke kusuluyor ki, İsrail Siyonizmi’nin vahşeti bu arada kaybolup gidiyor.
Emperyalist politikalar ortasında Filistin
Birinci intifada sırasında devrimci-direnişçi El Fetih’in ve FKHC’nin halk üzerindeki etkisini kırmak için, Hamas, doğrudan ABD tarafından kurulup desteklenen bir örgüt olarak çıktı ortaya. Ancak sonraki yıllarda dengeler de, emperyalistlerle kurulan ilişkiler de değişti. Hamas içeride FKÖ’nün uzlaşmacı çizgisine karşılık savaşçı-bağımsızlıkçı çizgiyi temsil etmeye başladığı için halk desteği büyüdü; dışarıda ise ABD’den uzaklaşarak Rusya’nın ve İran’ın çekim-alanına girdi. 2000’lerin başında ABD’nin Ortadoğu savaşı başladığında, Hamas Ortadoğu’daki “Şii direniş hattı”nın (Lübnan Hizbullahı, Suriye ve İran) parçasıydı; üstelik Sünni bir örgüt olmasına rağmen…
Bu saldırının arkasında hangi emperyalistin olduğu, hangi koşullarda Hamas’ın harekete geçtiğine dair bir tartışma yürütülüyor. Hem içeride, hem dışarıda birçok etken bu savaşı tetikleyen bir rol oynadı.
İçeride yaşanan en önemli etken, İsrail saldırılarının dozunun giderek artıyor, Filistin halkının buna öfkesinin büyüyor olmasıdır. Son dönemde bir taraftan Filistin halkının can kayıpları büyürken, diğer taraftan hak ve statülerinde de gerileme sözkonusudur. Ve aynı dönemde, Filistin ile dayanışma da giderek gerilemekte, gündemden düşmekte, emperyalistler ve destekçileri arasında İsrail ile ilişkiler güçlenmektedir.
Gazze direnişinin ilk ve en önemli etkisi, Filistin sorununun yine gündemin başına geçmesi, uluslararası destek ve dayanışmanın artması, İsrail vahşetinin teşhir olmasıydı.
Diğer taraftan İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki “barış görüşmeleri”, Filistin için en büyük sorunlardan biridir. Son dönemde ABD’nin aracılığıyla Suudi Arabistan ve İsrail arasında diyalog artmıştı. 22 Eylül 2023’te BM Genel Kurulu’nda konuşan Netanyahu, Suudilerle anlaşma konusunda olumlu mesajlar vermişti. Aynı toplantıda konuşan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ise “halkımız tüm haklarını elde etmeden, Ortadoğu’da barışın mümkün olduğunu düşünenler yanılgı içindedir” sözleriyle, İsrail’le Arap dünyasının “normalleşme”sine karşı olduğunu açıkça belirtmişti.
Aynı süreçte Çin, Suudi Arabistan ile İran’ı yakınlaştırmaya çalışıyordu. 6 ay önce Çin aracılığıyla iki ülke görüşmüş, diplomatik ilişkilerini yeniden güçlendirme kararı almıştı. ABD Çin’in bu çabasını sabote etmek, İran karşıtı politikalarını güçlendirmek için, Suudi Arabistan’ı İsrail’le diyaloğa zorladı. İran-Suudi Arabistan ilişkilerinin yerine İsrail-Suudi Arabistan ilişkilerinin güçlenmesi için uğraştı.
Benzer biçimde Türkiye gibi birçok devletin de bu dönemde İsrail ile olan ilişkileri artmıştı.
Gazze direnişi, İsrail-Suudi yakınlaşmasını ertelediği gibi, Türkiye başta olmak üzere birçok devletin İsrail karşıtı açıklamalar yapmasına, İsraille olan ilişkilerini geriye itmesine (ya da en azından perdelemek zorunda kalmasına) neden oldu.
Savaşın üçüncü etkisi Ukrayna savaşı üzerinden ortaya çıktı. ABD ve AB emperyalistleri, 24 Şubat 2022’den bu yana Ukrayna’ya ekonomik-askeri ve siyasi destek vererek Rusya ile savaştırıyorlar. Aslında Ukrayna’nın bu savaşı kazanamayacağı belliydi. Bu nedenle artık Ukrayna’nın kazanması, NATO’ya üye alınması gibi hedefler sözkonusu değil; sadece Rusya’yı kuzeyde “oyalaması”, dünyanın diğer bölgelerindeki savaş alanlarından uzak tutması yeterli görülüyor. Ancak bu geri hedef bile, Batılı emperyalistlerin öylesine büyük bir destek vermesini gerektiriyor ki, 3 Ekim 2023 günü NATO Askeri Komitesi Başkanı Amiral Rob Bauer, Varşova Güvenlik Forumu’nda yaptığı açıklamada, Ukrayna’ya destek için NATO depolarında mühimmat stoklarının tükendiğini söyledi, hatta “mühimmatın dibini sıyırdık” dedi; NATO üyelerinin üretimi artırması çağrısında bulundu.
Ukrayna’da savaşı sürdürmek bu kadar sıkıntılı bir hale gelmişken, bugün ABD ve İngiltere açısından ağırlığı İsrail’e vermek kaçınılmazdır. ABD ve İngiltere kendi askeri olanaklarını büyük oranda İsrail için harekete geçirirken, Rusya’nın Ukrayna savaşında bir rahatlama yaşayacağı görülüyor.
Dördüncüsü, Çin’in, dünyayı kendi ekonomik-siyasi ağıyla donatmak için hazırladığı Kuşak ve Yol Projesi’ne alternatif olarak, ABD’nin bir ay kadar önce Hindistan-Avrupa ticaret yolunu (Hindistan, BAE, Suudi Arabistan, Ürdün, İsrail, Akdeniz rotasıyla) kuracağını ilan ettiğini de hatırlatalım. Çin’i Tayvan’da sıkıştırmaya çalışan, Hindistan ile ilişkileri güçlendiren, Suudi-İran anlaşmasını sabote etmek isteyen ABD için, İsrail’de çıkan bir savaş tüm hesapların altüst olması, en hafifinden ertelenmesi anlamına geliyor.
Tartışmasız olan konu, Gazze’de başlayan saldırının, Rusya ve Çin’in çıkarlarını güçlendirmesidir. Saldırıdan bir ay önce Hamas lideri Haniyye’nin Rusya’yı ziyaret etmesi, yine aynı dönemde Hamas’ın Lübnan temsilcisinin İran’a gitmesi, dikkat çekiciydi. (Çin’in, Ortadoğu politikaları İran üzerinden hayata geçiriliyor.) Hamas’ın Çin ve Rusya ile ilişkilerinin somut ifadesidir bu tarihsel çakışma.
Şimdi ne olacak?
İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Gazze saldırısının ardından “İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre hareket edeceğiz” dedi. 75 yıldır Filistin halkı üzerinde her türlü işkenceyi, baskıyı, katliamı gerçekleştirmiş, ablukalarla aç bırakmış, kuşatarak nefes alamaz hale getirmiş olan İsrail; Naziler tarafından bu ifadelerle tanımlanmış ve katledilmiş olan Yahudiler tarafından kurulan İsrail; Filistinliler için böyle söyledi. Ve Filistinlileri daha fazla katletmek, yoketmek için harekete geçti. Kara harekatının yanısıra, Gazze’nin tamamen boşaltılması da var hazırlıkların içinde.
İsrail’de Kasım 2022’de yapılan seçimlerin ardından Netanyahu önderliğinde aşırı sağcı-faşist bir hükümet kurulmuştu. Bu hükümet, bir taraftan Filistinlilere yönelik saldırıları artırırken, içeride de faşist yasalarla İsrail halkını baskı altına almaya çalıştı. Özellikle yargının yetkilerini kısıtlayan yasa değişiklikleri, İsrail’in dört bir yanında onbinlerce kişi tarafından birçok defa protesto edildi. İsrail’in kurulmuş en sağcı hükümeti, ülke tarihinin en büyük, kitlesel protesto eylemleriyle karşı karşıya kaldı. Şimdi Gazze saldırısını bahane ederek, içeride “birlik-beraberlik” havası oluşturmaya çalışıyor; ancak muhaliflerin eylemleri şimdilik durmuş olsa bile, hükümete dönük hoşnutsuzluklar devam ediyor.
İç muhalefeti bastıramadığı için zaten sıkıntı içinde olan İsrail, Gazze’den gelen saldırı üzerinden çok daha yoğun eleştirilerle karşı karşıya kaldı. Gazze’de balonlar, dronlar dahil olmak üzere 24 saat boyunca gözetlenmedik tek bir metrekare bırakmayan İsrail’in, bu saldırıya hazırlıksız yakalanması şaşırtıcıydı. Sadece ilk 20 dakikada atılan 5 bin füze, yüzlerce paramotor, çatışmada kullanılan bütün askeri malzemeler bu büyük kontrolden, İsrail’in gözlerinden uzak kalabilmişti. Hamas iki yıldır hazırlık yaptığını ve tüm malzemelerin Gazze’deki yeraltı üretim tesislerinde üretildiğini duyurdu. Bu doğru olmasa bile, bu malzemelerin hammaddesinin abluka altındaki Gazze’ye sokulması, İsrail’in gözünden uzak biçimde depolanması, ünlü MOSSAD istihbaratı dahil olmak üzere İsrail’in zafiyetini gösteriyor.
Sonuçta Gazze’nin başlattığı saldırı, İsrail tarihinin en büyük fiyaskosu olarak kayıtlara geçti; İsrail’in “yenilmezlik” mitini yerle bir etti; İsrail için büyük bir prestij kaybı oluşturdu. Aynı zamanda İsraillilerin savaşa moral bozukluğuyla, Filistinlilerin ise psikolojik üstünlükle başlamasına yol açtı. İsrail 1948, 1956 ve 1967’de Arap ülkeleriyle girdiği savaşlarda, toplamda 2 bin 600’e yakın kayıp vermişti; şimdi ise bir günde 600 İsrailli öldü. Bu moral bozukluğu ile daha saldırgan bir savaş başlattı.
ABD ve İngiltere, İsrail’e açık desteklerini ifade ettiler ve savaş gemilerini harekete geçirdiler. Özellikle ABD için İsrail’i korumak, Ortadoğu politikalarının merkezini oluşturuyor.
Ancak şu süreçte durum oldukça karmaşık. Lübnan Hizbullahı’nın savaşa girmesi ihtimali, İsrail cephesini tedirgin ediyor. Keza İsrail’in hemen Suriye’yi suçlayarak Suriye’nin iki önemli havalimanını bombalaması önemli. Bugün Suriye’nin, Filistin’e sahip çıkacak gücü olmadığı düşünülüyor; ancak Suriye’nin de bu savaşa dahil olması ihtimali düşük değil. Suriye henüz kendi iç istikrarını sağlayamadığı için bu savaştan uzak durmak isteyebilir, ancak Suriye’nin bugünkü istikrarsızlığının sebebi de İsrail ve ABD. Bu nedenle, kendi ülkesindeki sorunları çözmek için İsrail’i zayıflatma saldırısına başlayabilir. Rusya, kendi üzerindeki baskıyı hafifletmek için, Suriye’nin önüne böyle bir görev koyabilir.
İran’ın durumu da henüz belirsizliğini koruyor. İran, tıpkı emperyalist bir ülke gibi, savaşı kendi topraklarında vermemek için, başka ülkelerin topraklarındaki savaşa etkin biçimde dahil oluyor. Son on yılda, üç cephede birden (Irak, Suriye ve Yemen) ABD’ye karşı savaşarak, bu kapasitesinin olduğunu gösterdi. Şimdi ise, tam da ABD’nin İran’ı hedefe çakmaya hazırlandığı bir dönemde, İsrail saldırısı İran’ın elini rahatlattı.
AKP yönetimindeki Türkiye için ise, durum fazlasıyla karmaşık. Bir taraftan kendisini “Müslüman ümmetin lideri” lanse etmeye çalışan Erdoğan, Filistinlilere dönük katliama sessiz kalamıyor. Diğer taraftan son dönemde İsrail ile ilişkileri düzeltme, “normalleşme” çabalarının ve ABD ile ilişkilerinin bozulmasını istemiyor. Bu nedenle saldırının ilk günlerinde Hamas’ı suçlayan, “nereden çıktı bu saldırı, işimizi bozdunuz” mealinde açıklamalar yaptılar. Sonrasında görünürde Filistin’e destek açıklamaları yaparken, gerçekte İsrail’i güçlendirecek (ABD’nin İncirlik üssünü kullanmasına izin vermek vb) bir politika izleneceğinin işaretleri verildi.
Gazze’nin İsrail’e saldırısının üzerinden, Ortadoğu’daki dengeler yeniden değişiyor. ABD, Rusya ve Çin, bu savaşta kendi çıkarlarını korumak için uğraşacaklar. Somut olarak Lübnan, İran, Suriye, Suudi Arabistan gibi ülkelerin nasıl konumlanacakları, savaşa doğrudan mı dolaylı olarak mı dahil olacaklarını zaman belirleyecek. Kesin olan; Filistin’den yükselen bu direniş çığlığı, Ortadoğu’daki dengeleri altüst edecek.