İnsanlığın umudu, özlemi EKİM DEVRİMİ 106 yaşında!

Miladi takvime göre 7 Kasım’da gerçekleşen, fakat tarihe “Ekim Devrimi” olarak geçen dünyanın ilk sosyalist devrimi, 106 yaşında!

Ekim Devrimi’nin üzerinden bir asırı aşkın bir zaman geçtiği halde, ulaşılamayan bir zirve olarak varlığını koruyor. Yaklaşık 20 yıl süren sosyalist inşa döneminde başardıkları, en ileri emperyalist-kapitalist ülkelerde görülmedi. Aksine Ekim Devrimi’nin varlığı nedeniyle vermek zorunda kaldıkları bazı hak ve özgürlükleri de sonrasında gaspettiler; yeniden vahşi kapitalizme döndüler.

Emperyalist-kapitalist sistem, bugün krizin ve savaşın içinde debelenip duruyor. Bu koşullarda devrime, sosyalizme olan özlem daha da artıyor. Çünkü insanlık, krizsiz bir ekonomiyi-sosyalist üretimi Ekim Devrimi sonrasında gördü. Emperyalistler 1929 Bunalımı altında kıvranırken, sosyalist SSCB’de üretim rekorları kırılıyordu. Çünkü sosyalizmde özel mülkiyet yoktu, aşırı üretim ve üretim anarşisi yoktu, en önemlisi sömürü yoktu. Yani krizi vareden nedenler ortadan kaldırılmıştı. Onun için krizi hiç yaşamadı. Aksine her yıl artan üretimle, geri bir tarım ülkesi, kısa sürede en gelişkin emperyalistlerin düzeyine çıktı.1929-34 yılları arasında SSCB her yıl üretimi arttırmış ve 5 yıl içinde yüzde 100’ü aşmışken; ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa’da her yıl yüzde 20 ila 50 arasında bir düşüş yaşanmıştı.

Sosyalist SSCB’nin bu devasa atılımı karşısında iyice panikleyen emperyalistler, Nazi Almanyası’nı üzerlerine saldılar. Fakat kaldırdıkları taş ayaklarına düştü. Çarlık Rusyası’nın “halklar hapishanesi”ni, kardeşçe birliğe çeviren SSCB, faşizme karşı topyekün bir mücadele verdi, onları Berlin’e kadar sürüp kızıl bayrağı göndere çekti. Ve dünyanın üçte birini sosyalist kampa dahil etti.

İnsanlığın kriz ve savaş kıskacında boğulduğu, açlık ve ölümle burun buruna geldiği bir dönemden geçiyoruz. Bu koşullarda sosyalizm ve onun sembolü Ekim Devrimi, bir deniz feneri gibi ışığıyla bize yol göstermeye devam ediyor. Onu ve başardıklarını, kapitalist barbarlığa karşı sosyalizmin kazanımları olarak yükseklerde dalgalandırmalı, daha geniş kitlelerin görmesini sağlamalıyız. O bizim ‘dün’ümüz değil, ‘yarın’ımızdır; ulaşmamız ve aşmamız gereken bir zirvedir.

* * *

Ekim Devrimi, patlak verdiği günden itibaren her aşamada emperyalist-kapitalist sistem tarafından abluka altına alındı ve nefessiz bırakmak için her yol denendi.

Başta komünistler olmak üzere işçi ve emekçiler, devrimlerini yaşatmak uğruna birçok fedakarlığa katlandılar, büyük bedeller ödediler, ama yılmadılar. İki kez yerle bir olmuş ülkeyi, kısa sürede en gelişmiş ülkelerin seviyesine yükselttiler. Bütün bu çabalara ve elde edilen başarılara karşın ne yazık ki, kapitalizme “geriye dönüş”ü engelleyemediler.

SSCB’de “geriye dönüş”ün nedenleri, o günden bu yana tartışılmaktadır. Daha ileri bir örneği yaratabilmek için tartışılması gereklidir de. Ancak burjuva kalemşorlar ve her tür anti-ML akım, bu durumu “sosyalizmin yenilgisi” olarak sunmuş, ideolojik bir bombardıman başlatmıştır. ‘90’lı yıllarda revizyonist blokun çöküşünden sonra ise, kapitalizmi yıkılmaz, sonsuz bir sistemmiş gibi gösterip, en fazla reformist iyileştirmelerle yetinme noktasına çekilmişlerdir.

Oysa her yeni toplumsal dönüşüm sancılıdır. Tarih hep ileriye doğru akar, ama bu dümdüz bir akış değildir; her zaman zikzakları, gel-gitleri olmuştur. Yaklaşık ömrü 500 yılı bulan kapitalist toplum için de bu geçerlidir. 17. yüzyılda başlayan serüveni, kaç kez aristokratlar tarafından darbelenmiş, sekteye uğramıştır; ancak yeni devrimlerle, çeşitli hamlelerle sistemini oturtabilmiştir. Dolayısıyla yenilgiler ve “geriye dönüş”ler, her devrimin başına gelen tarihsel bir olgudur. Sosyalizm ise, daha ilk deneyimini yaşadı. Ve ne yazık ki, ömrü çok kısa oldu. 1917-21 yılları arası, yani devrimden sonraki 4 yılı, emperyalist işgal ve iç savaş koşullarında geçti. Bu dönem “sosyalist anavatanı savunmak” tek hedefti. Ardından yerle bir edilmiş ve sanayisi gelişmemiş bir ülkeyi ayağa kaldırabilmek için, “Yeni Ekonomi Politika” (NEP) adıyla kontrollü bir kapitalist ekonomi sürecine geçildi. 1921-25 arası, yani bir 4 yıl da bu şekilde yaşandı. Sosyalist inşa sürecine, ancak 1926’dan sonra başlanabildi. O da ikinci emperyalist savaşla kesintiye uğradı. Savaşın yıkımını (gerek insan, gerekse maddi kayıp yönünden) en fazla yaşayan ülke SSCB olmasına karşın, sonrasında yeniden büyük bir atılım gerçekleştirdi. Fakat Stalin’in ölümünün ardından sosyalist inşa sekteye uğradı ve adım adım kapitalistleşme süreci başladı.

Bu açılardan SSCB’deki sosyalist inşanın, yaklaşık 20 yıl olduğunu söylemek yanlış olmaz. Esasında sosyalist sistem, kapitalizme üstünlüğünü bu kısacık ömründe bile kanıtlamış durumdadır. Sözde “sosyalizmin yenildiği” günden bu yana yaşananlar, bu gerçeği her gün yüzlere çarpmaktadır. Sosyalizmi “Berlin Duvarı” ile özdeşleştirip, duvar yıkıldığında sevinç çığlıkları atan, kapitalizme methiyeler düzenlerden bugün eser yoktur. Oysa gerçekte o duvarın örülmesini zorlayan da, sonrasında onun altında kalan da emperyalistlerdir.

Sosyalizmle özdeşleştirdikleri “Berlin Duvarı”nın yıkımının üzerinden çeyrek yüzyıl geçti. Dünya o yıllara göre çok daha kötü günleri yaşıyor. 2000’li yılların başından itibaren yeni bir emperyalist paylaşım savaşı başladı ve halen sürüyor. Ortadoğu başta olmak üzere dünya halkları savaşın vahşetini, acı sonuçlarını yaşıyorlar. Her yerde bombalar patlıyor, insanlar ölüyor, sakat kalıyor, evini-barkını terkedip yollara düşüyor. Şimdiden mülteci akını, ikinci emperyalist savaştaki oranı geçmiş durumda.

Öte yandan savaş bahanesiyle temel hak ve özgürlükler gaspediliyor, her yerde faşizm hortluyor. Zengin ile yoksul arasındaki uçurum açıldıkça açılıyor. Yüzde 1’lik kısım, dünyadaki servetin neredeyse yarısını elinde tutarken; bu serveti yaratan milyonlar, açlık ve hastalıkla pençeleşiyor. Daha fazla kar hırsı ile hem insan, hem doğa katlediliyor. İklimler değişiyor, yeni hastalıklar çıkıyor ve dünya yaşanmaz hale geliyor. Öyle ki, burjuvazi şimdiden farklı gezegenlerde yer arıyor.

Sonuçta kapitalizmin insana verecek hiç bir şeyi kalmadığı, geçen sürede çok daha net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ozanın dediği gibi “ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı, ya dünyamıza inecek ölüm!” Rosa Lüksemburg’un veciz sözüyle; “ya barbarlık ya sosyalizm!”

* * *

Her eskiyen-çürüyen toplum, yeni bir topluma gebedir. Bağrında bunun tohumlarını taşır. Tıpkı karanlığın en koyu anında, şafağın atması gibi. Doğada olduğu gibi toplumlarda da gelişimin diyalektiğidir bu. Bunun bilincinde olanlar asla umutsuzluğa kapılmazlar. “Umutsuzluk ve karamsarlık, yıkımın nedenlerini kavrayamayan, çıkış yolu göremeyen, mücadele yeteneğini kaybetmiş insanlara aittir” der Lenin.

Varsın devrim kaçkınları, burjuva aydınlar “sosyalizm yenildi” diyerek umutsuzluk yaymaya devam etsin… İşçi ve emekçiler, mücadele deneyimlerinden çıkardıkları derslerle “hayat denilen kavga”da yerlerini alıyorlar. Onların öncüleri de, başta Ekim Devrimi olmak üzere devrimlerin yenilgi nedenlerini çöze çöze, yeni devrimlere önderlik edecek ve mutlaka yeni Ekimleri yaratacaktır…

Bunlara da bakabilirsiniz

“MÜHENDİSSEN, Mühendislerin Sendikası Girişimi” ilk toplantısını gerçekleştirdi

Ağır sömürü koşulları altında çalışmaya zorlanan mühendisler, sınıf mücadelesi içinde kendi örgütleriyle yer almak için …

Adana İHD’de Makbule Berktaş anısına toplantı yapıldı

İnsan Hakları Haftası dolayısıyla Adana İHD’de Makbule Ana (Berktaş) anısına bir toplantı yapıldı. 13 Aralık’ta …

Suriye cezaevleri, Türkiye cezaevleri

Yandaş basında Suriye haberlerinin önemli bir kısmını Suriye cezaevleri oluşturuyor. Büyük bir “dehşet ve panik” …