Önümüzdeki günlerde asgari ücreti belirlemek üzere “asgari ücret tespit komisyonu”nun toplantıları başlayacak. Aslında toplantı yerine “tiyatro” dersek daha doğru olur. Her şeyi önceden belirlenmiş bir oyun oynanıyor çünkü.
Bu oyunu yöneten de, kurallarını koyan da burjuvazi. Ne koşullar, ne temsiliyet eşit! “Asgari ücret tespit komiyonu”nda 5 burjuvazi, 5 hükümet, 5 de işçi sınıfı temsilcisi bulunuyor. İşçi sınıfını temsilen, işbirlikçi Türk-iş yöneticileri katılıyorlar. Bu yöneticilerin hiç bir dönem işçi sınıfını temsil etmedikleri bilindiği halde…
Oyunun ikinci veya üçüncü perdesinde rakamlar telaffuz ediliyor. Sanki masada “taraflar” varmış ve “pazarlık” yapılıyormuş gibi… Oysa ne taraf var, ne de yapılan bir pazarlık…
İşçi ve emekçilerin eylemli tepkisi, mücadele gücü yeterli değilse, asgari ücret dahil her şey, patronların çıkarları doğrultusunda belirleniyor.
Asgari geçim ücreti
Bir işçinin ailesiyle beraber beslenme, giyim, ısınma, barınma, ulaşım, eğitim, sağlık ve sosyal aktivite ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek “asgari geçim ücreti”ne asgari ücret deniyor. İşçi sınıfı, burjuvazinin pervasız sömürüsünü engellemek, sosyal haklardan yoksun kalmamak için, bir taban ücreti olarak asgari ücret mücadelesi verdi ve mücadele sonucu bu hakkı kazandı.
İşçilerin patronlarla ilk teması, kendisini ve ailesini geçindirmek için işgücünü patrona kiralaması ve karşılığında buna yetecek bir ücret almasıdır. Bu da 4 kişilik çekirdek ailenin yaşaması için gerekli olan ihtiyaçlara ve nesli sürdürmeye yetecek bir ücrete denk düşer. Fakat öyle olmuyor.
Azami kar peşinde koşan patronlar, işçileri daha uzun saatlerde daha yoğun sömürüye tabi tutarken, alım gücü sürekli düşüyor. Enflasyonla birlikte patronların artı-değer sömürüsü yükseliyor. Örneğin bir işçinin 3 saatlik ürettiği ürün, işçi ve ailesinin gerekli ihtiyacını karşılamaya eş değerken, geri kalan 5 saatlik çalışmayla – veya daha fazlası- üretilenlere patronlar el koyuyor. Yüksek enflasyon döneminde ise, ücretlerin alım gücü kısmı için harcanan saat dilimi kısalıyor, patronun elde ettiği artı-değer kısmının saati artıyor. Günde 10-12 saat çalışmanın normalleştiği, zorunlu mesailerin doğallaştığı koşullarda, patronların karlarının ne kadar arttığını çıkarmak zor değil. Zaten rakamlar ortada. Onların karları yüzde 400 artmışken, işçi ve emekçiler “ölüm sınırı” altında yaşam savaşı veriyorlar.
Bütün araştırmalar yoksulluk sınırının 50 bini TL’yi aştığını, açlık sınırının 17 bine ulaştığını gösteriyor. Buna karşılık asgari ücret 11 bin 402 TL! Asgari ücret işçinin eline geçene kadar “açlık sınırı”nın altına düşüyor. Bir emekçi semtindeki kiralar 10 bin TL’yi buluyor. Beslenme, barınma, ısınma gibi en temel ihtiyaçları karşılamak için bile, evde üç kişinin çalışması gerekiyor.
Bu koşullarda asgari ücrete ne kadar zam yapılırsa yapılsın, -diyelim ki, 20-25 bin olsun- işçinin-emekçinin yaşamında herhangi bir iyileşme sözkonusu olmayacak. Aksine daha zor günler yaşanacak. Çünkü önemli olan, alım gücü. Alım gücü artmadan ücretlerde yapılan zamların bir önemi yok! Temel ihtiyaçlara yapılan ve neredeyse günlük artan zamlarla ücretlere yapılan zamların birbirini tutması mümkün değil. Onun için artık işçiler, “fiyatlar artmasın, zam istemiyoruz” diyorlar.
“Hedef enflasyon” ve “tek zam”
ölümü dayatmaktır
AKP-MHP yönetimi açıkladıkları “orta vadeli program”da 2024 yılı için bir hedef enflasyon belirlediler. Hedefledikleri enflasyon yüzde 65. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “ücretleri hedef enflasyon üzerinden yükselteceğiz” dedi. Yani ücretlere yıllık yüzde 65 oranında zam yapılacak. Gerçek enflasyonun yüzde 300’lere vardığı koşullarda yüzde 65 zam, “açlık sınırı”nın ötesinde “ölüm sınırı” anlamına geliyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan ise, yaptığı açıklamada, asgari ücreti “tek zam olacak şekilde” düzenleyeceklerini belirti. Bu sene Temmuz ayında zam yapmak zorunda kalmışlardı. Çünkü yüksek enflasyon, ilk 6 ay içinde zamları çoktan eritmişti. Ayrıca seçim yılı olması, AKP-MHP yönetimini zam yapmaya zorlamıştı.
Şimdi yeniden “tek zam” demek, yaşamdan tamamen kopuk konuşmak demektir. Esasında içinde bulunduğumuz koşullarda değil 6 ayda, her ay zam yapılsa bile hayat pahalılığına yetişmesi mümkün olmaz. Bugün başta gıda olmak üzere temel ihtiyaçlara günlük zamlar geliyor. Üstelik Türkiye, “asgari ücretliler ülkesi” olmuş durumda.
DİSK-AR’a göre asgari ücretle çalışanların oranı, yüzde 50’nin üzerinde. Bazı sektörlerde yüzde 60 düzeyinde. AB ülkelerinde bu oran, yüzde 4 civarında. Ayrıca en fazla 1 yıl asgari ücret alıyorlar, çalışma yılına göre ücretler artıyor. AB ülkelerinde sendikalaşma oranı da yüksek olduğu için, ücretler asıl olarak TİS ile belirleniyor. (AB ülkelerinde TİS hakkından yararlananların oranı yüzde 60, OECD ülkelerinde ise yüzde 32)
Sadece Avrupa ile değil, dünya ülkeleriyle kıyaslandığında bile, Türkiye’deki işçilerin çalışma ve yaşam koşulları, ücretleri çok çok geriye gitmiş durumda. Asgari ücretle çalışanların fazla olması, işçi sınıfının ne kadar örgütsüz olduğunu gösteriyor aynı zamanda. Sendikalı işçiler de asgari ücrete yakın ücret alıyorlar, sosyal hakları da fazla değil. Böyle olunca sendikalı olmanın avantajı kalmıyor. Oysa 1980 öncesi sendikalı işçiler diğer işçilere göre ücret ve sosyal haklar konusunda büyük bir avantaja sahiptiler. Keza 1990’lı yıllarda sendikalı olmak önemli avantajlar sağlıyordu.
AKP döneminde asgari ücret parasal olarak 30 kat artarken, kamu işçisinin ücreti 13, kamu emekçisi 16, işçi emekli aylığı 17, kamu emekli aylığı 3 kat armış. Vasıflı işçilerin maaşları asgari ücretliyle eşitleniyor. Yani yoksullukta, açlıkta eşitliyoruz! Bu da asgari ücreti “ortalama ücret” durumuna getiriyor. Ayrıca asgari ücretlinin sayısının artması, işçi sınıfının ulusal gelirdeki payının giderek küçülmesi anlamına geliyor. Toplam ulusal gelir işçi sınıfı tarafından yaratılırken, işçilere hem çok küçük bir pay düşüyor, hem de bu pay sürekli azalıyor.
Asgari yaşamı kabul etmeyelim!
Asgari ücretteki her gelişme, sadece asgari ücretlileri değil, sendikalı-sendikasız tüm çalışanları, tüm kamu emekçilerini etkiliyor. TİS masasına oturan işçi ve kamu emekçisinin karşısına asgari ücret çıkarılıyor çünkü. Keza emekli maaşını, engelli maaşını, kıdem tazminatı tavanını, işsizlik maaşını da asgari ücrete göre belirliyorlar.
Patronlar “azami kar” elde ederken, bizlere dayatılan “asgari yaşamı” kabul etmeyelim! Değerleri yaratığımız gibi, değerli olduğumuzun da farkına varalım!
Asgari ücret konusunda rakam telaffuz etmek, bugünün koşullarında anlamını yitirmiş durumdadır. Onun için işçi sendikalarının belirlediği “yoksulluk sınırı” baz alınmalı, asgari ücret bu sınırın üzerinde olmalıdır. İşçi ve emekçiler çok şey değil “insanca yaşam” istiyor. Fakat ne yazık ki, kapitalizm “insanca yaşamı” işçiye-emekçiye çok görüyor. İnsanca yaşayabilmek için bile sosyalizm gerekiyor. Ekmeği büyütmek için verilen mücadele, özgürlükleri büyütmekten geçiyor.
Bir çok alanı içine alan asgari ücret, birleşik mücadelenin zeminini de yaratıyor. Birleşik örgütlü mücadeleyle bu dayatmayı püskürtelim! Asgari değil insanca yaşam mücadelesini yükseltelim!