Uzlaşmazlığın, kararlılığın, kendini aşmanın sembolü İSMAİL CÜNEYT (Stalin Memed) ÖLÜMSÜZDÜR!

21 Aralık 1983, komünist önder İsmail Cüneyt’in (Stalin Memed) ölüm yıldönümüdür.

Henüz lise yıllarında güçlü emekçi yönleriyle seçtiği devrimci duruşu, onu ihtilalci komünistlerin seçkin bir önderi haline getirecekti. Kısa ömrüne engin bir mücadele deneyimini sığdırdı; arkasında örnek bir yaşam ve örnek bir ölüm bıraktı.

Onu anlatmak, bir ihtilalci komünistin kuşanması gereken tüm özellikleri anlatmak demektir. “Moskova Önleri” romanında komutan Panfilov, askerlerinin “bulat” gibi olmasını ister. Bulat, işlenmiş çeliktir. Ve hiçbir şey, yüzyıllar geçse de, ne çeliği nede çeliğe işlenmiş desenleri bozamaz. İşte İsmail Cüneyt böyle bir “bulat”tı. Bulat olmayı öğretendi.

* * *

Balıkesir’in Sındırgı ilçesinde yoksul bir köylü ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Ailesi tarlada tütün toplayarak geçimini sağlıyordu. O, küçük yaştan itibaren sefalet içinde büyüdü. Devrimci bir yaşamı seçmesine zemin hazırlayan koşullardı bunlar. 12 Mart 1971’den sonra yalnız kalmasına rağmen, lise çevresinde devrimci çalışmalarını aralıksız sürdürdü.

Devrimci gençliğin nispeten toparlandığı ’73 yılında Hacettepe Üniversitesi’ne girdi. Üniversitede gelişen anti-faşist mücadelede en ön saflardaydı ve etrafına cesaret aşılıyordu. Bir keresinde devrimcilerden fena halde dayak yemiş bir faşisti okula getirdiler. Polis, faşistten kendisini dövenleri göstermesini istedi. Herkes görünmemek için geriye çekilirken, İsmail kitlenin arasından fırladığı gibi faşistin gözüne bir yumruk attı. Yaka-paça karakola götürdüler İsmail’i. Komiser onu karşısında görünce “yine mi sen” demekten kendini alamadı.

Sezai Ekinci’yle Hacettepe’deki anti-faşist mücadele içinde tanıştılar. Bu yıllardaki beraberlikleri, sonraki mücadeleleri içinde hep sürdü. ’75 yılında THKO içinde profesyonel devrimciliğe karar verdi ve İstanbul’da proletaryanın içinde örgütlenmek için Hacettepe Üniversitesi’ni bıraktı.

“İstanbul’a gelmeye karar verildi, ama ne para-ne pul, ne de herhangi bir ilişki verildi. ‘Gidin örgütlenme yapın’ dediler, o kadar…” Bunları anlatırken, en küçük bir sızlanma, yakınma duymadı kimse ondan. Kendi olanakları ile İstanbul’a geldi. Kartal bölgesini seçti. Merdiven altında bir ev tuttu. Küçücük bir “sırça köşk”tü orası. Yoldaşları böyle takmışlardı evin adını. Kendisine iş de buldu. Kısa sürede bölgede örgütlenmeyi başardı. İşçilerin sorunlarını en ince detayına kadar dinler, değer verir, sonra nasıl çözüleceğini anlatırdı. Öğretirken öğrenir, kendini sürekli geliştirir ve yeniden öğretirdi.

İsmail Cüneyt, örgütsel önderliğin siyasal bir perspektifle yürütülmediği koşulda, mücadelenin ihtiyaçlarına cevap verilemeyeceğini iyi kavramıştı. Pratik mücadelenin yaygınlık kazandığı ’70’li yıllarda, devrimci kadroların teoriye karşı ilgisizliği ağır basarken, o bu kuşaktan olmasına rağmen yüksek bir sorumluluk bilinciyle teoriye karşı doyumsuz bir yaklaşım sergilemekteydi. ML klasikleri yalnızca okumakla kalmaz, onları en iyi şekilde inceler, tartışırdı. Bu sayede küçük burjuva devrimci örgütlerdeki hata ve zaafları ortaya çıkarmakta fazla gecikmedi.

THKO içerisinde bir yandan devrimci mücadeleyi Marksist bir bilinçle sürdürmeye çalışırken, diğer yandan onun ekonomist, kendiliğindenci siyasal yaklaşımını eleştirmeyi sürdürdü. Başını Çin Komünist Partisi’nin çektiği uluslararası sağ oportünizme ve “Üç Dünya Teorisi”ne karşı ML normları savundu. İstanbul-Tepebaşı’nda devrimci bir gecede “Kahrolsun Uluslararası Sağ Oportünizm” sloganını attığında, yanında yine Sezai Ekinci vardı. Bu sloganı attıkları için oportünistlerden nasıl dayak yediklerini anlatırdı. Bu görüşlerinden dolayı ’77 Mayıs’ında THKO’dan ayrılan muhalefetle birlikte hareket etti.

* * *

Öyle dönemler vardır ki, komünist kimlik ve dava adamlığı kendisini o anlarda gösterir. Muhalefet THKO’dan ayrıldıktan sonra, henüz net bir programı, şekillenmiş bir örgüt yapısı yoktu. Genel ML doğrularla ve derinleşmemiş tahlilleriyle varlığını sürdürüyordu. İlk dönemlerde fazla sorun yaratmasa da, bir süre sonra örgütsel kriz başladı. “Ayrılığımız yanlıştı” diyenlerden, “başka örgütlere katılalım” diyenlere kadar, tutarsızlıkla birlikte tartışmalar gündeme geldi. Yol arkadaşları birer birer koptu. Bazı yerel örgütlenmeler toplu olarak ayrıldı. MK ile bağlar tamamen kopmuş durumdaydı. Hareketin zaten zayıf olan genel çizgisi doğrultusunda mücadeleyi sürdürmek oldukça zorlaşmıştı.

Bu koşullarda, yaşanan olumsuz tablodan etkilenmeyen tek bölge, İsmail Cüneyt’in il komitesinde yer aldığı Adana’ydı. Onun bağımsız, inisiyatifli kişiliği, hareketin yakaladığı temel yöneliminin doğruluğuna olan inancı, bunda büyük etkendi. O, bulunduğu bölgede bir örgüt gibi hareket etti; “sağlam köşetaşı“ diye tabir ettiği işçi kadrolara önem verdi. Birçok fabrikada yakaladığı işçilerle örgütlülüğü sürdürdü; onlardan gelen aidat ve bağışlarla bölgedeki faaliyetlerini bir an olsun durdurmadı. Ta ki, hareketteki kriz atlatılıncaya, sistemli-merkezi bir örgütlülük yaratılıncaya dek…

19 Şubat 1979’da “İleri Militanlar Toplantısı”na (İMT) bu sağlamlılıkla ve özgüvenle katılmıştı. Kurucu kongre niteliğindeki İMT’de çıkan sorunlarla aynı kararlılıkla savaştı. TİKB’nin geleceğini belirleyen ünlü sözünü orada haykırdı: “Ömrümüzce hizipçi lekesini anlımızda taşıyamayız, buradan mutlaka bir örgüt çıkacak!”

Bu kararlı tutumu ve önder özellikleri ile tartışmasız merkez komitesine aday gösterildi. 19-21 Şubat tarihleri arası süren toplantıda en genç üye olarak MK’ya seçildi. Siyasi büroda görev aldı ve MK çalışmalarına dinamizmini taşıdı. Örgütün ideolojik, siyasi, örgütsel inşasında İsmail Cüneyt’in katkısı büyük oldu.

Bir yıl sonra yapılan (Nisan 1979) TİKB’nin 1. Konferansı’nın raporunun hazırlanmasını bizzat kendisi üstlendi. Önemli kararların alındığı bu konferansta, dönemin tespiti ve görevlerin belirlenmesi, 12 Eylül askeri cuntaya karşı hazırlık niteliğindeydi.

12 Eylül geldiğinde ihtilalci komünistlerin bu zorlu sınava hazır olmasında, 1. Konferans’ta alınan kararların büyük bir rolü vardır. Bir bütün olarak örgütün ML çizgide inşa edilmesi, kadroların ona uygun yetiştirilmesi, İsmail Cüneyt gibi önderlere sahip olması, ihtilalci komünistlerin 12 Eylül’ü direnerek karşılamalarının ve her alanda iyi bir sınav vermelerinin esas temelidir.

Ateş hattında verilen bir mücadeleydi bu. Mevziden mevziye, cepheden cepheye koşan, boşlukları dolduran önder komünistlerden biriydi İsmail Cüneyt. Safların terk edildiği, örgüt ve partilerin dağıldığı o günlerde, şaşılası bir enerji ve kararlılıkla güçleri toparladı, kendini sürekli geliştirerek boşlukları doldurdu.

* * *

İsmail Cüneyt’i yoldaşları “Stalin”e benzetirlerdi. Mücadele içindeki adı Mehmet olunca, “Stalin Memed” olarak yayıldı. Bu ad ona çok yakışırdı. Sınıfın uzlaşmazlığı onda cisimleşmişti adeta. Gür bıyıklı küçücük bedeniyle düşmanlarının karşısında devleşirdi. Faşistlere ve oportünistlere karşı olduğu kadar, yoldaşlarının hatalarına karşı da uzlaşmazdı. Örgütte demir bir disiplin yaratmıştı. Yaşamının odağında devrim ve sosyalizm mücadelesi ve onu ete-kemiğe büründüren ML bir örgüt olunca, hiçbir zorluktan ve sorumluluktan kaçmayan güçlü bir karakter çıkmıştı ortaya. Proleter önsezileri güçlü, iyi bir örgütçü, teorisyen, tekniği en iyi şekilde öğrenen ve kullanan, gözüpek ve atılgan bir komünist önder oluştu.

Polisler onu “Stalin Memed” olarak aramaya başladığında, “eğer bir gün sağ ele geçersem” diyordu, “mahkemede Stalin’in büyüklüğü karşısında saygıyla eğildiğimi, ama bu ‘yakıştırmayı’ tasvip etmediğimi söyleyeceğim” Söyleyemedi. Adından öylesine korktular ki, göstermelik mahkemelere bile gerek görmediler.

21 Aralık’ta İstanbul’da işkenceci katillerin eline geçti. Adil Özbek haini (’89 yılında Osman Yaşar Yoldaşcan müfrezesi tarafından cezalandırıldı) teşhis etti ve aynı gün Gayrettepe 1. Şube bodrumunda kurşuna dizildi. 12 Eylül sonrası ilk “gözaltına kaybolanlar”dan biri oldu.

İşkenceci katiller, onu en son Sefaköy direnişinden bilirlerdi. 24 Mart 1983 günü, İsmail Cüneyt, Mehmet Ali Doğan ve Aslan Tel, Sefaköy’de kuşatıldıkları bir evde, biri komiser üç polisi öldürmüşlerdi. Mehmet Ali Doğan ve Aslan Tel’in şehit düştüğü eylemde, İsmail Cüneyt çemberi yarmayı başarmıştı. İşkenceci katiller, o günün intikamını almak için İsmail Cüneyt’i buldukları anda katlettiler.

* * *

İsmail Cüneyt, cesaretin, uzlaşmazlığın, atılganlığın, görev adamı olmanın, kendini aşmanın, boşlukları doldurmanın adı oldu hep. Pekçok özellikten oluşan bir bütündür onun yaşamı. Adı, Fatih’le, Yoldaşcan’la, Sezai’yle yan yana anılacak ve tüm şehitlerimizle birlikte her daim yaşayacak…

GRANİT

Taş haline gelmiş damalarım

Atomlarım bir kaya içine sıkıştırılmış

Kır ve kabayım

Sıcaktım bir çağda

Donmuşum şimdi

Sertleşmişim

Hiçbir güneş eritemez beni

Hiçbir soğuk çatlatamaz

Delemezler zırhımı öyle kolay kolay

Kaldıraçlar oynatamaz

beni yerimden

Kayayım ben

GRANİT!

Ama istekliyim tüm koşullara

Yeşermek dilerim ormanlar gibi

Kuzey ışıkları gibi yanmak alev alev

Ya da ateşten yıldızlarla

Işıldamak göklerde

Devinmek

Zaman ve sonsuzluk arasında

Kayayım ben

GRANİT!

 

Elmer Diktonius

 

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …