Rezerv alan yasası:  KONUT HAKKININ GASPI

AKP döneminin en büyük mülkiyet gaspı, geçtiğimiz Kasım ayında yasalaşarak yürürlüğe girdi. Bugüne kadar “kentsel dönüşüm” adı altında Tozkoparan’da, Fikirtepe’de yürütülen “rantsal dönüşüm” saldırısı, artık çok daha kapsamlı ve kitlesel mülksüzleştirmelere yol açacak.

Aslında bir süredir yasalara aykırı ve fiili biçimde uygulanıyordu bu saldırganlık. 6 Şubat’ta yaşanan depremler ise, yasal kılıfın hazırlanması ve saldırının pervasızca yaygınlaştırılması için bir fırsat yarattı egemen sınıflara. Deprem mağdurlarının konut sorununun çözülmesi bahanesi kullanılarak, “6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi” adındaki bu gasp yasası meclisten geçirildi.

Ancak saldırının, sadece AKP ile sınırlı bir politika olduğu düşünülmesin. Kendilerine “muhalefet” diyen partiler de bu tür saldırıların sessiz ortağı oluyorlar. Mesela bu yasa teklifi meclise geldiğinde, muhalefet milletvekillerinin büyük çoğunluğu oylamaya katılmadı; teklif sadece 82 oyla reddedilirken, 238 oyla kabul edildi. 

 

Tapu hakkı yok artık

Sınıflı toplumların temelini “mülkiyet hakkı” oluşturur. Mahkeme salonlarında, “mülkiyet”in en önemli unsur olduğunu belirtmek için, “Adalet mülkün temelidir” yazar. Sınıflı toplumla birlikte oluşan “tek tanrılı dinler”de, birinci yasak “çalmayacaksın”dır. Yani “mülkiyet” dince de kutsanmış, ona dokunmak yasaklanmıştır!

AKP açgözlülüğü döneminde ise, bu hak bile keyfi gaspın kapsamına girdi. Eğer egemenlerin göz koyduğu rantabl bir alanda mülk sahibiseniz, tapular hükümsüz, mülkiyet geçersiz sayılacak! Mesela merkezi alandaki evinizden kovularak, şehir dışındaki bir alana sürülebilirsiniz…

Yasadaki en önemli değişiklik, “rezevr alan” tanımının genişletilmesidir. Öncesinde, bir bölgenin “rezevr alan” ilan edilebilmesi için, “üzerinde yapı olmaması ve meskun mahal dışında yer alması” şartı aranıyordu; şimdi bu şart da kalktı. Şehir merkezinde olan, onlarca binayı barındıran alanlar, özel mülkler, parklar, askeri bölgeler artık “rezevr alan” ilan edilebilecek.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, istediği herhangi bir bölgeyi “rezevr alan” statüsüne alarak orada yıkıma başlayabilecek. Fikirtepe, Tozkoparan, Okmeydanı gibi stratejik önemdeki rantabl bölgelerde, artık yasal engellerle uğraşmasına gerek kalmayacak.

Ve bu statü belirlendiği anda, bölgedeki binalarda oturanların, mülk ve tapu sahiplerinin hiçbir söz hakkı olmadan, kendilerine dayatılan her şeye boyun eğmesi istenecek. “Rezerv alan” ilan edilen bölgelerdeki sağlam binalar bile zorla boşaltılacak; aynı alana yeni bir yerleşim kurulurken evine ne kadar değer biçileceği, yeni yerleşimde ev sahibi olup olmayacağı, ev sahibi olabilecekse ne kadar borçlandırılacağı vb. konularda hiçbir mülk sahibinin görüşü sorulmayacak; hepsi devletin tasarrufunda olacak.

Rezerv alandaki konutlar 90 gün içinde (mahkeme süreci dahil) boşaltılacak; bakanlık eğer isterse, eski mülk sahiplerine başka bir bölgeden konut verebilecek. Kadıköy’de onyıllardır oturan bir mülk sahibini Esenyurt’a ya da Kurtköy’e gönderebilecek mesela.

Daha yapının risk tespiti aşamasında, mülk sahibi devreden çıkartılıyor. Yeni yasaya göre, riskli yapı tespiti yapılırken, eğer mülk sahibi konutunda değilse ya da tespite izin vermiyorsa, polis ekiplerinin devreye girmesiyle işlem gerçekleştirebilecek; gerekirse çilingir yardımıyla kapılar açtırılacak.

Bugüne kadar “yerinde dönüşüm” uygulaması, hak sahiplerinin üçte ikisinin onayını alma zorunluluğunu taşıyordu. Yeni yasa ile, hak sahiplerinin yarıdan bir fazlasının onay vermesi durumunda, binanın kentsel dönüşüm süreci başlatılacak. Bu dönüşüm için borçlanan mülk sahipleri, borçlarının tamamını ödemedikçe tapuyu alamayacak, borçlarını ödeyemezse mülkiyet hakkını kaybedecek.

Riskli alan ilan edilen yerleşim yerlerinde, ikamet edenleri yıldırmak ve tahliyeyi zorlamak için elektrik, su, doğalgaz gibi hizmetler durdurulabilecek. Bakanlığın elindeki bu yetki “Kentsel Dönüşüm Başkanlığı”na devredilerek, işleri daha da hızlı ve kolayca halletmeyi planlıyorlar.

Yapılaşma sürecinde imar planı, ruhsat, iskan gibi işlemler genel olarak belediyelerden yapılırken, rezev alan ilan edilen bölgelerde tüm bu süreçlerde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tek yetkili olacak, belediyelerin yetkileri kaldırılacak. İstanbul’un göbeğinde bir bölgedeki iskan izni, CHP’nin elindeki İBB’den değil, doğrudan AKP’nin elindeki bakanlıklardan çıkacak.

Bu mülksüzleştirme zorbalığının engelsiz biçimde yürütülebilmesi için, tüm işlemler büyük bir hızla hallediliyor. Dava süreçleri hızlandırılıyor; bilirkişilerin bilimsel raporları için süre hızlandırılıyor; elektrik, su, doğalgaz kesilmesi işlemleri hızlandırılıyor; polis zoruyla tahliye müdahalesi hızlandırılıyor… İnsanların can güvenliği, mülkiyet hakkı, egemen sınıfların açgözlülüğü karşısında hükümsüzleşiyor…

Yeni yasanın en çok mağdur edeceği kesim ise kiracılar. İnşaat tekellerinin en fazla gözünü diktiği yerlerde, onyıllardır kiracı olarak yaşayan çok geniş bir nüfus var. Yasa bu kiracıları hiçbir biçimde dikkate almıyor; onların taşınma zorluklarını önemsemiyor. Adeta evin içindeki bir fazlalık, zaten evden atılması gereken bir eşya muamelesi yapıyor. Kiracılar, bir daha asla aynı fiyata, aynı koşullara sahip konutlar bulamayacakları alanlara sürülüyor.

 

Uygulamaya başladılar bile

Aslında Van depreminin ardından 2012 yılında çıkartılan Afet Yasası, Kentsel Dönüşüm Yasası gibi isimler taşıyan yasa, mülkiyet gaspı konusundaki öncü çalışmalardı. Bu yasalar da deprem ve afet risklerini önlemeye dönük çalışmaları yürütmeyi değil, devletin mülkiyet gaspı yetkilerini genişletmeyi hedeflemişti. Devlet, kentin önemli rant alanlarını riskli alan ve rezerv alan olarak belirleme yetkisine sahip olmuştu; müteahhitlere ise, konutların tahliyesinde anlaşmaya varamayanların haklarının gaspı gibi konularda kolaylıklar getirmişti. Bu yağmaya direnmek, evini boşaltmamak gibi karşı çıkışlar ise, “suç” olarak tanımlanmış ve hapis cezası öngörülmüştü.

O dönemden itibaren başlatılan “dönüşüm” çalışmalarının tümünün deprem riski olan bölgelerde değil, rant alanlarında gerçekleşmesi, asıl niyeti göstermektedir.

Tozkoparan, Fikirtepe, Beykoz, Okmeydanı gibi bölgelerde, o dönemde başlatılan saldırılar halen sürüyor. On yıldan uzun bir süredir evlerinden kovulan, evi yıkılan, yenisi yapılmayan, ilk yıl bittikten sonra kira yardımı kesilen, çok ciddi yoksullaşma yaşayan sayısız insan var. Devlet doğru düzgün bir sözleşme bile imzalamadan insanları evlerinden çıkmaya zorladı. O bölgede oturan emekçiler, büyük bir belirsizliğin içine terkedilirken, boşaltmak zorunda kaldıkları alanlara dikilen gökdelenlerdeki yağmayı seyrettiler.

Özellikle Fikirtepe’dekiler, devlete güvenmenin çaresizliğini yaşadı. Sıra Tozkoparan’a, Okmeydanı’na geldiğinde, geçmişin tecrübesi bir direniş örgütlemeyi başardılar. Bu bölgelerdeki halk, kesilen elektriğe-suya rağmen, hatta polis saldırısına rağmen, biraraya gelerek örgütlenmişler ve direniş odakları oluşturmuşlardı.

Yeni yasanın çıkmasının ardından, Üsküdar’da Kandilli Rasathanesi’nin yanında bulunan 29 Mayıs Sitesi’nde yaşananlar ise, kiracıların ne kadar büyük hak kaybı yaşayacağının örneği oldu. 134 konuttan 110 tanesinin mülkiyetinin Türkiye Diyanet Vakfı’na (TDV) ait olduğu site, çam ağaçları içinde, boğaz manzaralı, 3 katlı binaların olduğu bir alan. Üstelik binalar “riskli” değil. TDV’nin tek başına çoğunluğu oluşturuyor olması, diğer mülk sahiplerinin de, TDV’nin kiracılarının da tüm haklarını gaspetme hakkını veriyor. Ve bölgedeki konutların rayiç kira ve mülk bedelleri, 29 Mayıs Sitesi sakinlerinin hiçbiri, yeni yapılaşmada yer alamayacak, dahası o bölgede bir daha oturamayacak.

 

Hatay’da saldırgan mülksüzleştirme 

Yasa Kasım ayında meclisten geçer geçmez, Hatay’da Defne ve Antakya’ya bağlı, depremden önce 50 bin kişinin yaşadığı 8 mahalle (Armutlu, Elektrik, Akdeniz, Cebrail, Akevler, Gazi, General Şükrü Kanatlı ve Cumhuriyet mahalleleri) rezerv alan ilan edildi. Bu mahallelerin bir özelliği kent merkezinde, Asi Nehri’nin yakınında ve bu nedenle devletin göz diktiği en önemli noktada bulunmaları; diğer özelliği ise, devrimci mücadelenin güçlü olduğu, Gezi direnişinin en etkili yaşandığı mahalleler olmasıdır.

Bölgedeki binaların çoğu yıkılmış, ancak sağlam-hasarsız binalar da az değil. Fakat “rezerv alan” tanımlaması, hasarlı-hasarsız tüm binaların yıkılmasını ve yeni bir proje kapsamından yeniden yapılmasını kolaylaştırıyor.

Hatay’a ikinci saldırı ise, Aralık ayı başında Samandağ’dan geldi. Samandağ şehir merkezi “rezerv alan” ilan edildi ve merkezdeki mülklerin Hazine’ye devredildiği duyuruldu; hem de mülk sahiplerine gönderilen SMS mesajıyla. “Adınıza kayıtlı taşınmazın Hazine’ye devir işlemi yapılmaktadır” yazılı bir mesaj cep telefonuna geldikten sonra, istimlak paraları banka hesaplarına yatırıldı. Ancak istimlak bedeli çok düşük tutulmuştu. Çok küçük bir ödeme karşılığında, Samandağ merkezdeki mülklerinden kovulmuştu depremzedeler.

Üstelik Samandağ’daki “rezerv alan” ilanı, yasa çıkmadan 4 ay önce gerçekleşmişti. Yasa, Samandağ’daki saldırılara dayanak oluşturmak üzere hazırlanmış gibiydi. Merkezdeki çarşının tamamını kapsıyordu “rezerv alan” projesi; ve bu alanda yaklaşık 500 ev, 500 işyeri “sağlam” durumdaydı. 1,6 hektarlık alandaki sağlam ve hasarlı tüm binalar yıkılacaktı.

Samandağ’da istimlak ücretleri son derece düşük tutulmuştu; Defne ve Antakya’da ise, bir istimlak bedeli bile yoktu. Mahallelerin eski sakinleri tamamen dışında tutularak yeni bir şehirleşme planlanacak, sonrasında bu şehir merkezlerine çok zenginler ile yandaşlar yerleştirilecekti. Yasadaki belirsizlikler, dava hakkının tanınmaması, bilirkişi yerine devlet görevlilerinin tespit yapması gibi unsurlar, son derece keyfi uygulamaların önünü açıyor.

Bu şehirlerin elbette yenilenmesi, deprem hasarlarının giderilmesi gerekiyor; ancak orada yaşayan halkın ve kitle örgütlerinin kabul ettiği, onayladığı, zarara uğratılmadığı yöntemlerle. Şimdi hem Samandağ’da hem de Defne ve Antakya’da depremzedeler, gaspedilen konutları ve işyerleri için de direniyorlar. Üstelik daha hala ölülerinin acısı tazeyken, kayıp aile üyelerini aramaya devam ederken, içme suyu kuyruklarında günlük yaşam mücadelesini vermeye çalışırken, depremin bütün sarsıntısını yaşamlarının her alanında hissetmeye devam ederken…

* * *

2012’de çıkartılan Afet Yasası’nın depreme karşı direnç oluşturmak değil, rant elde etmek olduğunu, rakamlar ve haritalar da çok net gösteriyor.

İBB’nin çalışmalarına göre, İstanbul’da dönüştürülmesi zorunlu öncelikli alan sayısı 142. Ama 2012’den itibaren bu alanlardan sadece 2’sinde dönüşüm gerçekleştirilmiş. Diğerleri inşaat şirketlerine ve Körfez sermayesine peşkeş çekme, imar rantı ile milyarlarca dolar aktarma amacıyla yapılmış.

Mesela depremde en riskli ilçelerden biri olan Zeytinburnu’nda, yerleşim alanları değil tek katlı depo tarzı binaların olduğu Ambarlı bölgesinde lüks konut inşaatları gerçekleştirilmiş.

AKP’nin genel çalışmasına bakarsak, İstanbul 18 yılda orman alanlarının yüzde 10’unu, tarım alanlarının yüzde 23’ünü kaybetmiş. Zekeriyaköy gibi ormanlar yarılarak içine inşa edilen villa tipi siteler, Kağıthane’de sıfırdan “yaratılan” Vadi İstanbul, 3. Havalimanı inşası ile birlikte yerleşimin Kuzey Ormanları cephesine yayılması, Maltepe’de dağın yamaçlarına kurulan, Adalar manzaralı lüks siteler, Kanal-İstanbul vaadiyle el değiştirilen, yapılaşmaya açılan tarım arazileri…

Ve son olarak 6 Şubat depremlerinin hemen ardından Erdoğan’ın, İstanbul’un iki yakasında 500 bin nüfusluk iki yeni şehir inşa edeceğini açıklaması…

AKP, 18 yıllık “mega inşaat hareketi”nin coğrafi ve ekonomik sınırlarına dayandı. Yeni Afet Yasası, bu yağma ve rant saldırısına yeni alanlar açmayı hedefliyor. Bu defa kentin çeperlerinde değil, doğrudan en merkezi, en gözde noktalarında. Tıpkı Topkapı-Sulukule’deki Romanlar’ı Esenyurt’a sürdükleri gibi, merkezi yerlerde oturan kesimleri şehir dışına sürmeyi, onlardan boşalan yerlere lüks konutlar, iş-yaşam ve eğlence yerleri kurmayı planlıyorlar. Sadece kendi yandaşları için değil, Türkiye’de kendilerine yaşam alanları oluşturmakta olan Körfez sermayesi için de, uluslararası tekeller için de…

Hatay’dan ve Çengelköy’den başlatılan yeni saldırı dalgasını püskürtmenin tek yolu, güçlü bir karşıkoyuşun örgütlenmesidir.

Bunlara da bakabilirsiniz

Kürtlere saldırılar küresel boyutta

Artan saldırılara karşı tek seçenek birleşmektir. Kürtler neden küresel ve bölgesel bir saldırı altında yaşıyor. …

“Faili meçhul” cinayetlerin belgesi bulundu

1990’lı yıllarda Kürt işadamlarına yönelik arka arkaya cinayetler işlenmiş ve bunlar “faili meçhul” olarak gösterilmişti. …

Gazi Mahallesi’nde tacizci Aziz Gıda önünde eylem

Gazi Mahallesi’nde 12 yaşındaki kız çocuğunu taciz eden Aziz Gıda’nın sahibi Azmi Savi’nin serbest bırakılması …