Erzincan’ın İliç ilçesindeki Çöpler Altın Madeni’ndeki siyanür havuzu, 13 Şubat günü patladı. Toprak kaydı. 9 insanı yuttu. 10 milyon metreküp toprak, saniyede 10 metre hızla, toplamda 800 metre yer değiştirdi. Toprak, resmi rakamlara göre 300 dönümlük bir alana yayıldı. Siyanür toprağa karıştı.
İlk gün göstermelik biçimde arama-kurtarma çalışmalarının sürdürüldüğü söylenmişti, yetkililer tarafından. Ancak yağan yağmur altında, balçık halindeki toprağın aranamayacağını da anlatıyorlar konunun uzmanları. Keza, 300 dönümlük bir alanda, yer tespitinin yapılmasının mümkün olmadığını, cenazelerin asla çıkarılamayabileceğini de söylüyorlar.
Diğer sorun ise, toprağa, suya, yeraltı kaynaklarına ve Fırat Nehri’ne karışan siyanür… Yeni bir “Çernobil” yaşandığı ileri sürülüyor.
Siyanür madenciliği katliamdır
Anagold Madencilik, ABD merkezli SSR Mining ile Türkiye’den Çalık Holding’in ortaklığı ile kurulmuş bir şirket. 2010 yılından bu yana Çöpler Madeni’ni bu şirket işletiyor. Bu madende altın çıkarma faaliyeti değil, altın “üretimi” yapılıyor. Normal bir altın madeninde, toprağın içindeki altın parçacıkları çıkartılır. Altının parça değil mineral olarak bulunduğu madenlerde ise, siyanür havuzları kurulur. Toprak bu havuzların içine dökülüp, içindeki tüm değerli mineraller ayrıştırıldıktan sonra çıkan atık bir yere yığılır.
Çöpler’de yaşanan katliam, normal bir dağın çökmesi, toprağın kayması ile gerçekleşmedi; siyanür havuzundan çıktıktan sonra bir çukura yığılan ve zaman içinde çevresindeki dağlardan daha büyük bir yüksekliğe ulaşan bu toprak yığınının (“pasa” adı verilen atık toprak) çökmesi ile yaşandı. Herhangi bir toprak değil, siyanürle yüklü kimyasal bir toprak yüzlerce metre yol aldı, yüzlerce dönüm alana yayıldı. Yanısıra siyanür ve sülfirik asit boruları patladı, zehirli kimyasallar toprağa aktı.
Siyanür madenciliğinde 1 ton topraktan 1 grama yakın altın çıkartılıyor. Altın Madencileri Derneği, siyanürün en etkili ve en ekonomik yöntem olduğunu savunuyor. Doğanın katledilmesi, insanın yokedilmesi, suların zehirlenmesi, kanserin artması zaten onların sorunu değil.
Dünyada 19. yy sonlarından itibaren siyanür madenciliği kullanılıyor. Romanya’da 2000 yılında yaşanan maden kazasındaki siyanür sızıntısı, Çernobil’den sonra en büyük endüstriyel kaza olarak kayıtlara geçince, dünyada siyanür madenciliği azaltıldı, yapılanlar ise gizlendi.
Türkiye’deki kullanımı ise, tam da bu olaydan sonra, 2001 yılında Bergama’da başladı. Aslında maden şirketi 1990’ların başından itibaren Bergama’ya göz dikmişti. Bergama köylülerinin uzun mücadelesi sonucunda siyanür madenciliği öğrenildi; buna karşı tepki büyüdü. Ancak zamana yayılan biçimde ve devletin bütün olanaklarının kullanılmasıyla, direnen işçiler bertaraf edildi, direnişin önderleri katledildi ve 2001’de bu madencilik hayata geçirildi. Bugün Türkiye’de 20 civarında şirketin bu yöntemi kullanıldığı biliniyor.
Siyanür madenciliği, sadece bulunduğu alanı kirletmekle kalmıyor. Mesela Çöpler Madeni, Fırat Nehri’ne sadece 350 metre uzaklıkta. Madenden yeraltı su kaynaklarına sızan siyanür, Fırat Nehri’ni ve bölgenin su kaynaklarını zaten sistematik olarak zehirliyordu. Şimdi yaşanan pasa kaymasının ardından, Fırat’a ani ve çok büyük ölçekli siyanür karışması sözkonusu. Devlet yetkilileri elbette “önlem aldıklarını” ve bir sorun çıkmayacağını anlatıp duruyorlar. Oysa böyle bir şeyin önlemini almak mümkün değil. Ve Fırat’ın zehirlenmesi, Türkiye’de yanından geçtiği bütün kentlerin yanısıra, Suriye, Irak ve Basra Körfezi’ni de kirletecektir. Patlayan siyanür dağı, yağan yağmurun da etkisiyle, bu güce sahiptir.
Katil Anagold Madencilik, devlet, sendika
Böylesi olaylar, burjuva basında ve devletin ağzında bilinçli bir biçimde “kaza”, “felaket”, “facia” gibi kavramlarla tanımlanır. Oysa deprem, maden patlaması vb. büyük yıkımların asıl sorumlusu her zaman kapitalizmin kar hırsıdır. Devlet ve patronlar göz göre göre bir katliamın-yıkımın yolunu açmışlardır; işbirlikçi sendikalar da her zaman bu katliamın ortağıdır.
Çöpler Madeni’nin kurulma sürecinin her aşamasında TMMOB’tan bölgedeki kitle örgütlerine kadar çok geniş bir kesim, madenin zararlarına, yaratacağı yıkımlara dikkat çekmiş, çok sayıda raporlarda bu yıkımlar bilimsel olarak ortaya konmuştur. Buna rağmen, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum başta olmak üzere devlet bürokratları, ÇED raporlarında ve diğer resmi belgelerinde her şeyi örtbas ederek, şirketin istediği izinleri verdiler; madenin çalışmasının önündeki engelleri kaldırdılar. Bu “engeller”in içinde, madene karşı eylem yapanların engellenmesi ya da tutuklanması da vardı; şirketin bölgedeki halkta “rıza” oluşturması için olanak sağlamak da… Belli “rüşvet”ler karşılığında, sadece 1-2 km uzaklıktaki köylerin halkının şikayet, tazminat vb. hakları gaspedildi.
İşbirlikçi Maden-iş sendikası da işçilerin değil, patronun yanındaydı. Bugüne kadar işçilerin, çalışma koşullarına ilişkin hiçbir uyarısını dikkate almadı; en ağır ve güvensiz koşullarda çalışma dayatmasının bir parçası oldu sendika. İşçiler sorunları ifade ettiğinde baskı ve tehditle sindirmeye çalışıyordu. Tam da bu nedenle işçiler, katliamdan iki hafta önce Türkiye Maden-iş sendikasından toplu olarak istifa ederek Bağımsız Maden-iş sendikasına üye olmaya başlamış, ancak patronun engelleri ile karşı karşıya kalmışlardı.
İşçiler, madendeki bütün sıkıntıları biliyor ve anlatıyorlar. Mühendis olmak gerekmediğini, sözkonusu toprak yığınında gözle görülür çatlaklar oluşmaya başladığını görmüş, uyarmışlar. Keza madende kullanılan dinamitlerin kentin yerleşim yerlerinde etkili olduğunu, binaları salladığını, ama maden şirketinin pervasızca çalışmaya devam ettiğini söylüyorlar.
Haziran 2022’de bu madende yine siyanür sızıntısı olduğu haberleri basında yer almış, kısa bir süre şirket kapalı kaldıktan sonra, yine devlet izinleri ve raporları ile madenin çalışmasına devam edilmişti.
Dahası madenin aktif bir fay hattı üzerinde olduğu, çok küçük bir depremde bile o siyanür havuzlarının, atık toprak yığınının patlayacağı biliniyor. Buna rağmen insanın, doğanın yağmalanması devam ediyor.
Hep birlikte örtbas çabası
Şimdi yine devlet-şirket ortaklığı ile katliamı örtbas etmeye çalışıyorlar. Yetkililer bir sorun olmadığı konusunda kitleleri ikna etmeye çalışıyorlar. Bu arada, bölgeye gelerek durumu anlamaya çalışan Dersim İHD yetkilileri gözaltına alınıyor. Gelemesinler, görmesinler, yalanlarını ortaya çıkartamasınlar diye… Dersim’den Erzincan’a geçiş yasaklanıyor bir anda. Erzincan’dan ise bölgeye giriş tamamen kapatılıyor. Mesela bölgedeki köylere geçiş, o köylerde yaşayan köylüler açısından bile yasaklanıyor. Bir yasak da şirket tarafından koyuluyor. İşçilerin konuyla ilgili açıklama yapmasını engellemek için tehditler savruluyor.
Ancak onların bu çabası, yaşanan insan ve doğa katliamını örtbas etmeye yetmiyor. Göstermelik olarak gözaltına alınan birkaç mühendisin, saha sorumlusunun üzerine katliamın sorumluluğunu yıkmaya çalışmak da onları kurtarmaya yetmeyecek.
Maden şirketlerinin devletle işbirliği halindeki bu büyük yağmasını durdurmanın, yaşam hakkımızı savunmanın yolu daha büyük mücadeleden geçiyor.