İşçi Emekçi Birliği’nin düzenlediği “Sınıf hareketinin durumu, deneyimlerimiz ışığında NE YAPMALI” konulu panel, 25 Şubat Pazar günü, Şişli Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Saygı duruşu ile başlayan panel, 4 oturum halinde ve 22 kurumun katılımıyla yapıldı. Konuşma sırası, kura yöntemiyle belirlenen panelde, konuşmacılar sınıf hareketinin sorunlarına dair değerlendirmelerini yaptılar ve önerilerini sundular.
Panel’de Proleter Devrimci Duruş adına yapılan konuşmanın metnini yayınlıyoruz:
* * *
Sınıf mücadelesinin yaşadığı sıkıntılara ilişkin “Ne yapmalı” sorusuna genellikle “sınıf içindeki çalışmaları artırmak” üzerinden yanıtlar verilir. Bu doğrudur, ancak eksiktir. Sınıf çalışmasının nasıl yapıldığı, kimin yaptığı, sınıfa ne götürdüğü ve sınıftan ne istediği gibi bir sürü soruyla birlikte yanıtlamak gerekir bunu. Çünkü devrimcisinden reformistine, gericisinden düzen partisine her kesim, zaten kendi sınıf çalışmasını, kendi anladığı biçimde yürütür. Daha çok işçiyle tanışan, daha çok işçiyi bir eyleme ya da etkinliğe çağıran bir kurum, gerçekten sınıf çalışması yürütüyor olabilir mi?
Aslında sorun, nicelikte değil, niteliktedir. Daha fazla sayıda insanı mücadeleye çekmeyi başarabiliriz. Ancak bu kişilerin bilincini değiştirip dönüştürmüyorsak, daha nitelikli eylemler yapmıyorsak, sadece sayısal fazlalık, sorunu çözmeye yetmez. Mesela, 1 Mayıs günü Maltepe’deki icazetli alanda yüzbinlerce kişi toplanabilir. Ancak Taksim’i zorlayan 15-20 kişinin yarattığı etki, Maltepe’deki mitingden çok daha büyüktür, burjuvaziye saldığı korku çok daha derindir.
Nicelik değil nitelik önemli dedik. Ya da şöyle ifade edelim. Sınıf mücadelesinde belirleyici unsur, kitleselleşme değil, örgütlenme sorunudur. Kitleselleşmek ile örgütlenmek, birbirinden çok farklı iki konudur. Kitle kavramı bir “yığın”ı ifade eder, şekilsiz ve gevşektir; örgüt kavramı ise bir güçtür, Hedefi, iradesi, yol haritası, programı, tüzüğü olan bir güç.
Ve her sorunun özü örgüt sorunudur, örgütlenme sorunudur.
İşçi sınıfının iki örgütü vardır: İşçiler örgütü ve devrimciler örgütü.
Sendikalar, işçi sınıfının en geniş örgütlenmeleridir; daha doğrusu öyle olmalıdır. Oysa sendikalar, her geçen gün işçi sınıfından biraz daha uzaklaşmakta, işçi sınıfının güvenini kaybetmektedirler.
Mesela Ocak ayında işçi-sendika istatistikleri açıklandı. Baktığımızda DİSK’in üye sayısı artıyormuş gibi görünüyor. Daha dikkatli baktığımızda, bu artışın asıl olarak Genel-iş sendikasında olduğunu görüyoruz. 2019’dan bu yana Genel-iş’in üye sayısı yaklaşık 50 bin artmış. Bu artışın bir sınıf mücadelesiyle değil, DİSK’in CHP’li belediyelerle kurduğu ilişki üzerinden olduğu açık. CHP’li belediye başkanları sınıf mücadelesinin bir parçası değil, belediye işçilerinin patronudurlar. DİSK ise mücadele ederek hak kazanmak yerine, masabaşı diyaloglarla TİS imzalamaktadır artık. DİSK, işçi sınıfının çıkarları için mücadele eden bir örgütlenme olmayınca, üye işçiler de örgütlü bir güç değil, bir yığına dönüşür.
DİSK için sadece CHP ile değil, TÜSİAD’la da görüşme yapmak normalleşmiştir, faşist Akşener’le de. “Devrimci” sendikanın başkanı, faşist partinin faşist başkanı ile, işçi sınıfının hangi sorununu konuşur? “Devrimci” sendika başkanı, patronların örgütü TÜSİAD’la, işçilerin sömürülmesine ilişkin hangi çözümü üretir?
Yöntem bu olunca, “diyalogcu sendikacılık” diye yeni bir kavram üretilmiştir. Sendikacılar dosyalar, raporlar hazırlayarak yollara düşüyor; parti başkanlarından randevu alıyor, hiçbir somut kazanım üretmeyen, hamaset dolu konuşmalar yapıyor ve birlikte fotoğraf çektiriyorlar. Sonuç, sıfır.
Başka bir örnek verelim. Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, Ağustos ayından itibaren hem sokak eylemleri hem okul içi direnişlerin örgütlendiği güçlü-mücadeleci bir sürecin ardından Ocak ayında Ankara’da meclis önünde bir eylem yaptı. Sonuç? Bakan yardımcısı eylemin içine geldi ve bakanla randevu koydu. Düzen partileriyle de, hükümetle de, patronların temsilcileriyle de böyle görüşmek gerekir işte. Onların “makam”ına çıkmak için sen uğraşmazsın; onlar rahat koltuklarından kalkıp senin eylemine gelirken sloganlarla karşılarsın.
Devletin açıkladığı son rakamlara göre, çalışanların sadece yüzde 15’i sendikalı. Özel sektöre baktığımızda, bu oran yüzde 2’ye kadar düşüyor. Sendikal mücadele bugün en geri sınırlarına çekilmiş durumda. Ücret sendikacılığı bile doğru düzgün yapılmıyor, çok küçük bir kesim dışında işçiler sendikaya üye olmanın bir faydasını görmüyor, üye olduğu sendikanın da kapısından içeri girmiyor. Ve bunun bütün suçu, işçilerin üzerine yıkılıyor.
Mesela uzlaşmacı sendikacılar genel olarak şöyle konuşur: “Siz bu işçileri bilmezsiniz; ücretleri dışında hiçbir şeyle ilgilenmezler”.
Reformistlerin yaklaşımı da şöyledir: “Saldırılar biraz daha büyüsün, halk biraz daha yoksullaşsın, o zaman daha büyük kitle patlamaları gerçekleşir”
Bunların ikisi de, işçi sınıfını kendiliğindenciliğe mahkum eden, sınıfın kendiliğinden bilincinden medet uman, önderlik sorunun tamamen yok sayan, mücadele odaklı bir sınıf çalışması yürütmeyen yaklaşımlardır. Bu kesimler kimi zaman kitleselleşir, kimi zaman kitle kaybeder. Ama her iki durumda da sınıf mücadelesine bir faydaları olmaz.
Oysa bugün kitleler örgütlenmeden ve mücadeleden uzak duruyorsa, biz henüz onlara ulaşamadığımız, onlara doğru politikalarla yaklaşamadığımız içindir. Çünkü Marksizm-Leninizm bir bilimdir ve her bilim dalı gibi, kimse kendiliğinden öğrenemez, birilerinin öğretmesi gerekir. İşçilerin kendiliğinden bilincinin sınırları vardır; canlarını yakan belli durumlarda harekete geçerler. Ancak bu hareketin sıçrama yaratabilmesi için, kendiliğinden bilinç yetmez, proletaryanın bilimsel öğretileri doğrultusunda bir müdahale gerekir.
Bu müdahaleyi kim yapacak?
İşçi sınıfının iki örgütünden birisinin sendikalar olduğunu söyledik. Ancak sendika yönetimleri sendika ağalarının tekeline alınmış durumda. Bunlar işçilerin değil, patronların temsilcisidirler ve görevleri işçi sınıfını kontrol altında tutmak, eylemini etkisizleştirmek, en ağır saldırılara bile razı olmasını sağlamaktır. Türk-iş başkanının asgari ücretin açıklandığı toplantıda, mikrofonun açık olduğunu farketmeyerek “neyse eyleme fırsat vermeden ucuz atlattık” diye sevinmesini hatırlayalım.
Sendika ağalarını eledik, bu sendikaların yüzbinlerce üyesini eleyemeyiz. Keza bu sendikaların içinde mücadele etmeye çalışan kimi yerel yöneticileri, işyeri temsilcilerini, devrimci-demokrat işçileri de. Ayrıca son dönemde öne çıkmaya başlayan mücadeleci sendikalar da sözkonusu.
Burada “Devrimci işçiler sendika yönetimine” sloganı önem kazanıyor. Genel olarak işçilerin sendika yönetimine gelmesini savunanlar da var. Ancak sınıf bilincine sahip olmayan işçi, o yönetim koltuğuna oturduktan sonra, patronlar ya da sendika ağaları tarafından rahatlıkla satın alınabilir, kandırılabilir, o da bir sendika ağasına hızla dönüşebilir. Bu nedenle önceliğimiz, devrimci işçilerin bulundukları yerlerde temsilci olması, sendika yönetimlerine gelmesidir.
İkincisi, taban örgütlenmeleri yaratılmalıdır. Taban örgütlenmeleri işçilerin en temel örgüt biçimidir ve bu örgütlenmeler aracılığı ile sendikalar üzerinde baskı oluşturup taleplerini doğrudan ifade edebilirler.
Üçüncüsü, genel olarak işçilerin, özel olarak da öncü işçilerin eğitilmesi konusu hayati önemdedir. İşçilerin patronlara karşı mücadelesi, bir “sınıf savaşı” olarak tanımlanır. Bu savaşın bir tarafında duran patronlar, işçileri sömürebilmek için gereken tüm bilgi ve donanımla kuşanmışlardır. Üstelik devletin bütün zor aygıtı, polisi, mahkemesi, burjuva basını, patronların yanındadır, onların çıkarlarını savunur. Öncü işçiler ise çoğunlukla kendi kişisel deneyimlerinin ötesinde fazla bilgi sahibi değildirler; bu nedenle egemen sınıfların fiili ya da ideolojik saldırıları karşısında yenilgiye uğramaları ihtimali yüksektir. En önemli avantajları, yaşadıkları hak gaspına duydukları öfkenin büyüklüğüdür. Bu öfkeyi doğru kanala akıtmanın yolu, eğitimden geçer.
Bu nedenle sınıf çalışmasının da sendikal çalışmanın da en önemli unsurlarından biri eğitim çalışması olmalıdır. Çok yönlü bir eğitim çalışması olmalıdır bu. Bir taraftan üzerinde yaşadığımız topraklardaki sınıf mücadelesi tarihi, bir taraftan dünya proletaryasının deneyimleri öğrenilmelidir. En önemlisi de proletaryanın ideolojisiyle donatmaktır.
İşçi sınıfının devrimci öncüleri güçlendikçe, sınıf mücadelesi de güç kazanacaktır.
İşçi sınıfının iki örgütü olduğunu söylemiştik. İkinci örgüt ise devrimciler örgütüdür. İşçiler örgütü ile devrimciler örgütü arasında kopmaz bir bağ vardır. Mesela devrimci mücadelenin yüksek olduğu dönemler, işçi örgütlerinin de çok güçlü olduğu, işçi kazanımlarının da büyük olduğu dönemlerdir. Bugün devrimci yapıların güç kaybı, sınıf çalışmasındaki zayıflamanın da temel nedenidir.
İşçiler örgütü ve devrimciler örgütü karşılıklı birbirini güçlendiren bir nitelik taşır. Devrimciler örgütünü dışlayan bir sendikal anlayış, ideolojik gıdasından yoksun kalır ve işçilerin mücadelesini en geri, düzeniçi biçimlerle sınırlar. İşçi sınıfından kopuk bir devrimci örgütlenme ise, maddi gücünden yoksun kalır, bürokratlaşır.
Öyleyse örgütleneceğiz. İşçi sınıfına gideceğiz. Ama proleter bilinçle donanmış olarak, kendimizi sürekli yenileyerek, güçlendirerek, eğiterek. Burjuvaziye karşı proletaryanın çıkarlarına kenetlenmiş olarak… Ekonomik mücadeleyle politik mücadeleyi birleştirerek.