“Her ölüm erken ölümdür” der şair. Bir yoldaşın ölümü ise hep erkendir. Hele ki, hayal ettiği gibi bir ölüm yaşamamışsa…Biliriz ki, devrimciler, kavga alanlarında çarpışarak ölmeyi hayal ederler. Bu yüzdendir ki, bir kaza sonucu veya hastalık sonucu yitirdiğimiz yoldaşlarımız için, “ölüm adın kalleş olsun” sözünü daha yürekten söyleriz.
Talat’ı da bir kalp krizi sonucu 43 yaşında kaybettik. Daha nice kavga yılları vardı önünde yaşayacak. Kafaca ve ruhen çok gençti. Çok hareketli ve hızlıydı. Deyim yerindeyse 20’li gençlere taş çıkarırdı. Ruhu gençti. Onun gençliğini en çok eylemlerde, pratik faaliyetlerde görürdünüz. Hızlı bir şekilde önlüğünü giyer, flamayı en yüksekte dalgalandırırdı.
Kapitalist sistem, işçi ve emekçilere yoksulluk, işsizlik, sömürü, iş cinayetlerinde ölümden başka bir şey vermiyor. Bu koşullar zaten işçi ve emekçileri devrimci yapıyor. Devrimci mücadele, sömürücü sisteme başkaldırıdır; sömürünün olmadığı bir toplumsal sistemi getirme kavgasıdır.
Talat yoldaşımız da kapitalist sisteme duyduğu öfkeden dolayı devrimci saflarda yer aldı. Bingöllü Alevi bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da doğdu. Ailesi yoksul yaşamdan kurtulmak ve daha iyi bir yaşam umuduyla 1965’lerde İstanbul’a taşınmıştı. Yoksulluk İstanbul’da da ailenin peşini bırakmadı; kıt-kanat geçindiler. Yoksulluk koşulları, Talat’ı ilkokulu bitirir bitirmez çalışma hayatına sürükledi. Fabrikalarda, inşaatlarda, kargo ve temizlik işlerinde, bulabildiği her işte çalıştı. Erken yaşlarda devrimcilerle tanıştı, o günden itibaren yüreği hep devrimden yana attı.
İhtilalci komünistlerle 2005 yılında tanıştı. Kısa sürede örgütlendi. Artık devrimci bir işçiydi o. Girdiği işyerlerinde bu farkını gösterirdi. Bu yüzden patronlar tarafından sık sık işten atılırdı. İşçilerin beğenisini alırken, reformist-işbirlikçi sendikacıların tepkisini de üzerine çekerdi. UPS kargo işyerine sendikanın girmesinde önemli payı oldu. Fakat bürokratik-işbirlikçi sendikacılarla da kıyasıya tartışmalar yaşadı.
Talat’ı tanıyan herkes, onun “eylem adamı” yönünü bilir. Bir mitingde yüksek yere pankart mı asılacak; ilk akla gelen Talat’tır. O kısa ve zayıf bedeniyle, hızla tırmanırdı yükseklere. Zaten kendisi “şurası iyidir buraya pankart asalım” önerisiyle hazır gelirdi. İşareti alır almaz kaşla göz arasında pankart asılmış olurdu. Gezi Direnişi’nin yıldönümlerinde, yasaklı Taksim 1 Mayıs’larında yer aldı. Cesurdu. Hızına çok güvenirdi. “Yoldaş yakalanacaksın” uyarılarına “onlar beni yakalayamaz, bana yetişemezler” diye cevap verirdi. Gerçekten de öyleydi. Yaratıcıydı aynı zamanda. Mesela çöp konteynerinin arkasına saklanarak polislere doğru yürütürdü. “Yürüyen çöp konteyneri”ni gören polisler çok şaşırırdı. Yapacağını yaptıktan sonra hızla uzaklaşırdı oradan.
Yasaklı 1 Mayıs’larda polis ablukasını aşıp Taksim Meydanı’na pankart açan yoldaşlarımızdan biriydi. Kitleler onu Taksim 1 Mayıs çatışmalarından tanırdı. Panzerlerin önünde flamasıyla oturan resmi, bir direniş simgesi oldu. Bu eylemlerde iki kez gözaltına alındı, ifade vermeme geleneğini sürdürdü. Oturduğu emekçi semti Gülsuyu’nda, yapılan eylem ve etkinliklerin -bizim dışımızda gelişenler de dahil- neredeyse hepsine katıldı.
Bu zalim sömürücü sistemi defetmek için katıldı sınıf kavgasına. Ürettiğimiz değerlere el koyan bir avuç sömürücüyü tarih sahnesinden silmek, sömürünün olmadığı bir dünyayı, işçi sınıfının iktidarını kurmak için atıldı kavgaya. Yoksulluk ve sağlık sorunları, nice işçinin, emekçinin hayatını aldı. “Paran kadar sağlık” politikasıyla yoksul emekçiler ölüme terkedildi. Talat da bu kar hedefli kapitalist sağlık sisteminin sonucunda aramızdan ayrıldı.
Tam da pandeminin başladığı günlerde geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. İşçi önsezisiyle pandemide en çok işçilerin öleceğini de tahmin etmiş ve ölümünden bir gün önce ailesiyle bu doğrultuda konuşmuştu. Devrim tarihinin çok önemli bir gününde, 8 Mart’ta kaybettik Talat’ı. Onu unutmadık, unutmayacağız.