Rusya’nın başkenti Moskova’da 22 Mart akşamı bir konser salonuna gerçekleştirilen bombalı saldırıda 144 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. 100 kişi halen kayıp, cenazelerine ulaşılamadı. Binada konser sırasında yaklaşık 6 bin kişi vardı. Saldırganlar binada rastgele ateş açıp ardından binayı ateşe vermişti. Yangın, yaralılara hızla müdahaleyi engellediği gibi, ölü sayısının artmasına da neden olmuştu.
Saldırıdan iki hafta önce ABD, Rusya’daki vatandaşlarına bir uyarı yayınlamış ve Moskova’da “konserler dahil toplu etkinliklerin hedef alınabileceğini” söylemişti.
Saldırıyı düzenleyen 4 dört kişi hızla yakalandı. Saldırıyı IŞİD-Horasan adlı örgütün yaptığı ileri sürüldü. Ardından ABD, bu saldırının Ukrayna ile bir ilgisinin olmadığını kanıtlamak için tam bir seferberlik başlattı. Ülkemizde de Amerikancı olduğu bilinen akademisyenler-gazeteciler başta olmak üzere, geniş bir kesim IŞİD’in bu saldırıyı neden gerçekleştirdiği üzerine sayısız konuşmalar, açıklamalar yaptılar, dikkatleri Ukrayna’dan uzaklaştırmak için uğraştılar.
Neden IŞİD öne sürüldü
Bu saldırıyı IŞİD’in ya da benzer radikal İslamcı çetelerin düzenlemiş olması ihtimali var elbette. Rusya onlarca yıldır Çeçenistan başta olmak üzere Kafkaslarda radikal İslamcı örgütlere karşı bir mücadele ediyor. Suriye savaşı başladıktan sonra bu çetelerin Suriye’ye aktığı, Rusya’ya karşı savaşı Suriye topraklarında sürdürdüğü biliniyor. Suriye savaşında IŞİD’in yenilgisi kesinleştiğinde, ABD ve Türkiye, bu çetelerin bir kısmını Libya’ya taşıdılar ve Rusya’nın desteklediği General Hafter’e karşı kullandılar. Ardından Ukrayna savaşı başlayınca, bu çeteler Rusya’ya karşı savaşabilecekleri yeni bir saha bulmuş oldular.
Kafkas kökenli cihatçı çeteler, geçmişte Rus halkını hedef alan başka eylemler de düzenlemişti. 2015’te Mısır’ın Sina Yarımadası üzerinde bir Rus uçağının bombayla patlatılması, 2017’de St. Petersburg metrosuna bombalı saldırı yapılması gibi, doğrudan sivillere dönük eylemleri biliniyor. Böyle bir tarihsel arka-planın olması, bugün Moskova’da yaşanan saldırı için “IŞİD yaptı” iddiasını güçlendiriyor.
Ancak IŞİD-H’nin saldırıyı doğrudan üstlenmesi yok; dolaylı biçimlerde ona atfediliyor. Üstelik IŞİD, saldırılarında asıl olarak intihar bombacısı kullanıyor; Moskova saldırganları ise eylemin içinde ölmek yerine, planlı biçimde Ukrayna’ya doğru kaçış hattı izlediler; bu da IŞİD’in genel yaklaşımına uymuyor.
Asıl önemli olan, saldırıyı kimin düzenlediği de değil. IŞİD, ABD tarafından kurulmuş ve ABD’nin çıkarları doğrultusunda faaliyet yürüten bir örgüt. Bugün de ABD’nin taşeronu olarak radikal İslamcı çeteler böyle bir saldırıyı gerçekleştirmiş olabilir. Diğer taraftan Suriye ya da Afgan savaşının artığı silahlı küçük grupların, para karşılığı tetikçilik yaptıkları da biliniyor. Her iki durumda da, saldırgandan çok, saldırı emrini verene, saldırıdan fayda sağlayana bakmak gerekiyor. Böyle bakınca, hedefte ABD’nin durduğu görülüyor.
Burada IŞİD’in neden yeniden ileriye sürüldüğü önem kazanıyor.
Birincisi, IŞİD’in varlığı, ABD’nin Ortadoğu başta olmak üzere savaş bölgelerinde varolma koşuludur. ABD, “IŞİD’e karşı savaşma” bahanesiyle çeşitli ülkelerde asker bulundurmaya, askeri üs kurmaya devam etmektedir. IŞİD artık bittiyse, ABD’nin mesela Suriye’deki askeri varlığı için bir gerekçe kalmamış demektir. Aynı durum Irak için de geçerlidir. Saldırıdan kısa zaman önce Irak Hükümeti’nden böyle bir talep de gelmiştir. Bu nedenle IŞİD’in zaman zaman kitle katliamı gerçekleştirmesi, ABD’nin savaş politikaları ile uyumludur.
İkincisi, dikkatleri IŞİD’e çevirmeye çalışmak, Ukrayna savaşını gözlerden gizleme çabasının ürünüdür. Rusya’nın, saldırı sonrasında saldırganları bulmasına rağmen, yakalamayarak takip ettiği ve telefon görüşmelerini dinlediği belirtiliyor. Böylece kaçış güzergahları ve kimlerle irtibatlı oldukları tespit ediliyor. Ve saldırganlar, Ukrayna sınırına yaklaştıklarında yakalanıyorlar.
Ukrayna savaşında yeni arayışlar
Ukrayna savaşı ikinci yılını doldururken, Batılı emperyalistler açısından belli bir tıkanma noktasına ulaşmış durumda.
2023 yaz aylarında, Rusya’nın savunma hattını delme hedefiyle, Ukrayna ordusu büyük bir saldırı başlatmış, ancak başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bu saldırı sonrasında Ukrayna-Rusya savaşı, 1500 km.lik cephe hattı boyunca belli bir dengeye girerken, Ukrayna ordusu hem asker hem de silah-mühimmat sıkıntısı yaşıyor. Savaşın ilk yılında, Rusya ve Ukrayna ordularının kayıp oranının 1’e 5 olduğu (yani 1 Rus askerine karşılık 5 Ukrayna askeri ölüyor), savaşın 2. yılının sonunda ise bu oranın 1’e 20’ye çıktığı (1 Rus askerine karşılık 20 Ukrayna askeri ölüyor) belirtiliyor. Ukrayna’da bir kuşak, savaş içinde yokediliyor. Ordudaki yaş ortalamasının 46’ya çıktığı söyleniyor.
Bu koşullarda Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky, geçtiğimiz Şubat ayında Genelkurmay Başkanı’nı görevden alarak yerine, doğrudan Amerikancı kimliği ile bilinen, 2013’ten bu yana orduda NATO standartlarını oluşturmaya çalışan Aleksandr Sırskiy’i atadı. Sırskiy ilk açıklamasında “yeni yaklaşımlara ve yeni stratejilere ihtiyacımız var” dedi ve “asimetrik savaş”a ağırlık vereceklerini söyledi.
Askeri terimle “asimetrik savaş” klasik savaşın dışına çıkmayı, her türlü saldırıyı içeriyor. Nitekim son dönemde Rus askeri güçlerine ve Rusya’nın belli bölgelerine karşı drone ve füze saldırılarında bir artış oldu. Aynı stratejinin bir parçası da, savaşı Rusya’nın içine taşımak, Rus halkını savaşın içine çekmektir. Çünkü savaşın başından bu yana Rus halkının Putin’e ve savaşa desteği artıyor. Rus halkının savaştan zarar görmesi ve savaş karşıtı duyguların gelişmesi, Ukrayna’nın çıkarına olacaktır.
“Yeni strateji”nin bir başka boyutu ise, Moskova katliamının ardından, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırılarının sertleşmesini hedefliyor olabilir. Gerçekten de Moskova saldırısının ertesi günü, Rus ordusu Ukrayna’ya ağır bir bombardıman gerçekleştirdi. Rusya’nın saldırganlaşması, savaşta oluşmuş ve Ukrayna için bir yenilgi anlamına gelen dengeyi bozacak bir unsurdur. Çünkü Rus saldırganlığı, Ukrayna’nın ve Batılı emperyalistlerin, “Rusya savaş suçu işliyor”, “Ukrayna düşerse ardından sıra Polonya’ya, Romanya’ya gelecektir”, “Ukrayna düşerse NATO ile Rusya karşı karşıya kalır” çığırtkanlığının yükselmesine ve Batılı emperyalist orduların savaşa daha doğrudan dahil olmasına yol açabilir.
Son haftalarda bu yöndeki işaretlerde bir artış sözkonusu. Mesela Fransa Başbakanı Macron, Şubat ayı sonunda 20 Batılı ülke lideriyle Paris’te bir görüşme gerçekleştirerek, Batılı ülkelerin Ukrayna’ya asker göndermesi ihtimalini tartıştı. ABD Savunma Bakanı ile Polonya Dışişleri Bakanı da bu açıklamayı destekler demeçler verdiler. ABD Savunma Bakanı, “Rusya’nın kademeli toprak kazanımlarından büyük kaygı duyduğunu” açıkladı.
Ocak ayında İngiltere’nin Karadeniz’e mayın avlama gemilerini göndermek istemesi, Ukrayna’ya askeri yardım çabasının bir başka örneği olmuştu. Türkiye, “Montrö Sözleşmesi’ne aykırı” olduğu gerekçesiyle, İngiltere’nin bu talebini reddetti ve bu nedenle “böyle NATO müttefiki mi olur” diye eleştirildi. Ancak İngiltere’nin bu girişimi, Ukrayna’ya yeni bir soluk borusu açma hedefini taşıyordu.
Bu süreçte NATO uçaklarının Karadeniz sularında sıradışı biçimde hareketlendiği de görüldü. Bu hareketlilik üzerine, NATO’nun Kırım Köprüsü’ne saldırı düzenlemesi ihtimali de tartışıldı.
ABD, Ukrayna savaşına daha fazla maddi ve askeri kaynak gönderilmesini istiyor. Bugüne kadar kendisi milyarlarca dolarlık yardım yapmış olduğu için, desteğin Avrupa ülkelerinden çıkmasını zorluyor. Bu konu, özellikle asker göndererek doğrudan savaşa dahil olunması, bundan sonra daha fazla tartışılacakmış gibi görünüyor. Polonya’nın kendisini Ukrayna’dan sonraki en önemli hedef olarak görmesi; İngiltere’nin Odessa Limanı’nı ne pahasına olursa olsun savunma ve Rusya’ya kaptırmama politikası; Fransa’nın Ukrayna savaşında Avrupa’nın liderliğini üstlenme çabası; Almanya’nın Taurus füzelerini Ukrayna’ya verme niyeti gibi unsurlar, savaşı yeniden tırmandırma hedeflerini ortaya koyuyor.
Bu konuda bir önemli gelişme de, Moskova saldırısının hemen ardından Yunanistan topraklarında yaşandı. Ege kıyısındaki Dedeağaç Limanı, bir süredir Doğu Avrupa’da askeri varlığını artıran ABD için önemli bir merkeze dönüştü. ABD bu limanı hem sevkiyat hem de depolama merkezi olarak kullanmaya başladı. 25 Mart günü ABD ve NATO’ya ait tankları Bulgaristan ve Romanya üzerinden Ukrayna’ya taşıyan tren, Dedeağaç çıkışında Yunanistan Komünist Partisi üyelerinin yaptığı protesto eylemi sırasında durduruldu.
Ukrayna savaşı büyür mü?
Ukrayna’da Zelensky yönetimi, Batılı emperyalistleri savaşın içine çekmek, daha fazla mali ve askeri destek almak için büyük bir çaba harcıyor. 2014’ten bu yana Ukrayna’da CIA üsleri kurmakta olan ABD başta olmak üzere, Batılı emperyalistler de bu desteği vermek istiyorlar aslında. Ancak temkinli davranmak zorunda kalıyorlar.
Bunun birinci nedeni, Ukrayna yönetiminin giderek daha sorunlu hale gelmesi. Zelensky’nin yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkmış durumda. Ve savaş için gönderilen mali kaynakların önemli bir bölümünü kendi zimmetine geçirdiği biliniyor.
İkincisi, Ukrayna’nın çizmeye çalıştığı savaş tablosu gerçeği yansıtmıyor. Ukrayna yönetimi, Rusya’nın doğuda sıkışmış olduğunu, Batının yardımıyla Rusya’yı geri püskürtebileceklerini anlatıp duruyor. Oysa Rusya, savaşın ilk aylarında tüm Ukrayna’yı savaş alanına çevirip hızlı bir zafer elde edemeyeceğini gördüğünde, kendisi için güvenli alana çekildi ve Ukrayna ordusuna karşı oldukça etkili bir “yıpratma savaşı” yürütmeye başladı. Üstelik Kırım ile Rusya arasında bulunan tüm kıyı şeridini ve Donbass bölgesini (toplamda Ukrayna topraklarının yüzde 18’i Rusya’nın kontrolünde) güvence altına aldı. Böylece Ukrayna’nın Karadeniz’le tek bağlantısı Odessa ile sınırlandı.
Üçüncüsü Ukrayna’nın 2023 yazındaki büyük saldırısını püskürtmeyi başaran Rusya, 7 Ekim’de Gazze’de başlayan savaş ile önemli bir rahatlama elde etti. Çünkü savaş Batılı emperyalistler açısından en beklenmedik noktaya kaymış oldu. Özellikle ABD açısından İsrail’i korumak, Ukrayna’yı korumaktan çok daha büyük bir önem taşıdığı için, tüm destek ve yardımı İsrail’e yöneldi, Ukrayna ikinci plana düştü.
Dördüncüsü, sürekli zor durumda olduğu iddia edilen Rusya ekonomisi, beklenmedik bir atılım yaptı. Geçtiğimiz yıl Rus emperyalizmi, kendisine uygulanan ağır yaptırımlara rağmen (17 bin 500 kalemde yaptırım var) ilk kez Almanya’yı geride bırakarak Avrupa’nın en büyük ekonomisi oldu. Rusya’nın GSYİH’sının, 2023 yılında G7 ülkelerinin tamamından fazla büyüdüğü açıklandı.
Beşincisi, Putin Rusya’ya dönük herhangi bir askeri müdahale sözkonusu olduğunda, nükleer silahları kullanmaktan çekinmeyeceğini, Ukrayna’ya F-16 savaş uçakları verilirse, “üçüncü ülkelerin limanlarını” hedef alıp vuracağını duyurdu. Bu tehditlerin boş olmadığını Batılı emperyalistler de çok iyi biliyor. Ancak Rusya da, diğer emperyalistlerin kendisine saldırı meşruiyeti oluşturacağı büyük saldırı hamlelerinden kaçınıyor. Ukrayna’da savaşın dengesini birden değiştirecek bir politika izlemiyor.
* * *
Bu tabloya baktığımızda Moskova katliamı, Ukrayna savaşı ile bağlantılı, Batılı emperyalistler tarafından organize edilmiş, radikal İslamcı çetelerin tetikçi olarak kullanıldığı bir saldırı gibi görünüyor. Saldırıdan 15 gün önce Zelensky’nin Türkiye’yi ziyaret etmesi ve saldırganların saldırıdan önce Türkiye’ye gelmiş olmaları, Erdoğan hükümetinin gel-git’li Ukrayna politikasının yeniden sorgulanmasına neden oluyor.
Emperyalistler hegemonya alanlarını genişletmeye çalışırken, insanlar pervasızca öldürülüyor.