Yerel seçimin gösterdikleri

Yerel seçimler sonuçlandı. Katılımın yaklaşık yüzde 78 olduğu seçimde, CHP, 1977’den bu yana ilk defa birinci parti oldu. Oy dağılımında CHP yüzde 37,7, AKP ise yüzde 35,3 oy aldı. Seçimin “sürprizi” olan YRP ise yüzde 6,2 oy alarak 3. sıraya zıplarken, DEM Parti’nin oyu yüzde 5,6’ya indi ve 4. oldu.

 

“Türk halkı muhafazakar”

değilmiş!

Türkiye’deki bütün seçimlerin temel klişesi olan “Türk halkı muhafazakardır, sağcıdır; sağcı adaylara oy verir” söylemi, bu seçimde büyük bir çatırtıyla yerle bir oldu. Üsküdar gibi muhafazakarlığıyla nam salmış bir ilçede, laik, modern görünümlü genç bir CHP’li, üstelik kadın aday, seçimleri kazandı. Hem de 7,5 puan farkla. (2019’da CHP Üsküdar’da “kazanacak aday” kapsamında bir müftüyü aday göstermişti. Kazanamayan müftü sonra AKP’ye geçmişti) Benzer biçimde Konya’nın Karapınar ilçesinde CHP’li ve saçı açık bir kadın seçimleri kazanarak, Konya’da AKP’den belediye alan ilk kişi oldu. Keza Adıyaman başta olmak üzere, gerici örgütlenmelerin, tarikatların güçlü olduğu birçok belediyede seçimleri CHP kazandı.

Türkiye’de kitlelerin “yapısal olarak sağcı” olduğu, “solcuların seçim kazanamayacağı” yolundaki ön-kabuller, egemen sınıfların söylemidir ve asıl amaç kitleleri maniple etmektir. Seçimlerde adayların “sağcı” ya da “solcu” olması değildir belirleyici olan. Geniş kitleleri asıl etkileyen unsur, halkçı taleplerin ifade edilmesidir. Bunlar da solun sloganlarıdır zaten. Siyasi yelpazedeki yeri ne olursa olsun, bir parti halkçı vaatlerde bulunuyor, solcu sloganları kullanıyorsa, kitleleri etkiliyor ve seçimleri kazanıyor.

En sağcı, en gerici, “muhafazakar” partiler için de böyledir. Bu partilerin kendi siyasi sloganlarını kullanarak seçimleri kazanması, istisnai bir durumdur. Yoksul kitlelere umut veren, sistemi ve sistemin çarpıklıklarını eleştiren sloganları başarıyla kullanan, seçimleri kazanmaktadır. 1990’ların başında Demirel, “demokrasi” vadederek ve “kurtar bizi baba” sloganları eşliğinde kazanmıştı mesela. 1994’te Refah Partisi’nin sloganı “Adil düzen”di. 2002’de AKP, “3Y” olarak kodladığı “Yolsuzluğa, yoksulluğa, yozlaşmaya hayır“ sloganıyla işbaşına geldi. “Boş tencere seçim kaybettirir” sözü, Demirel’in en bilinen sözlerinden biridir ve doğrudur. Kitleler genel olarak ekonomik nedenlerle oy tercihi yaparlar.

CHP’nin son 10 yıldır en gerici adayları göstermesi, “muhafazakar kitlelerin talebi” değil; “kitleleri muhafazakarlaştırma çabası”nın ürünüdür. Zaten bu gerici adayların tümü, “taklit aslını güçlendirir” ilkesi gereğince, Erdoğan’ın güç kazanmasını sağlamıştır.

CHP’nin “muhafazakar kitleye hitap ettiği” iddia edilen gerici adaylarının hiçbir varlık gösterememesine karşılık, bu seçimlerde Kemalist-laik adayların en gerici bölgelerde bile etkili olmasının sebebi, ekonomik krizden büyük zarar gören kitlelerin taleplerini ifade etmesidir.

Bugün Türkiye’de “seçmen profili”, “muhafazakar” değil “yoksul”dur. Siyasi kutuplaştırmalar değil, ekonomik vaatler etkili olmaktadır. Yandaşlara hortumla para akıtırken emekliye yapılacak zamma “dipsiz kuyu” denmesi; sarayda “itibardan tasarruf olmaz” küstahlığı ile aşırı lüks harcamalar yapılırken ülke nüfusunun yarısından fazlasının asgari ücrete mahkum edilmesi; kitlelerin yaşam koşulları daha katlanılmaz hale gelirken yöneticilerin lüks-sefahat içinde akılalmaz bir zenginleşme içinde olması; üstelik bir de kitleleri aşağılaması, değersizleştirmesi, hiçleştirmesi… Mesele “muhafazakar seçmen” olsaydı zaten, “dindarlık”ta baş köşeyi kimseye kaptırmayan, tarikatları sistemli biçimde büyüten ve güçlendiren, bölgenin bütün radikal İslamcı çetelerine “evsahipliği” yapan AKP’nin asla kaybetmemesi gerekirdi.

Diğer taraftan, CHP’ye Hatay’da kaybettiren de budur. Hatay halkı Lütfi Savaş’ı depremin ve deprem sonrasında halen yaşamsal yoksunlukların sürmesinin temel sorumlularından biri olarak görüyor; onun adaylığında ısrar edilmesi, CHP’nin Hatay’ı kaybetmesinin tek sebebidir. Lütfi Savaş’ın seçim sonrasında itiraz ettiği ve “YSK nöbetinin sürdüğü” belirtiliyor. 2014 belediye seçimlerinin akşamında, televizyonlardaki YSK sayaçlarında Lütfi Savaş’ın oyları ikinci sıraya düştüğünde, Hatay halkı sokaklara dökülmüş, onun gücüyle Lütfi Savaş’ın oyları yeniden birinci sıraya yükselmişti. 2014’te Lütfi Savaş, seçimleri kitlelerin eylem gücüyle kazanmıştı; CHP kadrolarının YSK nöbetiyle değil.

 

“Büyük zafer” mi?

Bugün CHP büyük kutlamalar yapıyor ve halkın da büyük sevinç yaşamasını (ama kutlama yapmadan, sessiz sedasız bir sevinç) istiyor. Bu seçim sonuçları sanki bir “devrim” oluşturmuş, Türkiye’de 1 Nisan sabahı her şey değişmiş gibi davranıyorlar. Bu tabloya da kanmamak gerekir.

Erdoğan’ın bu seçimde önemli bir darbe aldığı doğrudur elbette. Ancak sınıf mücadelesi yükselmediği taktirde, bugüne kadar çok etkili darbelerin geçiştirildiğini, büyük çöküşlerin düzeltildiğini gördük.

Üstelik Erdoğan’ın kaybettiği şey, belediye seçimleridir. Hükümet ve parlamento çoğunluğu halen AKP’nin ve diğer gerici-faşist partilerin elindedir. TC tarihinin en gerici, en sağcı parlamentosu yerinde duruyor. Dahası Erdoğan’ın, aldığı her darbe sonrasında saldırgan politikalara hız verdiğini, bu saldırılara karşı kitle tepkisi yükselmediğinde daha da pervasızlaştığını gördük.

2015 Haziran seçimleri unutulmasın! Bir ay sonra Suruç katliamı ile başlayan süreç, Kürt kentlerinin yerle bir edilmesiyle devam etti. 2015 Haziran seçimlerini “devrim” olarak tanımlayan ve “hükümete bakan verdik” diye sevinenler, büyük bir yıkımla geçen 6 aydan sonra, Erdoğan’ın yeniden seçimleri kazandığına tanıklık ettiler.

Bugün de Erdoğan ve AKP, belediye seçimlerini kaybetmiş olabilir, ancak bir sonraki parlamento seçimlerine kadar (erken seçim de gündeme gelebilir), yerel yönetimler yasasını değiştirebilir, belediyelerin elindeki yetkileri tırpanlayabilir, kayyum politikası yeniden gündeme gelebilir, ya da bunların dışında bugün gündemde olmayan başka uygulamalar, başka saldırılar yaşanabilir.

Kesin olan tek şey şudur: Sandıkta değil, sokakta kazanmak gerekir. Kitle eylemleri yükselmediği sürece, bugün CHP’nin seçim kazanmasının, kitlelerin yaşam koşullarına somut bir iyileştirmesi sözkonusu olmayacaktır.

Çünkü AKP’nin seçim yenilgisi, egemen sınıfların dönemsel politikalarından bağımsız değildir. İki yönlü ihtiyacın karşılığı olarak, burjuvazi Erdoğan’ın bu seçimleri kaybetmesini onayladı. Birincisi, Erdoğan 2023 seçimlerini “sandıkta kaybetmiş, sayımda kazanmış”tı. Burjuvazi Erdoğan’ın bir dönem daha yönetimde kalmasını, kitlelere dönük ağır sömürü politikalarına zorbalıkla devam etmesini istemişti. Erdoğan’ın birden ve ani bir kırılma gibi gitmesi, CHP’nin kitlelerin büyük beklentilerini omuzunda taşıyarak gelmesi, burjuvazinin istediği bir şey değildi. AKP’nin, 2024’te belediyelerde ağır bir yenilgi almışken parlamentodaki çoğunluğu koruyor olması, AKP’nin gidişinin daha “evrimsel” hale getirecektir. Üstelik bu arada İmamoğlu güçlenecek, Erdoğan’ın yerini almaya hazırlanacaktır. Bu nedenle belediye yenilgisi, Erdoğan’ın faşist yönetimini kademeli olarak devretmesini sağlayacak bir basamak oldu.

İkincisi, 2013’ten bu yana her seçimde kitleler “bu son, Erdoğan bu defa gidiyor” vaatleriyle sandığa koşturuldular. Üstelik burjuva siyaseti CHP-AKP ikileminde kutuplaştırıp, “küçük” partileri bu ikileme yedeklenmeye zorlayarak… Ancak 2023 seçim yenilgisi, kitlelerde sandığa güvensizlik oluşturdu. Son on yılda, tüm mücadele yöntemleri sandığa sıkıştırılmıştı. Düzen partileri elbirliği ile ve faşist baskıyla kitleleri sokaklardan, eylemlerden uzaklaştırdılar; hak elde etmenin tek yöntemi olarak sandığa gösterdiler. Ancak seçimlerin hiçbir şeyi değiştirmediğini tekrar tekrar gören kitleler, bu seçimlerde sandığa karşı büyük bir güvensizlik, ilgisizlik ve küskünlük yaşamaya başladı. İşler bu noktaya geldiğinde, kitlelerin arayışı düzen-dışı akımlara, araçlara kayar; bu siyasi akımlar (mesela komünist ve devrimciler) bir seçeneğe dönüşebilir ve kitlelerin patlama dinamikleri büyür. Bu koşullarda, “seçimle değiştirme” ihtimalinin yeniden güncellenmesi ve bir sandık zaferi, burjuvazinin bekası için zorunlu hale gelmiştir. Bu nedenle CHP’nin önü açılmıştır.

2024 seçim sonuçları, 2023 seçimlerinde çıkabilecek olan, ancak sandık ve seçim hileleriyle yokedilen sonuçlardı. Kitlelerin öfkesi ve bu öfkenin patlama ihtimali, yerel seçim sonuçlarının farklı olmasını zorunlu hale getirdi.

 

DEM Parti’nin handikapları

DEM Parti, kayyum atanan 47 belediyeden 41’inde seçimleri yeniden kazandı, bazılarında önemli fark attı. 2019 seçimlerinde 3 büyükşehir, 5 il, 45 ilçe ve 12 belde belediyesi olmak üzere, toplamda 65 belediye başkanlığı kazanmıştı. 2024’te ise toplamda 3 büyükşehir, 7 il, 65 ilçe ve 7 beldede seçimleri kazandı. Böylece 82 belediye başkanlığı kazanmış oldu.

Bunların içinde özellikle Hizbullah’ın kalesi Batman’da DEM Parti’nin seçimleri kazanması çok önemlidir. 2019’da Batman’da seçimleri kazanan Mehdi Öztüzün, Hüda-Par’lılarla çektirdiği fotoğraf nedeniyle partiden ihraç edilmişti. Bu seçimlerde ise, kadın eşbaşkan adayı Gülüstan Sönük’ün seçim çalışması çok etkiliydi. Kadın intiharlarıyla basında yer alan Batman’da DEM Parti yüzde 64 gibi çok büyük bir oyla ve açık ara farkla kazandı.

Üstelik DEM Parti, Kürt kentlerindeki seçim zaferini AKP’nin bütün hilelerine, Batı’dan onbinlerce sahte seçmen kaydırmasına, asker-polis baskısına rağmen başardı. İki seçimde kayyum saldırısıyla belediyeleri Kürt halkının elinden çalan AKP, bu defa “kayyum seçmen” politikasıyla, belediyeleri doğrudan seçimle almayı hedefledi, ancak başaramadı.

DEM Parti’nin Kürt kentlerinde elde ettiği seçim zaferi, yaptığı siyasal hataların gölgesinde kaldı. AKP’nin seçmen kaydırma politikasını önceden bilmesine rağmen, buna karşı mücadele yürütmedi. Keza yeniden kayyum gelirse ne yapacağına ilişkin kitlelere açık bir söz vermedi. Bunun yerine, Ahmet Türk ve Selahattin Demirtaş başta olmak üzere önemli Kürt siyasetçiler, “AKP ile görüşmek gerektiği” üzerine açıklamalar yaptılar; yeniden çözüm sürecinin başlatılmasını istediler. Bu durum, “AKP ile pazarlık yürütülüyor” yorumlarına yol açtı.

Benzer biçimde, Batı’daki önemli büyükşehirlerde “AKP’ye kaybettirme” olarak adlandırdığı politikadan vazgeçmesi, AKP’nin en çok istediği kentlerde CHP’nin karşısına aday çıkarması, üstelik bu arada “CHP ile kent uzlaşısı” açıklamaları yapması, oldukça tartışıldı.

Bir partinin istediği yerden aday çıkarması elbette en doğal hakkıdır. Ancak Kürt partilerin (DEM ve öncesinde HDP), son yıllarda emperyalistlerle kurduğu ilişkilerin devamı ve Ortadoğu politikasının bir parçası olarak kimi zaman AKP ile, kimi zaman CHP ile uzlaşarak politika belirlediği; kimi zaman AKP’nin, kimi zaman CHP’nin yedeği haline geldiği biliniyor. Kürt halkının mücadele gücüne yaslanmak yerine, burjuva düzen partilerinin hesaplarına dahil oluyorlar. Bu da hem Kürt kitlesinde, hem de 20 yıla yakın süredir Kürt partisiyle işbirliği-ittifak yapan sol-reformist-devrimci partilerde tepkiye neden oluyor.

Bu tepki, son seçimlerde iki biçimde açıkça kendisini gösterdi. Birincisi, İstanbul’da aday göstermelerine rağmen, kendi içlerinde İmamoğlu’na destek verme tartışması hep sürdü. DEM’den İmamoğlu’na oy gittiği seçim sonuçlarıyla da ortaya çıktı. DEM’in kendi içindeki çelişkileri, tabanda farklı oy tutumlarına yol açtı. Meral Danış Beştaş seçim sonrası yaptığı açıklamada, İmamoğlu’nun kendilerinden aldıkları oyu unutmamasını söyledi.

İkincisi, HDK-HDP içinde yer alan bazı sol partiler, DEM aday çıkarmış olmasına rağmen CHP’yi destekleyeceklerini açıkladılar ve öyle de yaptılar. Bazı partiler zaten seçimlerden önce “bağımsızlıklarını ilan etmiş”lerdi. 2023 seçimlerine TİP’in kendi parti ismiyle seçime girme kararının ardından EMEP, HDP çatısında seçime girmiş, seçildikten sonra ayrılmıştı. 2024 seçimindeki çelişkili seçim politikasıyla, DEM Parti’nin Batı kentlerinde önemli bir oy kaybı yaşaması, “Türkiye’de sol-reformist partilerinin çatısı” ve adeta “siyasal önderi” konumunu zayıflattı. Önümüzdeki dönemde kimi kopuşların yaşanacağını öngörmek yanlış olmaz.

 

Sol-devrimci ittifaklar kurulamadı

Eylül ayında tüm devrimci-reformist kurumların katılımıyla yapılan seçim işbirliği toplantısı epeyce geride kaldı. Devrimci-demokrat kitlede bir umut yaratan seçim ittifakı çabası, hayata geçmedi. “En önemli sınav” addedilen Defne’de çok fazla sol aday olunca, kazanan CHP oldu.  TİP Hatay-Samandağ’da, Sol Parti Dersim-Hozat’ta ve Aksaray-Saratlı beldesinde seçimleri kazandı. Devrimci-reformist adayların diğer seçim çalışmaları yenilgiyle sonuçlandı.

Kadıköy’de ise hem SMF hem de TKP, Maçoğlu’nun anketlerde yüksek puan aldığını, hatta kazanmaya çok yakın göründüğünü ifade ederken, seçimde aldığı oyun yüzde 10 düzeyinde kalması çarpıcıydı.

PDD olarak Maçoğlu’nun geçmişteki halkçı belediyecilik örneklerini önemli bulduğumuzu, bu nedenle seçim çalışmasını destekleyeceğimizi duyurmuş ve Kadıköy Halk Dayanışması’nın bileşeni olmuştuk. Ancak Kadıköy tercihinin “sınıfsal ve siyasal olarak yanlış bir karar” olduğunu, konuya ilişkin tüm yazılarımızda ve toplantılarda ifade ettik. Bu eleştirimize rağmen seçim çalışmasını “kazanma-kazanamazsa da az farkla kaybetme” hedefiyle yürüttük. Kendi imzamızla bildiri-afiş bastırmaktan kitle çalışması yapmaya, sandıkta müşahit olmaya kadar her aşamada üzerimize düşeni yaptık. “İttifak” olmanın gereklerinden biri de, çalışmaya ilişkin eleştiri ve önerilerimizi yeri geldikçe ifade etmekti; seçim öncesinde her aşamada bunu da yaptık.

Sonuçların böyle çıkmasında Kadıköy’ün (en başta ifade ettiğimiz) “sınıfsal ve siyasal” yapısının önemli bir rolü vardı elbette. “Maçoğlu’nu seviyoruz ama neden Kadıköy” sorusu son gün bile soruluyordu. Keza CHP küskünlerini motive eden asıl unsurun “AKP karşıtlığı” olduğu kanıtlandı. Bunlar işin nesnel yanıydı. Öznel tarafta ise, çalışmanın başından itibaren nasıl hatalar yapıldığı, “yığınakta yapılan hatanın savaşın her safhasında kendisini hissettirdiği” konusunda, SMF’li arkadaşların yapacakları açıklamalar önem kazanıyor.

 

“Bahar geldi” mi?

Bu seçimde YRP’nin AKP’den ayrılarak hızlı yükselişi (belli ki “Erdoğan sonrası” için dinci-gerici lideri AKP’den çıkartamadılar, YRP’den buldular); TİP’in yaşadığı başdönmesi ve yere çakılması (özellikle Hatay’da Gökhan Zan konusu TİP’in belkemiksizliğinin göstergesi ve büyük bir fiyaskoydu), “6’lı masa” sayesinde CHP’nin oylarıyla meclise giren Deva ve Gelecek Partisi’nin seçimde tam bir yenilgi yaşamaları, İYİP’in siyasetten silinmesi, Erdoğan’ın barışçı-uzlaşmacı balkon konuşması gibi konular çokça tartışıldı.

Ancak asıl konuşulan, CHP’nin 47 yıl sonra ilk defa bir seçimden birinci parti olarak çıkması, 22 yılın sonunda ilk defa AKP’nin ciddi bir seçim yenilgisi yaşamasıydı. Büyük seçim zaferi, büyük bir dönüşümün başlangıcı gibi lanse edildi; gerici örgütlenmelerin güçlü olduğu kentlere bir günde laiklik gelmiş gibi espriler internette aldı başını gitti.

İlk yapılması gereken, bu yanılsamadan kurtulmaktır. Engels’in söylediği gibi “Eğer seçimler bir şeyleri değiştirecek olsaydı, yapılmasına izin verilmezdi.” Bir şeyleri değiştirecek, ekonomik krizde rahatlamamızı sağlayacak, yaşam koşullarımızı iyileştirecek, kaybettiğimiz haklarımızı geri getirecek olan tek şey, mücadele gücümüzdür. Sokağın gücü, eylemin gücü, sendikal ve siyasal örgütlerimizin gücü olmadığı zaman, her seçim burjuvazinin o dönemki çıkarları ve hedefleri doğrultusunda sonuçlanır.

Yaşam hakkımız mücadele gücümüz kadardır.

Bunlara da bakabilirsiniz

Suriye cezaevleri, Türkiye cezaevleri

Yandaş basında Suriye haberlerinin önemli bir kısmını Suriye cezaevleri oluşturuyor. Büyük bir “dehşet ve panik” …

Sendikalı işçilere saldırılar protesto edildi

İstanbul’da 11 Aralık’ta Mecidiyeköy Cevahir AVM önünde saat 18’de Mücadeleci Sendikalar, tutuklu sendikacıların serbest bırakılması …

“Adana’nın Yoldaşcan’ı” METİN AYDIN (1956-1980)

11 Aralık 1980… Metin Aydın, belinde silahı, yanında bir yoldaşı, çalıntı bir araba ile Adana-Kozan …