Seçim sonrasında işçi ve emekçileri bekleyen büyük ekonomik saldırı politikalarının en önemli kalemlerinden biri de vergi artışları olacak. AKP yönetimi seçim öncesi kitlelerin tepkisini almamak için bu konuyu fazla gündemde tutmamaya çalışıyor. Ancak atılan her adım, bu vahşi soygunun büyüyeceğini gösteriyor.
Dilim dilim yoksullaştırma
2024 yılı için asgari ücrete yüzde 49 düzeyinde zam yapılmış ve asgari ücret, net 17 bin 2 TL’ye yükselmişti. AKP yönetimi bunu bir “müjde” ve bir “lütuf” gibi duyurmuştu kitlelere. Oysa TÜİK, Ocak 2024’te yıllık enflasyonun yüzde 67,07’ye yükseldiğini açıkladı. Yani resmi enflasyonun bile altında kalan bir zam sözkonusuydu. Üstelik, aynı dönemde ENAG’ın açıkladığı enflasyon, yıllık yüzde 121,98’di.
Enflasyon bu kadar yüksek iken, yapılan zamların daha ilk aydan eriyeceği belliydi. Ancak daha kötüsü, vergi dilimi üzerinden ortaya çıktı.
Kapitalist sistem, vergide adaletli davrandığını kanıtlamak için “gelire göre artan oranlı vergi dilimi” oluşturduğunu iddia eder. Yani düşük gelir grubu için düşük vergi oranı, yüksek gelir grubu için de yüksek vergi oranı uygulanır. Ancak bu söylem büyük bir aldatmacadır.
2024 yılına ilişkin vergi dilimleri yeniden düzenlendi ve şöyle açıklandı:
110 bin liraya kadar gelirden yüzde 15 vergi;
110 001-230 000 TL arasına yüzde 20 vergi;
230 001-870 000 TL arasına yüzde 27 vergi;
830 001-3 000 000 TL arasına yüzde 35 vergi;
3 milyon liradan sonrasına yüzde 40 vergi…
Vergi net ücret değil, brüt ücret üzerinden hesaplanır. Asgari ücret brüt 20 bin 2 TL’dir. Ve buna göre asgari ücretle çalışan işçi, ilk 5 ay 1. vergi dilimindeyken, 5. aydan sonra 2. vergi dilimine girer. Eğer mesaiye kalıyorsa, “geliri arttığı” için, 5. aydan daha önce 2. vergi dilimine geçebilir.
En alt vergi dilimi çok düşük, vergi dilimleri arasındaki fark çok az olduğu için, asgari ücretin biraz üzerinde ücret alan bir işçi, aynı yılın içinde çok hızlı biçimde 2. ve hatta 3. vergi dilimlerine atlayabilir. Vergi dilimi ne kadar yüksekse, geliri o kadar eksilmektedir.
Üstelik bu düzenleme, AKP döneminde işçileri sistemli bir biçimde yoksullaştırma aracı olarak ve giderek daha pervasız biçimde kullanıldı.
Harb-iş sendikasının yaptığı araştırmaya göre; 1999 yılında ilk vergi dilimi asgari ücretin 25 katıymış. AKP’nin seçimleri kazandığı 2003 yılından sadece iki yıl sonra, 2005’te ilk vergi dilimi asgari ücretin 13 katına indirilmiş. Yani 2005 yılında asgari ücretle çalışan, mesaiye kalmayan bir işçi, ilk vergi diliminde kalmayı başarabiliyormuş. Sonrasında bu rakam hızla düşmeye devam etmiş. 2010 yılında asgari ücretin 11 katı olmuş ilk vergi dilimi. 2020 yılında sadece 7 katı. Ve 2023 yılında asgari ücretin 5 katı olarak belirlenmiş.
Asgari ücretin açlık sınırının altında olduğu günümüz koşullarında, vergi diliminin böylesine düşük tutulması, kitleleri sistemli biçimde yoksullaştırma politikasının çarpıcı bir örneğidir. Üstelik 110 bin liralık vergi dilimi, bırakalım asgari ücreti, en düşük emekli maaşı olan 10 bin lira ile geçinmeye çalışanlar için bile aşırı düşük bir seviyedir. En düşük emekli maaşı alanlar da, 11. aydan sonra 2. vergi dilimine sıçramakta, daha yüksek vergi ödedikleri için maaşları düşmektedir. Üstelik bu da, Temmuz ayında zam yapılmayacağını varsaydığımız koşulda böyledir. Temmuz zammı, bir taraftan enflasyonu, diğer taraftan vergi dilimini hesaba kattığımızda, asgari ücretliyi ve emekliyi rahatlatmak bir yana, yoksullaşmasını hızlandırmaktadır.
Dolaylı verginin yükü kitlelerin omzunda
İki tür vergi sözkonusudur. Doğrudan vergi ve dolaylı vergi.
Dolaylı vergiler, satın aldığımız her ürüne (tüketim ve hizmet ürünleri) yüklenmiş olan KDV, ÖTV gibi vergilerdir. Ekmekten elektriğe, internetten sebzeye kadar her ürün. Bunlar doğası gereği en adaletsiz vergilerdir. Çünkü asgari ücretli de, patron da, bir ekmeğe aynı vergiyi öder. Gelirlerin farklı olması, ödenen vergiyi farklılaştırmaz. Tersine gelir arttıkça, dolaylı vergilere ödenen oran düşer. Mesela asgari ücretli işçi ücretinin çok büyük bir kısmını gıda gibi temel ihtiyaçlara harcadığı için toplamda ödediği dolaylı vergi yükselirken, patronların gıda harcamaları da, bu harcamalar üzerinden gerçekleşen dolaylı vergileri de, gelirlerinin çok küçük bir oranı olarak kalır.
Üstelik devletin asıl gelir kalemi dolaylı vergilerdir. Toplanan tüm vergilerin yaklaşık yüzde 70’ini dolaylı vergiler oluşturmaktadır. İşçilerin maaşından, patronların servetinden kesilen vergiler ise yaklaşık yüzde 30 civarında kalmaktadır. 1980 yılında, KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerin, toplam vergiler içindeki payının yüzde 37 olduğunu söylersek, bugün yüzde 70’e çıkmış olmasının ne kadar büyük bir soygun olduğu daha açık görülebilir.
AKP döneminde, dolaysız vergileri daha da adaletsiz kılacak biçimde, bazı lüks tüketim ürünlerinden alınan vergiler sıfırlanmıştır. Mesela köylünün kullandığı traktörden vergi alınırken, zenginlerin kullandığı teknelerde, pırlantada ÖTV sıfırlanmıştır. Diğer taraftan, en temel gıda ve ihtiyaç kalemlerinde KDV oranı yükseltilmiştir.
Şimdi seçim sonrasında yeni vergiler geleceği biliniyor. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, KDV’nin genel oranının değişmeyeceğini söyleyerek kitleleri rahatlatmaya çalışıyor. Ancak KDV’yi artırmanın başka yöntemleri de var ve bunu kullanıyorlar. Tüm tüketim ürünleri 1 ve 2 olarak numaralandırılmış iki listede yer alır. 1 listesindeki ürünlere yüzde 1 KDV uygulanır, 2 listesindeki ürünlere uygulanan KDV ise yüzde 10’dur. Her iki listede olmayan ürünlere ise yüzde 20 oranında KDV uygulanmaktadır. Temmuz 2023’te Cumhurbaşkanı Kararı ile sabun, şampuan, deterjan, tuvalet kağıdı gibi, 2. listede yer alan çok temel ihtiyaç malzemesi kapsamındaki bazı ürünler listeden çıkartıldı ve otomatik olarak bu ürünlerin KDV oranı yüzde 20’ye yükseldi. Bu, KDV’ye zam yapmadan KDV’nin sinsice artırılması anlamına geliyordu. Şimdi de seçim sonrasında benzer taktiklerin uygulanması bekleniyor.
Diğer taraftan, bu adaletsiz vergilerin içinde, 1999 depreminden sonra “1 yıl için” diyerek hayatımıza sokulan ve cep telefonu kullanımını daha pahalı hale getiren Özel İletişim Vergisi, 2023 depreminden sonra tamamen keyfi biçimde 2 defa ödetilen Motorlu Taşıtlar Vergisi gibi ek vergiler de sözkonusudur.
Patronlar doğrudan vergileri de ödemez
Doğrudan vergi, gelir ve servet üzerinden alınan vergidir. Doğrudan vergiler de hiçbir zaman “adil” olmamıştır. İşçiler ve ücretle çalışan tüm emekçiler, daha aylıklarını almadan vergileri doğrudan kesilir. Patronlar ise, vergilerini ne zaman isterse o zaman, ne kadar isterse o kadar öderler. Bunun çeşitli yöntemleri vardır.
Vergi afları ve borç yapılandırması bunun en sık kullanılan yöntemlerinden biridir. Son 16 yılda, 10 defa vergi affı gündeme geldi. Bu aflarda, borç yapılandırması yapan patronların borçlarının faizleri silinir. Enflasyonun bu kadar yüksek olduğu koşullarda, vergisini zamanında ödeyen zarar ederken, biriktirip birkaç yılda bir “yapılandırma”ya sokan, bu yöntemle karlı çıkar.
Patronlara bir kıyak da vergi borçlarının silinmesidir. Mesela Erzincan’da maden faciasının müsebbibi olan şirketin, 2023 yılının ilk 9 ayında Türkiye’de silinen borcu yaklaşık 209 milyon liradır.
Yandaşların zaten vergi ödemesine gerek yoktur. Mesela AKP 2016 yılında Cengiz İnşaat’ın 2005-2009 yıllarına ait 424 milyon TL’lik vergi cezasını affetti. Bu, o günün kuruyla yaklaşık 303 milyon dolar ediyor. Sadece 2018 yılında Akbank, Turkcell, Cengiz, Albayrak gibi 11 şirketin silinen vergi borcu 3 milyar lira civarındadır.
Yanısıra, kimi zaman özel yasal düzenlemelerle patronlar vergiden muaf tutulur, kimi zaman da yaptıkları harcamaları vergiden düşerek ödeyecekleri vergileri azaltırlar. 2023’ün son günlerinde, Resmi Gazete’de yayınlanan bir kanun değişikliği ile, patronlara 2,2 trilyon liralık vergi muafiyeti getirildi mesela. Dahası 2024-2026 dönemini kapsayan üç yıl için bu tutar 8,2 trilyon lirayı bulacak. Onların ödemediği verginin bütçede oluşturacağı açık, kitlelere yeni vergiler olarak eklenecek.
Mesela 2022 yılında bütçe 278 milyar lira açık verirken, patronlara çeşitli teşvik ve muafiyetler kapsamında alınmayacak vergi tutarı 336 milyar lira olarak belirlendi. Yani patronlar bu vergileri ödese, bütçe açık vermeyecek, tersine 58 milyar lira fazlası olacak. Sonra da “emekliye zam için bütçe yok”, “okullarda bir öğün yemek için bütçe yok”!
İşçiler ise, vergi ve kesintilerle birlikte ücretlerinin önemli bir kısmını, daha para hesaplarına yatmadan kaybederler. DİSK-AR’ın Ekim 2023’te yayınladığı bir araştırmaya göre, 2023 Ocak ayında yaklaşık 1.300 TL gelir vergisi ödeyen bir çalışan, 2023 Ekim’den itibaren 3.500 TL gelir vergisi ödüyor. Ocak 2023’te yaklaşık yüzde 22 olan ücretliler üzerindeki vergi ve kesinti yükü, 2023 Ağustos’tan itibaren yaklaşık yüzde 30’a çıkıyor. Ocak 2023’te 4.350 TL olan vergi ve kesinti toplamı Mayıs’ta 5.100 TL’ye, Ekim’de ise 7.295 TL’ye yükseldi.
Vergi zorla toplanır
Vergi, sınıflı toplumların varlığı ile ortaya çıkmış bir uygulamadır. “Devlet” oluşmaya başladığı ilk andan itibaren, kitlelerden vergi toplamıştır.
Vergi kavramının en temel niteliği, “zorunlu” bir ödeme şekli olmasıdır. Öyle ki, ödenmediği zaman, kamu gücü kullanılarak, zorla tahsil edilir. Zorunlu olması, vergiyi devletin diğer gelirlerinden farklı kılar. Devlet, kurduğu sömürü ilişkisine dayanarak vergi yükümlülüğünü tek taraflı olarak getirir. Ancak bu zorunluluğu gizlemek, kitleleri buna gönüllü kılmak için çeşitli demagojiler üretir. Mesela ABD’de, vergi ödemek “temel vatandaşlık görevi ve hakkı” olarak lanse edilir. Hollywood filmlerinden alışkın olduğumuz “Ben vergimi ödüyorum” cümlesi, devlete karşı aidiyet duygusu ifade etme ve kendini güçlü zannetme yöntemidir. Ama sanıldığının aksine, vergiyi ödemek, ödeyeni “hak sahibi” yapmaz. O da sömürülen kitlelerin bir parçasıdır.
Diğer taraftan vergi, karşılıksız bir ödentidir. “Ödediğiniz her kuruş vergi, size yol, su, elektrik olarak dönecektir” sözü, vergideki zor unsurunu gizlemeyi hedefleyen, içi boş bir slogandır. Çünkü devlet, vergiye karşılık kişilere doğrudan, somut bir hizmet sunmak zorunda değildir. Bu vergileri nasıl kullanacağı, sınıf mücadelesinin düzeyine bağlıdır. Eğer güçlü bir sınıf mücadelesi varsa, toplanan vergiden belli kırıntıları kitlelerin faydalanacağı biçimde kullanmak zorunda kalır. Ancak devletin üzerinde bu baskı yoksa, toplanan vergiler, tıpkı devletin diğer gelirleri gibi, patronların çıkarları doğrultusunda kullanılır. Devlet topladığı vergileri patronların hizmetine sunar. Onlara çeşitli teşvik ve indirimlerle vergiden muaf tutar. Bu nedenle oluşan bütçe açığını da yine kitlelere saldığı vergilerle tamamlamaya çalışır. Bu nedenle kitlelerin vergi yükü her geçen gün ağırlaşır.
Vergiler, ezen ile ezilen, sömüren ile sömürülen arasındaki uçurumu derinleştirmek için etkili yöntemlerden biridir. 2023 rakamlarına göre, Türkiye’de en zengin yüzde 1’lik kesim, ülkedeki toplam servetin yüzde 40’ını alıyor. Avrupa’da servet dağılımı adaletsizliğinde ilk sırada Türkiye bulunuyor. Bu, geniş kitleler yoksullaşırken, çok küçük bir azınlığın nasıl pervasızca zenginleştiğinin rakamsal ifadesi aynı zamanda.
Milyonlarca emekçiden toplanan vergi, bir avuç burjuvayı ve onların temsilcisi devlet aygıtını beslemek için kullanılır. Kitlelerin sömürüye karşı direnişini bastırmak için, devletin asalak kurumlarını beslemek de kitlelere verilmiş bir görevdir.
“Gelirde adalet-vergide adalet” sloganı sendikaların en önemli talepleri arasında yer alıyor. Sömürü var olduğu sürece ne gelirde adalet olur, ne de vergide. Bu nedenle sömürücü sınıflara karşı da, onların sömürme aracı olan devlete karşı da sınıf mücadelesini yükseltmek dek kurtuluştur.