1990’lı yıllarda Kürt işadamlarına yönelik arka arkaya cinayetler işlenmiş ve bunlar “faili meçhul” olarak gösterilmişti.
Bu sürecin en tepeden gelen emirle başlatıldığını ortaya koyan belge, geçtiğimiz günlerde kağıt hurdacısından çıktı. Özal’ın İstanbul-Balmumcu’daki evinin satılması, evi satın alanların da evdeki kitap ve dokümanları bir kağıt hurdacısına satmasıyla ortaya çıkan belgeler, Kürt işadamlarına dönük cinayetleri yeniden gündeme taşıdı.
10Haber’den Masum Gök’ün ulaştığı belgeler arasında, Milli Güvenlik Kurulu’na (MGK) ait “faili meçhul” denilen cinayetler de vardı. MGK Genel Sekreterliği tarafından 22 Ocak 1993’te dönemin cumhurbaşkanı Özal’a sunulmak üzere başyaverine teslim edilen belge, “gizli” damgasını taşıyor. Bu raporda, jandarmaya verilen talimatlar yer alıyor; talimatlardan biri de “örgüte destek sağladığı bilinen işadamlarına karşı özel tedbirler uygulamak” şeklinde geçiyor.
31 yıl sonra Özal’ın evinde çıkan “gizli” belge, önceki yıllarda çokça tartışılan kontrgerilla örgütlenmesinin Milli Güvenlik Kurulu’nun emriyle bu cinayetleri gerçekleştirdiğini ortaya koydu.
’90 yıllar ve kontrgerilla cinayetleri
‘90’lı yılların başbakanı Tansu Çiller, 4 Kasım 1993’te şu açıklamayı yapmıştı. “Elimizde PKK’ye yardım eden Kürt işadamlarının listesi var. Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK’yle olduğu gibi, PKK’ye mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir.”
Bu açıklamadan sonraki 3 yıl içinde 19 Kürt işadamı öldürüldü. Susurluk olayından sonra 1998 yılında Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından hazırlanan bir raporda, Çiller’in bu sözleri “Susurluk olayının başlangıcı” olarak nitelendirildi.
Bu infazların gerçekleştiği dönem, Mehmet Ağar Emniyet Genel Müdürü idi. Ağar, “Özel Harekat Dairesi”ni oluşturdu ve başına MİT’ten emekli Korkut Eken’i getirdi. MİT içinde ise Mehmet Eymür’e bağlı subaylardan ve sivil faşist katillerden bir grup oluşturuldu. Keza JİTEM adı altında, içinde korucuların da yeraldığı cinayet şebekeleri kuruldu. Susurluk’ta bir “kaza” sonucu ölen Abdullah Çatlı, bu cinayetleri işleyen katillerden biriydi. Cezaevi firarisi ve İnterpol tarafından aranan biri olduğu halde Emniyet Müdür Yardımcısı ile aynı arabada ölü bulundular. Çatlı’nın telefon kayıtlarında mafya lideri Sedat Peker ve JİTEM’in kurucularından Veli Küçük’ün adının geçtiği sonradan ifşa edildi.
O dönem “faili meçhul” cinayetlerde ölenlerin sayısı binleri buldu. Dönemin cumhurbaşkanı Demirel’in Başbakan Necmettin Erbakan’a yazdığı bir mektupta, Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin’in adı geçiyor ve olaylarla doğrudan bağlantılı olabileceği söyleniyor. “Suça karışan asgari 100-120 kişi vardı. Bunlar devlet emrinde çalışan katillerdir” deniliyor. Keza Susurluk’tan sonra hazırlanan raporda, bir astsubay şunları söylüyor: “Akşam istihbarat örgütleri bize bir liste verirdi, sabahleyin de bu listeleri gider vururlardı.”
Cinayetleri işleyenler, devlet içinde çeteleşmeye başlayınca, Susurluk olayı onları tasfiye etmenin zemini olarak kullanıldı. Çünkü bu katiller sürüsü, uyuşturucu dahil her tür yasa-dışı işi kendileri yapıyor ve büyük vurgunlar vuruyordu. PKK’ye yardım ettikleri savıyla öldürülen işadamı veya mafya liderlerinin pazar alanlarını ele geçirdiler. Hatta “Çiller Özel Örgütü” adıyla bir örgütlenmenin yaratıldığı, Suriye’den gelen uyuşturucunun Ege üzerinden Avrupa’ya gönderildiği, bunun da başında Susurluk’ta ölen Abdullah Çatlı ve Hüseyin Kocadağ olduğu öne sürüldü.
Fakat her çetede olduğu gibi ganimetin paylaşımında sorunlar yaşandı ve içlerinden itirafçılar çıkmaya başladı. Bunlardan biri de Ayhan Çarkın’dı. Çarkın, 1990’lı yıllarda “PKK ile mücadele” kapsamında işkenceler yapıldığını, devlet eliyle cinayetler işlendiğini söyledi. Mehmet Ağar dahil olmak üzere pek çok kişi hakkında davalar açıldı, fakat bu davalar beraatla sonuçlandı.
Katiller yeniden
yargılanır mı?
Bugüne dek kontrgerilla cinayetlerine dair resmi belgeye ulaşılmamıştı. Cinayetlerden yargılananlar da buna güvenerek “delil yetersizliği”ni kullandılar. Şimdi ortaya çıkan resmi belge, bu kişilerin yeniden yargılanmasına zemin olabilir.
Aslında bizzat Çiller’in sözleri, cinayetlerin devlet eliyle işlendiğini ortaya koyuyordu. Sonrasında gelen itiraflar bu durumu destekler nitelikteydi. Örneğin Mehmet Eymür 10 Nisan 2015 tarihli duruşmada, Kürt işadamları ile ilgili listenin Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin tarafından hazırlandığını söylüyor. Bu kişilerin ilk aşamada 29 kişi olduğunu, sonra 54 kişiye çıktığını bildiriyor ve çoğu öldürülen isimleri tek tek sıralıyor. Geçtiğimiz yıllarda ifşaatlarda bulunan mafya lideri Sedat Peker de sözkonusu “faili meçhul” cinayetlerin arkasında Mehmet Ağar’ın olduğunu söyledi. Fakat bu itirafların hiçbiri, başta Ağar olmak üzere cinayetleri azmettiren ve işleyenlerin ceza almasını sağlayamadı.
Yeni bulunan belge, hukuken yeniden yargılanmalarının yolunu açabilir. Ama biliyoruz ki, hukuk döneme-duruma göre değişen biçimlerde uygulanır. Toplumsal mücadele yükselmediği sürece, devlet eliyle işlenen cinayetlerin, katliamların faillerinin ortaya çıkması ve gereken cezayı alması mümkün olmaz. Dolayısıyla katillerin gerçek anlamda yargılanması, delillerin ortaya çıkmasından ziyade mücadelenin yükselmesiyle sağlanır.
Gerçekler illa ki bir gün açığa çıkar. Bu bazen bir tesadüf sonucu öğrenilse de, diyalektiğin “rastlantı-zorunluluk” ilkesi gereği er ya da geç ortaya dökülürler. Son örneğini Kürt işadamları cinayetlerinde yaşadığımız gibi, hiçbir suç sonsuza dek gizli kalmaz. Sonrası, buna uygun verilecek mücadeleye kalmıştır…