Denizler yaşıyor! Katilleri bin kez öldü!

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan… Darağacında üç fidan…

Ölümlerinin üzerinden 52 yıl geçti. Ama hiç unutulmadılar. Davaları uğruna ölümün üzerine yürüdüler korkusuzca. Başları dimdikti her aşamada… Sloganlarla çıktılar idam sehpasına ve iskemleyi kendileri devirdiler…

Kendilerinden sonra gelenler için, devrimci bir gelenek bıraktılar. Boyuneğmediler, kırıldılar. Diz çökerek yaşamaktansa, ölmeyi yeğlediler. Dövüşerek yenildiler…

O yüzden de ölümlerinin üzerinden birkaç yıl sonra, devrimci hareket eskisinden çok daha güçlü ve kitlesel bir şekilde büyüdü. 12 Mart ile 12 Eylül yenilgisi arasındaki temel fark da budur. 12 Mart’ta devrimci önderler, işkencede, zindanda, kırda-şehirde her yerde direnerek öldüler. Fakat 12 Eylül “dövüşsüz yenilgi” oldu. 12 Eylül’ün hemen ardından “geri çekilme” adı altında bozgun taktiği uygulandı. Birçok devrimci yurtdışına kaçtı, kalanların çoğu da mücadeleyi tatil etti. Her bozgunda olduğu gibi daha çok hata yapıldı ve kısa sürede darbeler yendi.

Bu teslimiyetçi-tasfiyeci taktik, işkencede çözülmelerin artmasını, zindanlarda faşist yaptırımlara boyuneğişi getirdi. Buna karşın 12 Eylül döneminin firesiz en dirençli alanı, idamlar karşısındaki duruş oldu. 12 Eylül döneminin devrimcileri de dimdik çıktılar idam sehpasına. İlk idam 8 Ekim’de Necdet Adalı ile başladı ve onlarca devrimci 4-5 yıl içinde asıldılar. Hepsi de kendilerine Denizleri örnek almıştı; devrim inançlarını haykırarak şehit düştü.

Denizler, onurun, başeğmemenin, yiğitliğin, devrimin sembolleri oldular ve hep yaşadılar. Bundan sonra da yaşayacaklar.

Peki ya katilleri? Kalem kıran kara cüppeli cellatlar?

Denizlere idam hükmünü veren mahkeminin başkanı Ali Elverdi, Denizlerden yıllar sonra 2012 yılında öldü. Aslında o, Denizlere idam verdiği an ölmüştü. Yıllarca korkuyla ve saklanarak yaşadı. Öyle ki, gazetelere çok önceden ölüm ilanı verdirecek, yaşarken öldü gösterecek kadar korku içindeydi. Fiziki ölümü ise, yemekten oldu. Tam kendine yakışan biçimde… Şairin dediği gibi “yiyin efendiler yiyin/ıksırıncaya tıksırıncaya kadar yiyin/bu saltanat sizin!” Ali Elverdi de, ıksırıncaya, tıksırıncaya, hatta geberinceye kadar yiyenlerdendi…

Ölümünün ardından, hakkında iyi bir tek şey söyleyen olmadı. Cenazeyi kaldıran imam bile “merhumu nasıl bilirdiniz” diye sormadı. Belli ki, “iyi bilirdik” sözünü duymak istemedi. Ya da adet yerini bulsun diye söyleyecek olanların ikiyüzlülüğünü görmek istemedi. Cenazesi son derece sönük geçti. Bir dönem milletvekilliği de yapmış olmasına rağmen meclisten kimse cenazeye katılmadı. Kara bir tabutla girdi mezara…

“12 Mart paşaları/sermayenin uşakları” diye başlayan bir marş vardır. Denizleri asanları, Mahirleri katledenleri, İbrahim’e kıyanları, “toprak bile almayacak” diye devam eder. Elverdi ve onun gibi cellatlar, hep lanetle anılacaklar. Denizler ise, her zaman yaşayacak. Çocuklarımıza isim, bayrağımızda dalgalandırdığımız sembol olmaya devam edecekler…

 

Deniz olmak, devrimci olmaktır!

Her kesim Denizleri ve bir bütün olarak ’68 hareketini kendi politik amaçları doğrultusunda yorumluyor ve o şekilde sunuyor. Kimileri Kemalistmiş gibi gösteriyor; onların devrim ve sosyalizm ideallerini yok sayarak, sadece ABD karşıtlığını öne çıkarıyorlar. Keza onların birer enternasyonal devrimci olduklarını, Kürt halkının üzerindeki asimilasyon ve baskı politikalarına karşı durduklarını gizliyorlar. Daha önemlisi Denizleri bir ikona dönüştürüp içini boşaltıyor, burjuva siyasetlerine alet etmeye çalışıyorlar.

Oysa Denizleri anmak, onların uğruna savaştıkları idealleri bilmekle ve bu idealler uğrunda onlar gibi dövüşmekle olur. Denizler ve bir bütün olarak ’68 kuşağı devrimcidir. O yüzden de “Deniz olmak” devrimci olmayı gerektirir.

Deniz’lerin idam edilirken attıkları sloganlar ortadır. Deniz, idam sehpasında “Yaşasın Marksizm-Leninizmin Yüce İdeolojisi! Yaşasın Kürt ve Türk Halklarının Bağımsızlık Mücadelesi! Kahrolsun Emperyalizm!” sloganlarını atmıştır. Keza savunmalarında ve son mektuplarında benzer sözler mevcuttur. Onlar ilk başlarda Kemalizmden yoğun biçimde etkilenmekle birlikte, mücadele içinde adım adım bu etkiyi azaltmışlar, başta Küba ve Çin olmak üzere dünyadaki devrimlerden etkilenerek silahlı mücadeleyi başlatmışlardır.  Savunmalarında “emperyalizme karşı silahlı mücadele suç değildir. Gayri milli olan emperyalizm ve onların sömürüsüdür.” demişlerdir.

Bugün Denizleri sahiplenir görünen tüm burjuva liberal-reformist kesimler, o yıllarda onlara ve örgütlerine saldırmışlardır. Fakat ne onlara “iyi çocuklardı, ama darbe yanlısıydılar” diyerek saldıran gerici güruh; ne Kemalist gösterip, sadece anti-Amerikancılığı öne çıkaran “ulusalcı”lar ve Denizleri bir nostalji olarak anan bugünün reformist eski yoldaşları, o kuşağın devrimci ideallerini karartamazlar.

Biz, Denizlerin, Mahirlerin, Kaypakkaya’ların devrimci ruhunu, militanlığını sahipleniyoruz ve ML bakışaçısıyla ileriye taşıyoruz. Onların mirasına gerçek anlamda sahip çıkmanın, uğrunda can verdikleri ideallerini yaşatmaktan, devrim ve sosyalizm mücadelesini büyütmekten geçtiğini biliyoruz. Bu bilinç ve sorumlulukla hepsinin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

Bunlara da bakabilirsiniz

Soma Katliamı 10. yılında

13 Mayıs 2014’te Soma’da katledilen madencilerin anmaları yapıldı. 10. yıldaki anmalar, Manisa-Soma başta olmak üzere, …

1 Mayıs’a, Taksim’e, tutsaklara özgürlük

1 Mayıs’ta Taksim’e yürümek istedikleri için tutuklanan 50 kişi için dayanışma eylemleri devam ediyor. İstanbul …

Öğretmenler iş bıraktı, eylem yaptı

İstanbul’da özel bir lisenin müdürü İbrahim Oktugan’ın bir lise öğrencisi tarafından öldürülmesinin ardından, eğitim sendikaları …