Dersim kıyımından bir kesit

Ben Dersim kıyımını yaşayanlardan biriyim. 1927 doğumluyum, katliam sırasında 11 yaşındaydım. Akla gelebilecek her türlü işkence ve öldürme işlemini gördüm.

Hedeflenen yer, özellikle Pülümür Suyu’nun batısı ile Munzur Suyu’nun kuzeyi olan Kuzey Dersim bölgesidir. Burası, ilk olarak Cumhuriyet’in ilk yıllarında, 1930’da saldırıya uğramış, 1938 yılında tamamen boşaltılmıştır. 1993 yılında aynı bölgeyi, yine olağanüstü hal bahanesiyle boşaltmışlardır. Bazı köylerde karakol olduğu için, 10-15 ev bırakıldı. Onun dışında bölge halen boştur.

1929 yılında Mareşal Fevzi Çakmak’ın TBMM’de verdiği, Doğu’daki Alevileri imha etme önergesi kabul edilmiştir. İlk harekat da 1930 yılında Pülümür’de eylül ayında başladı. Direnişle karşılaşan ordu birlikleri, 24 saatte almak istedikleri köylere giremediler. Kasım ortalarına kadar süren operasyonda Danzik, Pancıras, Dağbek, Gürük, Harsi köylerini ve Askireg köyünün de 4 mezrasını yakıp yıkıp, insanları, hayvanları, yiyecek ve ormanları imha etmişlerdir. Canını kurtaranlar dağlara çekilerek direnmiştir. Kar yağınca asker geri çekilmiş, yöre halkı da imha edilmekten bir süre için kurtulmuştur.

 

Sürgün değil, ölüm yürüyüşü

1938 yılı Temmuz ayının ilk haftasıydı. Güneş yeni doğmuştu. Askerler köyümüzün etrafını sardılar “teslim olun” diye anons ettiler “yoksa hepinizi öldüreceğiz!”

Kimsede doğru dürüst silah yoktu, daha önceleri silahlar toplanmıştı. Çoluk çocuk, kadın, ihtiyar, kim varsa toplayıp, Pülümür’e doğru yola çıkardılar. Yürüyemeyen ve arkada kalanlar dipçiklenmeye başlandı. Kimse sesini çıkaramıyordu. Sesini çıkaranlar derhal ya süngülendi, ya da kurşunlandı. “Hepinizi öldüreceğiz, boşuna konuşmayın ve karşı koymayın” diyorlardı. Alenen tecavüzler başladı. Evvela mağdureler, sonra yakınları bu duruma tepki gösterince, her iki tarafı da öldürdüler.

Bu sürgün sırasında, her türden saldırı öylesine büyük bir pervasızlıkla gerçekleştiriliyordu ki, yapılan falaka benzeri dayakları anlatmaya gerek yok. Kendi aramızda karar aldık; kadınlara sataşmalar olunca müdahale edilecekti. Sonuç zaten ölümdü, hiç olmazsa şerefimizle ölecektik. Ve bu kadar uygulandı da. Her şey herkesin gözlerinin önünde yaşanıyordu. Bir kişiye dönük bir saldırı, hepimize gözdağı vermeyi, yıldırmayı amaçlıyordu.

Bu sefer de küçük çocukları süngülemeye başladılar, Pancıras köyünün altında, hamile bir gelini keyfi süngüleyerek karnını yardılar, cenini süngüye taktılar. Bu hadiseyi yapan askerle diğerleri arasında sanırım anlaşmazlık çıktı ki, aynı olay bir daha tekrar etmedi. Zaten dil bilmediğimiz için yapılan konuşmaları anlamıyorduk.

Sürgün, büyük bir vahşet ve işkence ile birlikte yürüyordu. Bu tür olaylar yüzünden 15 kilometrelik yolu 7 günde alarak, Erzincan-Pülümür sınırında bulunan Avzer Kışlası’na gelebildik.

Avzer Kışlası’na akşam karanlığında geldik. 7 günlük yolda öldürülenlerin haddi hesabı yoktu. Yöre köylülerinden toplanan ve de yakalananların sayısı, tahminen 3000 kişi kadardı. Bu göç gurubundan 500’ün üzerinde ölüm olduğu söylendi, bu yolculukta dağlara kaçanların veya kayıp olanların yekununu öğrenemedim.

 

İşkenceyle ölüm

Avzer Kışlası’nda sabah olunca 7 yaşından büyük erkekleri bir tarafa (ben dahil), kadın ve küçük çocukları diğer tarafa ayırdılar. Aramıza makineli tüfekli askerleri koyup, önlerini biz erkeklere doğru çevirdiler. Bizleri biraz sonra öldüreceklerini söylediler.

Orada şunu öğrendim, insanlar belli bir süreden sonra acı veya ölümler karşısında ağlamıyor, sızlamıyor. Yaşanabilecek en ağır şeyleri yaşadıktan sonra, “artık daha kötü ne olabilir ki” diye düşünmeye başlıyor, korkusu, telaşı azalıyor. Bir yandan da, özellikle kadınlara dönük saldırıların-tecavüzlerin arkasından, alınan “izin vermeyelim ve şerefimizle ölelim” gibi kararlar daha sağlam, daha metanetli durmayı sağlıyor.

Ortaya 3 kuyu kazdırdılar, o kuyuların içine üç kişiyi boyunlarına kadar toprağa gömdüler. Başlarına çivi çakarak öldürdüler. Sonra Dilepiro isminde uzun boylu yaşlı birisini koydular, çok dövdüler, adamcağız bayıldı. O zaman onu kuyudan çıkardılar kenara attılar, aynı gün öldü. Onun yerine Dersim yöresinde çok tanınmış Rayber Saycan Ağa’yı koydular. Bir asker elinde çivilerle Saycan Ağa’ya doğru giderken bir şeyler söyledi. Saycan Ağa Türkçe bilirdi. Askerin söyledikleri üzerine büyük bir hiddet gösterdi, çok gür sesle askere bağırarak bir şeyler söyledi. Asker bu haykırış, cesaret ve heybet karşısında üç adım kadar geriledi. Tam bu sırada atlı bir asker geldi, bizi sürgün getiren subaya zarf verdi. Subay zarfı okuduktan sonra, bizlere dönerek “affa uğradınız, herkes yerine dönsün, bundan sonra kimse öldürülmeyecek, batı illerine menfi olarak sürgün edileceksiniz” dedi.

Sonradan öğrendik, asker Saycan ağaya yaklaşırken, “bire Kızılbaş kafir, salavat getir, Müslüman ol. Çünkü seni cehenneme göndereceğim” diyormuş.

Saycan Ağa da “Kafir sensin! Elinden geleni ardına koyma! Kerbela’da ceddim İmam Hüseyin’i şehit edenlerin torunusun; görevini yap!” diye gürlemiş. Sürgün sırasında Rayber Saycan Ağa’yı Bursa’ya götürmüşler, iki ay sonra ölmüş.

* * *

Sürgünün kendisi ayrı bir işkenceydi, sonrası ayrı işkence. Kapalı, zeminine saman konulmuş vagonlarda mola vermeden günlerce gittik. Yolda hastalanan, baygın düşen, yolculuğun ağırlığına dayanamayarak ölenler oldu.

Sürgün olarak seçilen bölgeler ise, Batı’da, en ücra noktalardaki en gerici köylerdi. Bizim gibi çok kalabalık aşiretler halinde yaşamaya alışkın olan bir halk, çekirdek ailelere bölünerek, hatta kimi zaman kardeşleri bile birbirinden ayırarak köylere dağıtıldık. Isparta, Bilecik, Bursa gibi kentlerin en gerici Sünni köyleriydi gönderdikleri yerler. Ve bir köye 3-4 kişiden fazlasını vermiyorlardı. Köyden çıkmak yasaktı. Aylarca kapımızda jandarma bekledi.

Bir halkı yoketme saldırısıydı Dersim Katliamı

 

(10 Eylül 2023 tarihinde kaybettiğimiz İbrahim Seyitcemaloğlu, bu yazıyı 2009 yılında dergimiz için yazmıştı.)

Bunlara da bakabilirsiniz

Soma Katliamı 10. yılında

13 Mayıs 2014’te Soma’da katledilen madencilerin anmaları yapıldı. 10. yıldaki anmalar, Manisa-Soma başta olmak üzere, …

1 Mayıs’a, Taksim’e, tutsaklara özgürlük

1 Mayıs’ta Taksim’e yürümek istedikleri için tutuklanan 50 kişi için dayanışma eylemleri devam ediyor. İstanbul …

Öğretmenler iş bıraktı, eylem yaptı

İstanbul’da özel bir lisenin müdürü İbrahim Oktugan’ın bir lise öğrencisi tarafından öldürülmesinin ardından, eğitim sendikaları …