11 Haziran 2022 tarihinde İstanbul’da TJA (Özgür Kadın Hareketi) tarafından “Mahpusta Kadın Olmak” çalıştayı düzenlenmişti. Çalıştay’da ‘70’lerden günümüze çeşitli dönemlerde hapis yatmış kadınlar, kadın mahpusların neler yaşadığını ve nasıl direndiklerini anlattılar. Ardından halen hapishanelerde olan kadınlarla dayanışmak üzere konuşuldu, dayanışma ve mücadele biçimleri tartışıldı.
Bu çalıştaydan sonra 13-14 Ocak 2024 yılında “Sessizlik zinciri: Kadın siyasi mahpusların etrafındaki duvarları yıkmak” başlığı altında Diyarbakır’da Uluslararası Kadın Tutsaklar Konferansı düzenlendi. İstanbul’da yapılan Çalıştay’ın tutanakları da bir kitap haline getirilerek konferansta dağıtıldı.
“Mahpusta Kadın Olmak Çalıştayı” adıyla çıkan kitabın, 25 Mayıs Cumartesi günü, “Karşı Sanat”ta tanıtımı gerçekleşti. İstanbul’daki çalıştaya katılan kadınlar başta olmak üzere geniş bir katılım sözkonusuydu. Geçtiğimiz günlerde Kobani Davası’nın sonuçlanmasının ardından tahliye olan Gültan Kışanak da davetliler arasındaydı.
Hapishanelerden kadın tutsakların mektubunu, İstanbul’daki çalıştaya katılan ve kitapta da yazısı bulunan Nevin Berktaş okudu. Berktaş, Gebze Cezaevi’nden Nesrin Akgül’ün mesajını okurken, kendisinin de Gebze’den tahliye olduğunu söyledi ve bunun kendisini duygulandırdığını belirtti. Ayrıca Bakırköy Cezaevi’nde bulunan Çiğdem Mater’in, Diyarbakır Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutsak olan Rojbin Çetin’in mesajları okundu.
İlk olarak TJA aktivisti Hacer Özdemir konuştu. Cezaevlerinde tutsak olan kadınların tarihinin ve yaşadıklarının yazılmadığını, bundan dolayı bu kitabı çıkarttıklarını söyledi. Kitabı derleyen Esra Çiftçi ise, amaçlarının Türkiye’deki cezaevi gerçeğini anlatmak olduğunu, Sakine Cansız katledilmeseydi, onun da kitapta yazısının olacağını söyledi. Ayrıca kitapta yazısı yeralan Ümit Efe, Gülten Kaya, Diyarbakır zindanında katledilen Mazlum Doğan’ın ablası Serap Doğan konuşmalar yaptılar.
Günün süpriz konuğu Gültan Kışanak ise, alkışlar ve zılgıtlar eşliğinde konuşmasına başladı. “Kadın, yaşam ve özgürlük o kadar içiçe ki, cezaevinde kadınların işkence gördüğü, itaat etmenin öğretilmeye çalışıldığı dönemi yaşadım; ama itaat eden, dışarı ile duygusal bağını kesen kadınlara şahit olmadım” dedi. Hapishanede kaldığı süre içinde çok insanı tahliye ettiklerini, ama kendi tahliyesinde dışarıya çıkmanın daha zor olduğunu anladığını söyledi. Kobane Davası’ndan tüm tutuklularla birlikte tahliye olmayınca sevinemediklerini; fakat içerde kalanların ısrarı üzerine yine zılgıt ve sloganlarla uğurlandıklarını belirtti. Konuşmasında duygulu anlar yaşayan Kışanak, hapishane yaşantısına ilişkin anekdotlar da aktardı ve içerdekileri de çıkartacak bir mücadele hattının örülmesi gerektiğini vurguladı.
Kitap tanıtım toplantısı, çalıştaya katılan ve kitapta yazıları olan kişilerin kitabı imzalamasıyla sonlandı.
Kitapta Nevin Berktaş’ın, İstanbul’daki çalıştayda yaptığı konuşmasının yazılı hali de bulunuyordu. “Ötekilere bıraktık güneşi karşılamayı” başlığı altında yayınlanan yazının bir bölümünü aktarıyoruz:
* * *
Hapishanelerde yaşam koşullarını düzeltmenin, her türden onur kırıcı uygulama ve işkenceye karşı durmanın önemli bir ayağı, dışarıdaki mücadeledir. Dışarısı ne kadar güçlü durursa, hapsedilenlerin hayatı da o ölçüde rahatlar. Bugün bir arada olmamız, dışarıdan güç vermemizin önemli bir parçası olacak…
12 Eylül dönemini, ‘90’lı ve ‘2000’li yılları da hapishanede geçirmiş biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim; hapishanelerdeki direnişi örgütlemek, hangi koşulda olursak olalım dışarıdan da bu direnişe destek sağlanmasını başarmakla mümkün. Aile ve tutsak yakınlarının ve avukatların çabası birinci derecede önemli. Çünkü tutsaklarla temas halinde olan ilk bölükler onlar… Resmi makamlara başvuru, sorunların hem kayıtlara geçmesi bakımından önemlidir, hem de basının bilgilere daha rahat ulaşması bakımından… Kamuoyu baskısı olmadan hapishane koşullarını düzeltmenin pek oluru yoktur.
12 Eylül’ün en karanlık günlerinde biz böyle başardık. İlkin, tüm vahşi işkencelere ve bunaltıcı baskılara karşın içeride direnişi örgütledik. Sonra da bize yapılan baskı ve işkenceleri duyurmak için çok özel çaba harcadık ve bu çabalarımızdan dolayı yasak, baskı ve işkencelerle karşılaştık. Adana Hapishanesi’nde bize haberleşme konusunda yardım eden bir görevli için, annemi ve kucağında yeni doğmuş bebeği ile kardeşimin eşini işkencehaneye aldılar örneğin. Karşılarına onlarca gardiyan dizip “Bunlardan hangisi size geldi” diye sordular. Israrla bize kimsenin gelmediği yanıtını aldılar. İstanbul Metris Hapishanesi’nde taşıdığım notlar nedeniyle hücrelere konuldum, ek hapis cezalarına maruz bırakıldım. Kısacası, örgütlenmek demek, bin bir badireyi göze almak demekti.
Çünkü en çok örgütlenmemizden ve işledikleri suçların açığa çıkmasından korkuyorlar… Bizi bireyselleştirmek ve dışarıya değerlerimizden uzaklaşmış, onursuz, kişiliksiz, posası çıkmış insanlar olarak çıkarmak istiyorlar. Biz de aksine, “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz” olmak için uğraştık. Komün hayatı yaşadık, dayanışma içinde olduk, birbirimize deneyimlerimizi, fikirlerimizi aktardık, seminerler verdik, tiyatro ve müzik grupları oluşturduk… İnsanca yaşam koşulları yaratmak ve onur kırıcı uygulamalara, işkencelere karşı ölümüne direndik. Ailelerimiz de dışarıda birbirine kenetlendi. Birimizin anne-babası hepimizin anne-babası oldu.
Bugün de hapishanelerde insanlık dışı uygulamalar katmerleşerek sürüyor. Bu sistemde işkence ve baskı ortadan kalkmaz; ama geri püskürtebilir, insanca yaşam koşulları sağlanabilir… Bir bütün olarak, insanlık dışı olan hücre tipi hapishaneler mutlaka kaldırılmalı…
Yirmi iki yılı hapishanelerde geçirmiş biri olarak, soluklanma dönemlerinin ve işkenceli süreçlerin iyi ya da kötü niyetli yöneticilerden kaynaklanmadığını deneyimlerimle gördüm. İşkencenin bir sistem sorunu olduğunu ve soluklanma dönemlerinin uzun ve meşakkatli bir mücadele ile geldiğini kendi yaşamımdan biliyorum… Uzun yılların ardından aklımda kalan, hangi işkenceleri yaşadığım değil, nasıl direndiğimdir. Zulme karşı direnmek haktır ve ben de direnme hakkımı kullandım. Öyle olunca güçlendim ve bu gücün yarattığı iç rahatlığı ile çıktım…
Bu kadar yılın elbette ürünleri de olmalıydı. İki kitap doğdu: Birincisi, “İnancın Sınandığı Mekânlar: Hücreler”, ikincisi de “Darbe, Yenilgi, Direniş: 12 Eylül”…
İlk kitap, 19 Aralık 2000 katliamından ve hücre tip hapishanelerine geçilmeden önce basıldı. Kitapta, dünya çapında hücre tipi hapishanelere, ülkemizde 12 Eylül hücrelerine karşı nasıl direnildiyse, kurulması düşünülen hücre tipi hapishanelere karşı da öyle direnileceğini anlattım. Kitap hemen yasaklandı ve hakkında çok sayıda dava açıldı. On yıllık bir dava sürecinden sonra 2010 yılında yeniden hapsedildim. Bu dava ile ilgili hukuk mücadelesi verirken avukatım altı yıl fazladan yatırıldığımı da açığa çıkardı. Bunun için açtığımız dava ise ret edildi.
“Hücreler” kitabı nedeniyle hapsedildiğimde, yoldaşlarımın örgütlediği bir kampanya sonucunda çok sayıda insan, haksız yere hapsedildiğimi görerek bu uygulamaya karşı çıktı; beş ayda tahliye edildim. AHİM’e de başvuran avukatım davayı kazandı. Bu arada “Hücreler” kitabına ilgi arttı, Yediveren Yayınevi “Dava Dosyası” adıyla ikinci baskısını yaptı ve kitap çok okundu.
“12 Eylül” kitabı da 2012 yılında çıktı. AKP’nin darbe karşıtıymış ve 12 Eylül’ü yargılayacakmış gibi görünmesi, en karanlık günlerde direnerek ve canı pahasına 12 Eylül’ü yargılayanların konuşması gerektiğini ortaya çıkardı. Öte yandan 12 Eylül kan ve vahşetten ibaret değildi, bu vahşet ortasında direniş manifestosunun yazıldığı gerçeği yeniden hatırlatılmalıydı. Bunu gerçekleştirdik. Böylece hapishaneler direnişlerini de kapsamış oldu kitap.
Bugün acil bir sorun olan hasta tutsaklarla ilgili olarak, geçmişin deneyimlerini de değerlendirip ortak bir mücadeleyi örebiliriz… Örgütsüzlük ve dağınıklıktan kaynağını alan hak arama mücadelesindeki zafiyetler, hapishaneler mücadelesinde daha çarpıcı olarak çıkıyor karşımıza. Sonuç alıcı mücadelenin örülmesinin yolu, hapishanelere ve hasta tutsakların durumuna karşı yoğun bir ilgi uyandırmaktan geçiyor…