11. yılında Haziran Ayaklanması’ndan öğrenmek

Gezi Direnişi ile başlayıp Haziran Ayaklanması’na dönüşen büyük halk hareketinin 11. yılındayız. 31 Mayıs 2013 tarihinde başlayıp 16 Haziran’a kadar süren Haziran Ayaklanması, Türkiye’nin en büyük halk ayaklanması olarak tarihe mal oldu.

AKP Hükümeti 2012 yılında Gezi Parkı’nı yıkarak, “tarihi Topçu Kışlası”nı yeniden inşa etme” adı altında AVM yapma kararı almıştı. 2012’nin son aylarında bu projeye karşı Taksim Dayanışması’nın eylemleri başladı.

Aynı dönemde Taksim Meydanı’nın kenarına kocaman bir çukur kazılmış ve bu çukur bahane edilerek 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanamayacağı aylar öncesinden ilan edilmişti. Devrimci 1 Mayıs Platformu da 2012’nin son aylarından itibaren, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması için eylemlere başladı. 1 Mayıs 2013 günü, onbinlerce kişi sabahın erken saatlerinden gün bitinceye kadar, Şişli çevresinde polisle çatıştı. Gaz bombalarına, tomalara rağmen, polis bu kitleyi dağıtamadı. Bu direniş, Gezi Direnişi’ni tetikleyen en önemli unsur oldu.

27 Mayıs 2013’te Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesi üzerine Taksim Dayanışması Park’ta “nöbet eylemi”ne başladı. 30 Mayıs’ta polis ve zabıta ekiplerinin eylemcilere saldırması, çadırlarını yakmasıyla birlikte Park’a gelen kitle arttı ve direniş bir üst aşamaya sıçradı. 31 Mayıs’ta polisin yeniden saldırması, Gezi Direnişi’ni ayaklanmaya dönüştürdü. Başta İstanbul olmak üzere tüm ülkeye yayılan Haziran Ayaklanması böyle başladı.

                          * * *

Esasında AKP hükümetinin dayatmalarına, artan polis terörüne, vahşi kapitalizmin yarattığı sonuçlara karşı biriken tepkinin patlamasıydı bu. Ve yaklaşık 20 gün boyunca, polisin azgınca saldırılarına büyük bir cüretle meydan okunmuş, korku duvarları yıkılmıştı. Ölümün gözlerde küçüldüğü, acının mizahla hafifletildiği, unutulan değerlerin, paylaşım ve fedakarlığın her ana sindiği günler yaşandı.

Sadece ülkemizde değil, dünyadaki direnişlere de esin kaynağı oldu Haziran ayaklanması. Türkiyeli işçi ve emekçiler, Ortadoğu halklarının direnişinden, Amerika’dan Avrupa’ya yayılan eylemlerden etkilendiği gibi, onları da etkileyen bir direniş sergiledi. Başta Brezilya olmak üzere Latin halkları, Avrupa’daki işçi ve emekçiler, kendi direnişlerinde Haziran Ayaklanması’nı selamladılar, ona göndermelerde bulundular ve ondan aldıkları moral gücünü direnişlerine taşıdılar.

Ayaklanma sırasında 8 kişi katledildi, yüzlercesi yaralandı; bir o kadar gözaltı-tutuklama yaşandı. Bütün bunlara rağmen, direnişin moral üstünlüğü kırılamadı. Berkin Elvan başta olmak üzere direnişte katledilenlerin cenazeleri ve duruşmaları ayrıca direniş alanına dönüştü.

Haziran Ayaklanması, kitlelerin devasa gücünü somut olarak gösterdi. Yılgınlığa, karamsarlığa, güvensizliğe büyük bir darbe indirdi; bir “milat” oldu.

Erdoğan’ın da, egemenlerin de bitmeyen “Gezi korkusu” bundandır.  Tekrar tekrar Gezi davaları açmaları, beraat edenleri bile yeniden tutuklamaları, onlarca yıl cezalar vermeleri, yaşadıkları bu korkudandır. Gezi, onların kabusu oldu.

Emekten yana olan kesimlerde ise, “Gezi ruhu”nu yeniden yaşama ve yaşatma arzusu hep sürdü.

   * * *

Marks, “Fransa’da sınıf savaşları” adlı eserinde; “devrim, kuvvetli ve birleşik bir karşı-devrimi yaratarak ilerler” der ve şöyle devam eder: “Yani devrim, düşmanı gitgide daha aşırı savunma tedbirlerine başvurmaya zorlar ve böylece daha güçlü saldırı vasıtaları bulur.”   

İlk köle isyanı Spartaküs’ten, ilk proleter devlet Paris Komünü’ne kadar tüm ayaklanmalar karşısında egemenlerin yaptığı şey, daha fazla silahlanmak, daha fazla şiddet olmuştur. Lenin’in “Moskova ayaklanmasının dersleri”nde  söylediği gibi; “gericilik, barikatlara, kalabalığa ve binalara kurşun yağdırmaktan öteye gidemez. Ama devrim, Moskova çarpışma birimlerinden çok daha ileriye gidebilir.”

Tüm egemenlerin yaptıkları gibi, Türkiye’de de direnişe daha fazla polis, gaz bombası, daha çok tutuklama ve ölümle karşılık verdiler. Kitlelerin Haziran’dan daha fazlasını yapabileceğini henüz görmediler, ama her gün onun korkusuyla yaşıyorlar.

Haziran Ayaklanması’ndan sonra, bir yandan polis şiddeti artarken, bir yandan da sandığı göstererek kitleleri sokaktan vazgeçirmeye uğraştılar. Başta CHP olmak üzere muhalif partiler, AKP’nin halk ayaklanmasıyla değil, seçimle gitmesi gerektiğini savunup kitleleri oyaladı. AKP’nin bir dizi seçim hilesiyle kazandığını bildikleri halde, her defasında kitleyi sandığa çağırdılar, sokaktan uzak tutmak için ellerinden geleni yaptılar. Çünkü kitle hareketinden, AKP’den korktuklarından daha fazla korkuyorlardı. Sonuçta AKP miadını doldurunca illa ki gidecekti; ama kitle hareketi bir sel gibi önüne geleni yıkıp geçtiğinde, kendileri de altında kalabilirdi.

Bu korku ile AKP’nin her tür seçim hilesine göz yumdular. Kitlelerde “AKP gitsin de nasıl giderse gitsin” duygusu o kadar güçlüydü ki, Haziran Ayaklanması’ndan on ay sonra yapılan yerel seçimlerde ve ardından 7 Haziran 2015 seçimlerinde o güne dek sandığa gitmemiş olanlar bile oy kullandılar. Ve tabii ki, AKP seçimlerle gitmedi…

Haziran’ın somut hedefi, AKP hükümetinin istifasıydı. Fakat talepleri bununla sınırlı değildi. Daha da önemlisi, hükümet değişikliği yaşanan sorunları çözmeyecekti. Ama kitlelerin bunu kendi deneyimleriyle öğrenmesi gerekiyordu. Haziran Ayaklanması döneminde de belirttiğimiz gibi, kitlelerin “hükümet istifa” talebini sahiplenmek ve bunun gerçekleşmesi için mücadele etmek, doğru bir yaklaşımdı. Kitlelerin böyle bir ayaklanma ile hükümeti devirmesi, kendi gücüne güvenini arttıracak ve moral üstünlük yaratacaktı.

Her dönem faşizmin can simidi olmuş reformistler bir kez daha rollerini oynadılar. Oysa AKP, büyük bir güç ve prestij kaybına uğramıştı. Yolsuzluk dosyalarının ortaya saçılması da, Haziran’ın AKP’ye vurduğu ölümcül darbe üzerinden gerçekleşti. Ama muhalefet her defasında AKP’nin ekmeğine yağ sürdü ve AKP’nin 22 yıldır işbaşında kalmasında “suç ortaklığı” yaptı.

Burjuvazi için demokrasi, “sandık demokrasisi”nden ibarettir. Direniş, gerçek demokrasinin nasıl işlemesi gerektiğini açık bir şekilde ortaya koydu. Kitleler, “Gezi Komünü” başta olmak üzere ayaklanma süresinde her şeyi paylaştılar, birlikte ürettiler, birlikte kararlar aldılar ve uyguladılar. Birleşik örgütlenmeyi, birleşik mücadeleyi başardıklarında ve sadece hükümetleri değil, bir bütün olarak sistemi hedefe çaktıklarında, gerçek kurtuluşa doğru da adımlar atacaklardır…

                            * * *

Kuşkusuz Haziran direnişinin çok önemli eksiklikleri bulunuyordu. Bunlardan biri, işçi sınıfının sınıf olarak direnişte yerini alamamış ve öncü rolünü oynayamamış olmasıdır.

O günlerde yapılan bir ankete göre, direnişe katılanların yüzde 52’si ücretli, yüzde 37’si öğrenci, yüzde 6’sı ise işsizdi. Elbette “ücretliler” içinde işçiler de vardı, keza “işsizler” kategorisi içinde yer alanların büyük çoğunluğu işçiydi. Fakat işçi sınıfı hem nicelik, hem nitelik olarak ne yazık ki, direnişe damgasını vuramadı. Bunda en önemli faktör, sınıfın çoğunluğunun sendikal anlamda bile örgütsüz oluşlarıydı. Varolan sendikaların ise büyük oranda işbirlikçi olmaları…

Haziran’dan sonraki yıllarda işçi sınıfı grev, direniş ve işgalleriyle öne çıktı. Buralarda varolan sendikaları aşan bir direniş sergiledi; sendika ağalarını teşhir etti. Bunların içinde “metal fırtınası” en öne çıkan ve ülke çapına yayılan bir direniş oldu. Faşist Türk Metal sendikasının hükümranlığına büyük bir darbe indirdi. Fakat reformist sendikaların “bağrına basarak boğma” taktiğiyle baş edemedi. Marks’ın “işçi sınıfı ya devrimcidir, ya hiç bir şey” sözü, bir kez daha doğruluğunu kanıtladı.

İşçi sınıfı, kendi taban örgütlerini kurarak, devrimci işçileri sendika yönetimlerine getirerek, bu çemberi kıracaktır. Bunu başardığı zaman, Haziran direnişinde yaşanan eksikliği hem nicelik hem nitelik olarak giderecek ve yeni ayaklanmalara önderlik edebilecektir.

Sınıfın katılımı ve öncülüğü, bir ayaklanmanın başarıyla sonuçlanmasında olmazsa olmaz unsurlardan biridir. Mesela Haziran Ayaklanması öncesinde Mısır’da 40 yıllık diktatör Mübarek’e karşı başlayan halk isyanı, ancak işçi sınıfının katılımıyla, genel grevle hayatın durması sonucunda zafere ulaşmıştı. Dünya tarihinde buna benzer daha pek çok örnek vardır. Türkiye işçi sınıfı bunu başarabildiği oranda hem kendini hem de tüm emekçileri ve ezilen halkları kurtaracak yolu açacaktır.

                            * * *

Haziran’ı aşabilmek, onu anlayabilmekten, doğru biçimde tahlil etmekten, yarattığı-kattığı değerler kadar, hata ve eksikliklerini de ortaya koyabilmekten geçiyor.

Direnişin en önemli eksikliği ve yenilmesinin ana nedeni, devrimci bir önderlik boşluğu ve örgütsüzlüğüydü. O halde daha fazla örgütleneceğiz! Örgütsüzlüğe dizilen methiyelere prim vermeyeceğiz! Burjuva liberallerin ve reformistlerin sürekli geriye çeken çağrılarına kulakları tıkayıp “göğü fethetmeye” çıkanların yanında saf tutacağız!

Rosa Lüksemburg’un devrimlerle ilgili anlamlı sözleri, Haziran gibi büyük direniş ve ayaklanmalar için de geçerlidir: “Hiçbir devrimde ‘altın orta yol’ ayakta tutunamaz” diyor Lüksemburg ve ekliyor: “Devrimin doğa kanunu hızlı karar verilmesini gerektirir: Lokomotif ya tüm gücüyle tarihsel yükselişin en üst noktasına getirilecektir; ya da kendi ağırlığı ile başladığı noktaya geri kayacak ve zayıf güçlerle onu durdurmaya çalışanları uçuruma atacaktır.”

Uçuruma yuvarlanmamanın tek yolu, direnişi en üst noktasına kadar çıkarmaktır. Bu da direnişin taleplerinin karşılanması demektir. Haziran’ın taleplerinden Gezi Parkı’na AVM yapılmaması başarılmıştır, fakat en önemli siyasal talebi olan hükümetin istifası mümkün olmamıştır.

O dönem sürmekte olan “çözüm süreci”, Kürt hareketinin direnişe yaklaşımında belirleyici oldu. AKP hükümeti yıkılırsa “çözüm süreci”nin biteceğini düşünerek, “hükümet istifa” sloganına karşı çıktılar. Ve bu kaygıyla Kürt halkının katılımını sınırladılar. Kürt illerinde küçük çaplı protesto eylemleri gerçekleşti. Öyle ki, ilk kez Diyarbakır’dan İstanbul’a polis ve TOMA sevkiyatı yapılabildi. Böylece ayaklanmanın Kürt ve Türk halkının birleşik mücadelesi ile büyümesi ve somut kazanımlar elde etme imkanı kaçırıldı.

Elbette direnişin tek başarı kriteri, somut kazanım elde etmek değildir. Direnişin kitlelere kattığı şeyler de önemlidir. Fakat bugünlere uzanan ve ekonomik-siyasi baskıların katlanılamayacak hale geldiği AKP dönemini, 2013’te bitirmek mümkündü.

                       * * *

Bugüne dek Gezi Direnişi’ne dair pek çok yazı yazıldı, belgeseller, kitaplar çıktı. Birçoğu onun görüngüleriyle ilgiliydiler ve en fazla mizahına, gençliğine, demokrasisine, bir de “sosyal-medyanın gücü”ne vurgu yaptılar. Her biri kendi sınıfsal-siyasal duruşuna uygun bir “Gezi” tarifi yaptı. Fakat direnişin sınıfsal, siyasal, sosyal niteliği, örgütsel biçimleri, direnişe katılan siyasal yapıların tutumu, her kritik aşamada yaşanan tartışmalar, kimin neyi, niçin savunduğu ve tabi ki, neden bu şekilde sonuçlandığına ya hiç değinilmedi, ya da çok sınırlı kaldı.

Yayınevimizin çıkardığı “daha fazla Haziran” adlı kitapta, bu boşluğu doldurmaya çalıştık. Direnişinin özünü-gerçek niteliğini ortaya koyduk, temel eksikliklerini ve bunların nedenlerini irdeledik, onu aşabilmenin yollarını göstermeye çalıştık.

Direnişe dair bundan sonra da çok şey yazılıp çizilecektir. Ancak aslolan geleceğe ne bıraktığıdır; Paris Komünü gibi, 1905 Moskova ayaklanması gibi, devrimlerin kaldıracı haline getirebilmek, “geçmişteki geleceğimiz” yapabilmektir. Tarihte bu tür ayaklanmaları doğru bir şekilde çözümleyip, çıkardıkları sonuçlarla kendilerini geliştirenler, bunu başardı. Türkiyeli komünist ve devrimcilere düşen görev de budur.

Engels “Komün Dersleri”nde şunları söylüyor: “Başka zamanlarda olduğu gibi, her devrimde de kaçınılmaz olarak birçok hata yapılır ve nihayet, insanlar olayları eleştirel bir biçimde yeniden gözden geçirebilecek kadar yatışınca, kaçınılmaz olarak şu sonuca varırlar: Yapılmadan kalması çok daha iyi olacak birçok şey yaptık, ve yapılsa çok daha iyi olacak birçok şeyi yapamadık… Ve işte işlerin sarpa sarması bundandır.”

Haziran Ayaklanması’na da “yaptığımız” ve “yapmadığımız” şeyler üzerinden bakmak ve geleceğe “Haziran dersleri” ile hazırlanmak zorundayız.

Haziran direnişi “bu daha başlangıç” diyerek bitti. Biz de Che’nin Vietnam için söylediği gibi, “DAHA FAZLA HAZİRAN” dedik! Kitleler kendi deneyimleriyle öğrenecekler, öncüler çıkardıkları derslerle kendilerini donatacaklar ve her halk hareketi, bir öncekini aşarak ilerleyecek…

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …