Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yaş çay alım fiyatını 19 TL olarak açıklaması, ekonomisinin ağırlığı çay olan Doğu Karadeniz kentlerinde büyük tepkilere neden oldu. Üretici öfkeli ve öfkesini eylemlerle ifade ediyor. Sadece üreticiler değil, bütün bölgenin ekonomisinde çay üretiminin önemli bir payı olduğu için, esnafından öğrencisine bölge halkı da bu öfkenin ve eylemin parçası haline geliyor.
Çay üretimi 1984 yılında yaklaşık 650 bin dekar alanda yapılırken, bugün 800 bin dekar alanda yapılıyor. Üretimin yüzde 65’i Rize’de, yüzde 35’i Artvin’de, ayrıca Trabzon ve Giresun’da da sınırlı üretim alanları var. Yaklaşık 210 bin üretici ve 1 milyon insanı doğrudan ilgilendiren bir sektör çay üretimi. Dolaylı etkisi ise, tüm Doğu Karadeniz nüfusuna yayılıyor. Mevsimlik işçisinden mobilyacısına kadar çok geniş bir kesim, çay üretimi ile bağlantılı biçimde yaşamını sürdürüyor.
Çay üretimi yaklaşık yüzde 21 büyümüş durumda. Ancak üretim büyürken, üretici değil, özel sektör şirketleri büyüyor. 1984’te 100 ton günlük kapasiteyle çalışan bir şirket, bugün 3 bin ton günlük kapasiteye ulaşarak yüzde 3 bin büyümüş durumda. Üretici ise giderek daha fazla yoksullaşıyor, geliri ve yaşam koşulları kötüleşiyor. Bunun da tek sebebi, devletin çay sektörüne dönük politikalarıdır.
Üreticinin koşulları kötüleşiyor
1984 yılına kadar çayda alım yapan tek kurum ÇAYKUR’du. 1984 yılında çıkartılan yasa ile, bu alan özel sektöre açıldı. 1985 yılında ÇAYKUR, yaş çay üretiminin yüzde 95’ini doğrudan üreticiden satın alıyordu. Bugün bu oran yüzde 40’ı civarındadır. ÇAYKUR’un almadığı çay, özel sektöre peşkeş çekilmektedir.
ÇAYKUR öncelikle belirlediği alım fiyatıyla çiftçinin zarar etmesine yol açar. Mesela bu yılki alım fiyatı, kilo başına 19 lira olarak açıklandı, oysa ziraat odalarının hesaplamalarına göre, sadece maliyet 21 liradır ve çiftçinin üretimi sürdürebilmesi için alması gereken asgari fiyat 25 liradır. Hatta 1978 yılından bu yana, çay fiyatına sadece resmi enflasyon üzerinden zam yapılmış olsa, bu yılki yaş çay alım fiyatının 30-35 lira aralığında olması gerekir.
Aslında devletin verdiği fiyatı belirleyen de özel sektör temsilcileridir. Borsa başkanı ÇAYKUR’dan önce alım fiyatını açıklamış, Tarım Bakanı o fiyatı duyurmuştur. Devletin 19 liradan alım yapması, özel sektörün çok daha pervasız fiyatlar açıklayacağının göstergesidir.
Üstelik devlet bir de “kota” uygulamaktadır. Üretim ne düzeyde olursa olsun, ÇAYKUR sadece devletin belirlediği kotaya uygun miktarda alım yapar. Kalan ürün, özel sektörün yağmasına bırakılır. Çay tarlada da depoda da beklemez. Hasat zamanı hızla hasat yapılmalı ve bekletilmeden hemen fabrikaya teslim edilmelidir. Burada ÇAYKUR’un bıraktığı boşluğu “spotçular” doldurur. Özel sektördeki şirketlerin aracısıdır bu kişiler. Kantarda ve nakit ödeme ile alım yapan bu yağmacılar, açıklanan fiyatın altında fiyat verirler; ardından şirketlere satarlar. Şirketler bu sömürü-yağma zincirinin dışında görünmek için bu aracıları kullanır.
Kota ve taban fiyatı politikaları, çaydaki devlet payını azaltmak için bilinçli yapılan uygulamalardır. Ancak bununla sınırlı değildir. ÇAYKUR’un özelleştirilmesi ve çay üretiminin tamamen özel sektöre bırakılması, devletin temel hedefidir. 1990’ların başlarından itibaren, telefonda, et balık kurumunda, sütte, tekelde yaşanan özelleştirme furyasındaki hedeflerden biri de çaydır. Ancak çeşitli sebeplerle bu konuda fazla yol alamadılar. 2017 yılında, Varlık Fonu’na devredilen ÇAYKUR’un mali tablosu hızla bozuldu. Öncesinde her sene kar açıklayan kurum, 2017’den itibaren zarar açıklamaya başladı. Dünyada kişi başına en çok çay tüketen ülke olan Türkiye’de, üstelik sektörün en etkili kurumu olan ÇAYKUR’un sürekli zarar etmeye başlaması, normal bir durum değildi. Bu, tıpkı özelleştirilen diğer KİT’lerde (Kamu İktisadi Teşekkülü) olduğu gibi, önce yanlış ve gereksiz harcamalar yapılması, depolardaki çayın küflenmeye bırakılması gibi yöntemlerle içinin boşaltıldığını, sonra “zarar ediyor” diye kötülenerek özelleştirilip patronlara peşkeş çekileceğini gösteriyordu.
Üreticiye zarar veren bir başka unsur, Türkiye’nin ithalat politikasıdır. Türkiye’deki çay ekim alanlarına kış aylarında kar yağdığı için korunaklı kalır ve zirai ilaçlamaya ihtiyaç kalmaz. Bu da Türkiye’de üretilen çayın kalitesini artıran, dünyadaki genel standartların üstüne çıkmasını sağlayan bir unsurdur.
Ancak Türkiye’de devlet, böylesine doğal olanaklara sahip olmasına rağmen, üreticiyi değil, çay ithalatını teşvik ediyor. Aslında emperyalist tekeller, Türkiye’nin üretici ülke konumunu tamamen kaybetmesini, çay ihtiyacını ithalatla karşılamasını istiyorlar. Türkiye kişi başına yıllık 3 kg çay tüketimi ile, dünyada 1. sıradadır. Salt bu rakam, emperyalist çay tekellerinin Türkiye’ye nasıl bir iştahla baktığını göstermeye yeter. Ama bütün sorunlarına rağmen ÇAYKUR’un varlığı, emperyalist tekeller için hala büyük bir engeldir. Çünkü ÇAYKUR dünyaya çay satmıyor olsa bile, 2 milyar dolarlık bir iç pazarı vardır. Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre, Türkiye 2019 yılında çay ithalatında dünyada 25’inci, çay ihracatında ise 31’inci sırada yer almıştır. Çay üretimi Türkiye’den çok daha az olan Azerbaycan bile, 2019 yılında Türkiye’ye 300 ton çay satmıştır. İran gibi, doğa koşulları nedeniyle çay üretiminde zirai ilaçlama yapan bir ülkeden Türkiye’ye 2011 yılında resmi olarak 600 ton çay ithal edilmiş; ayrıca kaçak yollardan 50 bin ton civarında çay girişi olmuştur.
Çaydaki yıkımı durdurun
AKP yönetimi, kota ve kontenjan uygulamalarıyla, alım fiyatını özel sektörün istediği düzeyde düşük tutmasıyla çay üreticisini büyük bir yıkıma mahkum etmektedir. Keza tarımsal destekleri her yıl azaltarak, üretim maliyetini büyütmekte, üreticinin üzerindeki yükü artırmaktadır. ÇAYKUR’da yılda sadece 6 ay istihdam edilen mevsimlik işçilerden nakliyecisine kadar, bu alanda çalışan her kesim büyük sorunlarla karşı karşıyadır.
Son yıllarda devletin açıkladığı alım fiyatları öylesine düşük kalıyor ki, çay üreticileri çeşitli eylemlerle tepkilerini ortaya koyuyorlar. Bu yıl da üreticiler mitingler ve protestolar düzenlediler. Bu tablo, üreticinin öfkesinin giderek arttığını gösteriyor. En büyük sorun ise, üreticiden işçiye kadar her kesimin örgütsüz olması. Bu örgütsüzlük, öfkenin sonuç alıcı eylemlere dönüşmesini engelliyor.