Yerel seçimlerde AKP’nin ilk kez “ikinci parti” durumuna düşmesi, kitlelerde AKP döneminin artık sona ereceği beklentisini arttırdı. Fakat CHP bir kez daha AKP’nin imdadına yetişti; Özgür Özel Erdoğan’la görüştü ve “yumuşama”, “normalleşme” sözleri havada uçuşmaya başladı. Tam da “tasarruf paketi” adı altında ekonomik saldırıların başladığı, krizin faturasının bir kez daha halka ödetilmek istendiği bir dönemde, “yumuşama” diyerek, halkı yumuşatmak-uyutmak istedikleri anlaşılıyor. Aynı zamanda Mehmet Şimşek’in “IMF’siz IMF” olan ekonomi politikasını birlikte destekledikleri belli oluyor.
İşçi ve emekçiler zaten hayat pahalılığı ve düşük ücretler pençesinde can çekişirken, yeni vergi yükü ve hak gasplarını içeren “tasarruf paketi”ne tepkilerin büyüyeceği biliniyordu. Nitekim servis şoförlerinden memurlara, çay üreticilerinden öğretmenlere her kesimden sesler yükselmeye başladı. CHP, bu kesimlerin sorunlarına sahip çıkar görünerek tepkileri yatıştırma, soluk borusu olma, böylece düzen içinde tutma misyonunu üstlendi bir kez daha. Önce 1 Mayıs, ardından öğretmen ve emekli mitingleri; şimdi de protestoları yükselen çay üreticileri için miting hazırlığı yapmaları, bunun göstergesidir.
Egemenlerin kitleleri yönetmede kullandığı “papazlık-cellatlık” yöntemi devrededir yeniden. “Papazlık” görevi CHP’ye verildi doğal olarak. AKP-MHP bloku ise “cellatlık” görevini yerine getiriyor. Elbette yer yer “yumuşama”, “reform” gibi sözlerle kitleyi yatıştırmayı eksik etmeden…
Artan tutuklamalar,
yağan cezalar…
Yerel seçimlerden bu yana iki ay geçti. Ve bu iki ay içinde AKP-MHP yönetimi arka arkaya yeni saldırı paketleri açıkladı, bir kısmını yaşama geçirmeye başladı bile. Bunların başında gözaltı-tutuklama furyası ve mahkemelerin ceza yağdırması geliyor.
1 Mayıs günü Okmeydanı-Şişli bölgesinde ve Saraçhane’de direnen devrimcilere karşı büyük bir saldırı başlatıldı. Günlerdir ev baskınları, gözaltılar ve tutuklamalar sürüyor. 1 Mayıs sonrası yüzlerce kişi gözaltına alındı, 75 kişi tutuklandı.
1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasını kendi yasalarını bile çiğneyerek yasaklamaları yetmiyormuş gibi, buna karşı direnenleri, en doğal hakları için mücadele edenleri “suçlu” göstermeye çalışıyorlar. Faşizmin kural-kanun tanımaz keyfi bir yönetim olduğunu bir kez daha kanıtlıyorlar! Ve elbette reformizmin, işbirlikçi sendikaların “AYM kararları”nı göstererek Taksim’in 1 Mayıs’a açılacağı söylemlerinin, yalan ve demagojiden ibaret olduğunu da…
CHP-DİSK ittifakıyla AKP-MHP yönetiminin, 2024 1 Mayısı’nı boğma, en geride tutma konusunda fiilen uzlaştıkları ve görev paylaşımı yaptıkları anlaşılıyor. Fakat 1 Mayıs direnişi, planlarını bozdu; onları bu kadar saldırgan kılan, hiddetlendiren önemli bir unsur da budur.
Öte yandan Özel-Erdoğan görüşmesinin 1 Mayıs’ın hemen ertesi günü gerçekleşmesinin tesadüf olmadığı da görüldü. 1 Mayıs’ın nasıl geçeceği günler öncesinden belliydi; 2 Mayıs’a koyulan randevu, tahmin edilen tepkileri yumuşatma-bastırma gayretiydi. Ardından dalga dalga gelen 1 Mayıs gözaltıları ve tutuklamaları, “yumuşama-normalleşme” demagojisiyle yeni bir saldırı furyasını başlatacaklarının ilk göstergesi oldu.
Sadece 1 Mayıs tutuklamaları değil, Kobani davasında yağan cezalar; bu yönetimin komünist ve devrimcilere, yurtseverlere, toplumun en direngen kesimlerine düşman yüzünü gösterdi bir kez daha. Kobani davasında başta Selahattin Demirtaş olmak üzere HDP yöneticilerine ağır cezalar verildi. Üstelik Kobani direnişi sırasında katledilenler, ağırlıklı olarak Kürt yurtseverlerdi. Ve onlar devletin saldırılarıyla ölmüşlerdi. 1 Mayıs’ta olduğu gibi Kobani’de de asıl suçlu AKP yönetimi olduğu halde, cezalandırılan direnenler oldu.
Ne zaman kitlelere dönük büyük bir ekonomik-siyasi saldırı sözkonusu olsa, ilk başta halkın öncü kesimlerine saldırıyorlar. Geniş kitleleri zapt-ı rapt altına alabilmek için, önce öncülerin cezalandırılması, ortadan kaldırılması gerekiyor çünkü. Böylece kitlelere büyük bir gözdağı veriliyor ve saldırılar karşısında ses çıkaramaz hale getiriliyor.
Tarihte “24 Ocak Kararları” olarak anılan özelleştirme politikası, 12 Eylül askeri faşist cuntasının işbaşına gelmesiyle gerçekleşti. Adına ironik biçimde “hayata dönüş” dedikleri 19 Aralık operasyonuyla yüzlerce devrimci tutsağı katlederek, IMF politikalarını yaşama geçirebildiler. Yakın tarihte 15 Temmuz darbe girişimini bir fırsata çeviren AKP yönetimi, KHK saldırısı ile devrimci demokrat kişileri işten attı; Gezi direnişini organize ettiği iddiasıyla Osman Kavala’yı, ardından Taksim Dayanışması’nın öne çıkan isimlerini tutukladılar; HDP’li belediyelere kayyum atandı, Demirtaş dahil yüzlerce HDP yöneticisi cezaevlerine dolduruldu.
Bugün de yeni bir saldırı furyası ile karşı karşıyayız. Ve bir kez daha öncü kesimlere dönük yoğun saldırılar yaşıyoruz…
Bunlardan biri de Öğretmen Sendikası’nın Ankara’da meclise yürümesi sırasında yaşandı. Öğretmenlerin önüne barikat kuran, onları zorla gözaltına almaya çalışan, itip-kalkan polislerden biri, öğretmene silah doğrulttu. Egemenlerin korkusunun ne kadar büyük olduğu bir kez daha görüldü. Öğretmenler barikatı aşarak meclise ulaşmayı başardılar, eylemlerini sürdürdüler. Fakat o gün patlamayan silahın yarın patlamayacağının hiç bir garantisi yok!
Bir saldırı maddesi daha:
Etki ajanlığı
AKP-MHP yönetimi yeni bir “yargı paketi” daha hazırladı. Pakette “etki ajanlığı” başlığı altında bir suç daha uydurulmuş! Türk Ceza Kanunu’nun “casusluk”, “ajanlık” tanımına yeni bir kavram olarak ekledikleri “etki ajanlığı” haberlere yansıdığı kadarıyla şunları kapsıyor: “Türkiye lehine gibi görünüp aleyhte propaganda yaparak kamuoyu oluşturanlar… sosyal medya aracılığıyla Türkiye aleyhine propaganda yürütenler… ülkenin ekonomik, toplumsal ve kamu düzenini bozanlar…”
Erdoğan yönetimin en küçük bir eleştiriye dahi tahammülü olmadığının, her tür muhalefeti yargı kılıcıyla kesmeye çalıştığının bir yansımasıyla daha karşı karşıyayız. Yasalaştığı durumda AKP-MHP yönetimini, politikalarını veya bu parti yöneticilerini eleştiren herkes “etki ajanı” olarak suçlanacak, yargılanacak ve cezalandırılacak. Anlamsız tutuklama ve davalara yenileri eklenecek, başta öncüler olmak üzere, ses çıkaran herkesi hapse atacaklar.
Hapishaneler zaten ağzına kadar dolu. Üstelik sudan gerekçelerle infaz yaktıklarını, cezası dolan tutsakları bile çıkarmadıklarını biliyoruz. Muhalefeti bastırmanın en önemli aracı olarak yargı ve hapishaneler, AKP yönetiminin de en büyük silahı oldu. Öyle ki, kendi tarlasına maden şirketinin girmesine karşı çıkan 75 yaşındaki Hatice Kocaman hakkında bile dava açtılar. 50 kilo civarında yaşlı bir kadının 5 kişiyi darp ettiği iddiasıyla savcılar 5 yıl hapis cezası istedi. Tepkiler üzerine bu ceza para cezasına çevrildi.
Yeni yargı paketi geçtiği taktirde Hatice teyze de “etki ajanı” olarak damgalanacak!.. Toprağına, dağına, suyuna sahip çıkan; işini-ekmeğini isteyen, hak gaspına karşı duran herkese “etki ajanı” denilerek yargılanacak… 1950’lerde ABD’de “McCarthycilik” dönemi olarak geçen dönemde her muhalif “komünist” diye damgalanıp “cadı avı”na çıkılmıştı. AKP yönetimi de kendisine dönük her eleştiriyi, her karşı çıkışı “etki ajanı” sıfatıyla etiketleyecek ve cezalandıracak…
Faşist-gerici her yönetim gibi bu yönetim de saldırılar karşısında ses çıkarmayan, her şeyi sineye çeken, şükreden, boyuneğen bir toplum istiyor. Ama bunu ne Hitler, ne Mussolini, ne de Kenan Evren başardı… Günümüzün diktatörlerinin de başarma şansı yoktur!
Erdoğan’ın “seferberlik ilanı”
yetkisini alması
AKP-MHP yönetiminin saldırı hazırlığının bir başka adımı ise, 1990 yılında kabul edilen “Seferberlik ve Savaş Hali Tüzüğü”nü yürürlükten kaldırarak, yerine “Seferberlik ve Savaş Hali Yönetmeliği”ni koyması oldu. Ama daha önemlisi, önceden Bakanlar Kurulu kararına bağlı olan “seferberlik ilanı” şimdi Erdoğan’ın yetkisine geçti. Adına “cumhurbaşkanlığı sistemi” dedikleri ucube sistemde Erdoğan, bir kez daha kendi kendine yetki vermiş oldu!
22 Mayıs 2024 tarihinde resmi gazetede yayınlanan bu yönetmeliğe göre, sadece “savaş hali” durumunda değil, “ayaklanma” veya “eylemli bir kalkışma” durumunda da Erdoğan, “seferberlik” ilan edebilecek! Hatta “ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren davranışların ortaya çıkması”, seferberlik ve savaş hali yönetmeliğinin devreye girmesi için yeterli olacak!
Bir yönetmelik değişikliği ile “seferberlik ve savaş hali” ilan etme alanının bu kadar genişletilmesi ve ilan yetkisinin Bakanlar Kurulu’ndan alınarak Erdoğan’a verilmesi boşuna değildir. Yazının başında itibaren anlattığımız yeni saldırı furyasının önemli bir adımıdır. Tıpkı “etki ajanlığı”nda olduğu gibi, bir grev veya direniş bile “seferberlik ve savaş hali” ilanına vesile yapılabilir.
Erdoğan’ın en büyük korkusunun Gezi Direnişi olduğu ve yeni bir Gezi’nin kabusuyla yaşadığı biliniyor. Gezi Direnişi’nin 11. yılına girdiğimiz bu günlerde böyle bir yetkiyle kendini donatması, zamanlama olarak da manidardır.
“Seferberlik ve savaş hali” dışa dönük bir saldırıyı akla getirse de, Erdoğan’ın bu yönetmelikle asıl olarak içteki muhalefeti bastırmayı amaçladığı bellidir. Ekonomik krizin her geçen gün derinleştiği, “tasarruf paketi” ile krizin yükünün kitlelere yıkılmaya çalışıldığı koşullarda, toplumsal muhalefetin artmasından, yeni direniş ve ayaklanmalardan korkuları büyümüştür. Tüm hazırlıkları, olası bir halk hareketini büyük bir şiddet ve terörle bastırmak içindir.
Yanı sıra Ortadoğu’da yeniden büyüyen emperyalist savaşta, ABD’nin Türkiye’yi daha aktif kullanılma ihtimali vardır. İran’daki gelişmeler bu ihtimali yükseltmektedir. Türkiye’nin zaten Suriye ve Irak’ta askeri operasyonları devam etmektedir. Savaşın büyümesi durumunda çok hızlı biçimde “seferberlik ilanı” yapabilirler. Bu da ihtimal dahilindedir; fakat öne çıkan hedefin içe dönük olduğunu, halkın her kesiminden artan tepkilerin bir ayaklanmaya dönüşmesi korkusuyla hareket ettiklerini söyleyebiliriz.
Sonuç olarak
Erdoğan yönetiminin “yumuşama” niyeti de, imkanı da yoktur! Ekonomik krizi illa ki, halkın sırtına yıkarak aşmaya çalışacaklar, bu da kitlesel eylemleri büyütecektir. “Etki ajanlığı”, “seferberlik ilanı” gibi yasa ve düzenlemelerle baskı ve şiddet aygıtını tahkim etmelerinin en önemli nedeni budur. Diğer yandan CHP eliyle kitlelerin öfkesini sistem içinde tutacak kanallar açılmakta, “yumuşama-normalleşme” demagojisiyle oyalamaya çalışmaktadırlar.
Fakat kitleleri kandırmak ve sindirmek eskisi kadar kolay olmayacaktır. Yerel seçimlerden bu yana, Van’daki kayyum direnişi, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama ısrarı, öğretmenlerin ülke çapında iş bırakması, emeklilerin ve özel öğretmenlerin artan eylemleri, toplumsal muhalefetin daha canlı ve hareketli bir döneme girdiğini gösteriyor. Tutuklama ve ağır cezalarla bastırma çabası da eylemleri durduramadı, aksine sahiplenme duygusu arttı.
Temmuz ayında asgari ücrete zam yapılmaması durumunda, önümüzdeki ayların da eylemli geçeceği ortadadır. Yükselen eylemlerin kazanımla sonuçlanması için, birleşik ve örgütlü hareket etmek zorunludur. Devrimci hareketin toparlanması için nesnel koşullar daha fazla olgunlaşmıştır. Devrimcilerin doğru inisiyatifler koyması durumunda, sendikalar ve kitle örgütleri de harekete geçecektir. Faşizmin artan saldırganlığını, reformizmin “bağrına basarak boğma” taktiğini boşa düşürecek olan, devrimci önderlikle yükselecek halk hareketidir. Buna hazırlanmalı ve bunu örgütlemeliyiz.