AB üyesi 27 ülke, Avrupa Parlamentosu’nu tekrar belirlemek için, 9 Haziran Pazar günü sandık başına gitti. 373 milyon seçmen, Avrupa Parlamentosu’na 720 temsilci seçti.
Fransa, Avusturya ve İtalya’da aşırı sağ partiler seçimi ilk sırada tamamladı. Bu sonuç nedeniyle Fransa’da Macron parlamentoyu feshedip erken seçim kararı aldı. Almanya’da ‘Nazi partisi’ olarak anılan AfD, Doğu Almanya’da %34 ile birinci, ülke genelinde ikinci parti olurken, Macaristan ve İspanya’da da sağcılar öndeydi. Sol partiler sadece İsveç, Danimarka ve Finlandiya gibi İskandinav ülkelerinde seçimi önde bitirdiler.
Avrupa kendi tarihinin en büyük ekonomik ve politik krizlerinden birini yaşıyor. Avrupa Parlamentosu için 9 Haziran 2024 tarihinde yapılan seçimde, yenilen politik güç esas olarak bir bütün olarak Avrupa Solu oldu. Genel olarak dağınık ve parçalanmış bir sol görüntüsü ile karşı karşıyayız. Sağ’ın değişik varyantları seçimde etkili sonuçlar aldı.
Aslında seçim sonuçları, yapılan anketlerle bire bir örtüşmüş oldu. Yani sonuçlar sürpriz olmadı. Bu seçime ilgi çok zayıftı. Örneğin Fransa’da yüzde 50 oranında seçmen, oy kullanmaya gitmedi. Bu reaksiyon ve ilgisizlik, üzerinde durulması gereken bir durum.
* * *
Avrupa’da yıllara yayılan ve ağırlaşarak devam eden ekonomik kriz sözkonusu. Avrupa’nın iki büyük ekonomisi olan Almanya’da ve Fransa’da kriz hissedilir düzeyde yaşanıyor. Fransa’da çalışan halkın alım gücünde büyük bir düşüş görünüyor. Resmi rakamlara göre, yaklaşık 17 milyon kişi, CAF’dan (Fransızlara kira başta olmak üzere çeşitli yardımlar yapan kamu kurumu) maddi destek alıyor. Bunun anlamı; Fransa’da 17 milyon insan ekonomik olarak yoksul yaşıyor demektir. Devlet, zor durumda olan ailelere ve bireylere yeterli maddi destek vermiyor. Yine Fransa’da 2 milyon insan, açlık sınırının altında, devletin verdiği yardımlarla yaşıyor. Fransa’da 21 milyon emekli var. Emekli olanların ezici çoğunluğu, asgari ücretin altında bir maddi destek alıyor.
On yıl önce Fransızlar, çalıştıkları zaman dilimi içinde tatile gitmek için her ay bir miktar parayı bir köşeye koyuyorlardı; yani tasarruf yapıyorlardı. Ama şimdi çalışan bir Fransız, tatile gitmek için bankadan borç alıyor. Bu tablo, çalışanların yoksullaştığının açık göstergesidir. Burjuva sınıfının zenginleşmesi devasa bir büyüme içinde olurken, çalışan sınıf her geçen gün daha da yoksullaşıyor.
Bu sadece Fransa için değil, tüm Avrupa için geçerli. Yoksullaşma, evrensel bir olguya dönüşmüş durumda. Bu paradoksal çelişkinin bir noktadan sonra çekilmez hale geleceği kesin.
Avrupa’da barınma maliyetleri, genellikle gelirin önemli bir kısmını oluşturur. Konut piyasası, özellikle büyük şehirlerde oldukça rekabetçidir. Yasal bir yoksulluğa dönüşen asgari ücret, kira karşısında gerçek manada yoksulluk yaratıyor. Bugün işçi sınıfının alım gücü, düne göre daha düşüktür. Tüketim alanında görülen pahalılık, insanın günlük yaşantısında belirgin hale gelmiş durumda. Krizin yükünü yine toplumun çalışanları ve yoksulları çekiyor.
Avrupa’nın en büyük ekonomisi, büyük bir kriz içinde bulunuyor. Almanya’da resmi verilere göre, 5,5 milyondan fazla işsiz var. Ve devlet, bunlara yaşamaları için ayda 563 euro veriyor. 563 euro ile insanlar en fazla on gün yaşayabilirler. Bu ödemeyle işsizler, hangi giderini karşılayacak!
Almanya ve Fransa’da asgari ücretle çalışanlar, yoksulluğun altında yaşamak zorunda. Asgari ücret, Avrupa’da yasallaştırılmış bir yoksulluk statüsüdür. Açlık sınırında asgari ücretle çalışmak zorunda bırakılanlar, ek işte çalışmak zorunda kalıyor.
Avrupa’nın iki ekonomik gücünde yaşanan kriz, AB içindeki diğer ülkelerin ekonomisini doğrudan etkiliyor. Milyonlarca insan tatil yapma şansı bulamıyor. Açlık sınırının altında bir gelirle aile veya birey, yarınından nasıl emin olabilir? Kapitalist sistemde çalışan nüfusun hiçbir geleceği kalmamıştır!
Diğer yandan dünyanın hiçbir coğrafyasında emekli maaşı, insanı rahat ettirecek miktarda bulunmuyor. Almanya’daki 25 milyon emeklinin ezici çoğunluğu asgari ücretin altında ücretle yaşıyor. Hayatının en verimli yıllarını çalışarak geçiren işçi sınıfının, emekli olduktan sonra yoksulluğu büyüyor.
* * *
Son on yıldır Avrupa’da faşizm tırmanışa geçti. Zira toplumda çok açık görünen ekonomik kriz üzerinden inanılmaz demagojiler yapıyorlar. Avrupa halkı, bu manipülasyonlardan etkileniyor. Gerek AB sınırları içinde, gerekse Avrupa’nın tek tek devletleri içinde, son çeyrek asırdır faşizm ürkütücü bir olgu.
Faşizm Avrupa’da aynı nitelikte ırkçı politikalar yaparak gelişiyor. Yabancıları düşmanlaştırmak için yoğun bir propaganda yapılıyor. Avrupa’da faşizmin günah keçisi, göçmen işçiler! Göçmen işçilerle Avrupalı işçileri karşı karşıya getiriyorlar. Bu şekilde Avrupa’da faşizm, güçlü bir toplumsal taban yaratıyor.
Faşizmin yükselişi, yaşanan ekonomik ve politik krizle doğrudan ilgili aslında. Ekonomik kriz derinleştikçe, halk faşist politikalardan etkilenmeye daha açık hale geliyor. Burjuva sınıfının bir bölümü de ırkçı partilerin politikalarına destek sunuyor.
Halbuki göçmen işçilerin olmadığı bir Avrupa, daha büyük sorunlarla karşı karşıya gelecek. Avrupa’daki nüfusun artmamasından dolayı, göçmen işçilere olan ihtiyacı büyüyor. Genel olarak kapitalist sistemin yürümesi için, göçmen işçilere ihtiyaçları var. Bu bir realite. Göçmen işçileri daha uzun saatler, düşük ücretlerle ve en kötü koşullarda çalıştırıyorlar. Buna karşın “yabancı düşmanlığı” ile göçmenlerle yerli halkı karşı karşıya bırakıyorlar. Bu da burjuvazinin kitleleri yapay ayrımlarla parçalayıp birbirine düşürerek gerçekleştirdiği “yönetme yöntemi” oluyor.
Avrupa’da işçi sınıfının ve diğer halk kesiminin yoksullaşmasının nedeninin, göçmen işçiler olmadığını, ekonomik krizin temelinde kapitalist sınıfın “azami kar dürtüsü” yattığını ortaya koyan politik bir mücadele verilmeli. “İşçi sınıfının ırkı, milleti olmaz” bilincini güçlendirmek önemli. Birinci ve ikinci emperyalist dünya savaşı öncesinde yaşanan ekonomik krizin ve ardından patlak veren savaşların kaynağında, emperyalist burjuvazinin doymak bilmez kar hırsı ve dünyayı yeniden paylaşma çabası olduğu anlatılmalı. Bunun için solun mutlaka birlikte hareket etmesi gerekiyor.
* * *
Bugün faşizme karşı mücadele, öncelikli bir sorun haline geldi. Yakın gelecekte Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde faşist iktidarların oluşması mümkün. Bu durumu engellemenin yolu, doğru politik söylemlerle halkı bilinçlendirmekten ve örgütlenmekten geçiyor.
Faşizmin propaganda alanında kullandığı argümanlar, solun ortaya koyduğu toplumsal sorunlar aslında. Faşist ideoloji, halkın çıkarlarını önceliğine almış gibi bir demagoji kullanıyor. Toplumun yoksullaşmasından, hayat pahalılığından, işsizliğin artışından ve bunların yarattığı zorluklardan dem vuruyor. Halkı manipüle etmek için, ne kadar ciddi toplumsal sorun varsa hepsini sıralayıp bunları çözmeye aday olduğunu iddia ediyor. Sınıf bilinçli işçiler dışında, toplumun önemli bir kesimi, bu faşist demagojiden etkileniyor.
Bir barbarlık ideolojisi olan faşizm, böylece kendisine toplumsal taban yaratıyor. Radikal sol, faşizmin tüm bu mistifikasyonlarına yanıt vermeli ve yeni argümanlarla mücadele alanında olmalı.
Faşizm tehlikesini ciddiye almalıyız; birleşik mücadeleyi bugünden örmeye başlayarak faşizmin yükselişini durdurmalı ve onu bir kez daha tarihin çöplüğüne atmalıyız.
Fransa’dan bir PDD okuru