Şavşat İlçe Jandarma’ya 10 Haziran 2024 günü çağırıldığımda, sıradışı bazı şeyler gözüme çarpmıştı, ancak önemsemiştim.
Kendi işlerimi bitirdikten sonra, başka bir komutanın tebligat yapacağını söyleyerek bir odaya aldılar. Bir süre sonra sivil giyimli iki kişi odaya girdi. Odadaki astsubaylar “komutanım” diyerek ayağa kalktılar. Odaya girenler diğerlerini dışarı çıkardı. Sonra “Murat Bey bir hususta bilginize başvurmamız gerekiyor” dediklerinde; “siz kimsiniz” diye sordum. Askeri personel olduklarını ve “Artvin Jandarma Terörle Mücadele’den” geldiklerini söylediler. Ellerinde 20-30 sayfalık bir dosya vardı. Facebook paylaşımlarımla ilgili bir soruşturma kapsamında ifademi almak istediklerini belittiler.
Birçok kişi sosyal medya paylaşımları dolayısı ile kovuşturmaya uğradı. Çoğu bu paylaşımları nedeniyle suçlandı ve ceza aldı. Amaçları; kurmaya çalıştıkları korku imparatorluğunu pekiştirmek, konuşan, eleştiren, sorgulayan tek bir kimse bırakmamak… Devletin soğuk yüzünü hatırlatmak, ürkütmek, bir başına olduğunu ve gözetlendiğini hissettirmek, sahip olduğun değerleri unutturmak… Başını kaldırma, boyun eğ ve asla yukarıya bakma…
Oysa ne diyordu şair; “…Deniz gibidir gökyüzü…”
Dosyanın içeriğini tahmin etmek zor değildi, ama bir yandan neyle karşı karşıya olduğumu anlamak ve ne yapmak gerektiğine karar vermek için dosyaya göz atmaya karar verdim. Facebook hesabıma ait künye ve devamında paylaşımlarımdan kolajlar ve altlarında açıklama notları; “İbrahim Kaypakkaya yasadışı TKP/ML TİKKO örgütü kurucusu”, “Mahir Çayan, yasadışı terör örgütü THKP/C kurucusu”, “M.Fatih Öktülmüş, Osman Yaşar Yoldaşcan, yasa dışı terör örgütü TİKB’nin kurucuları”… Kimler yok ki; Selma Aybal’dan Sabahat Karataş’a, İsmail Cüneyt’ten Sezai Ekinci’ye, Hıdır Aslan’dan Ulaş Bardakçı’ya, Remzi Basalak’tan Mustafa Özenç’e, Ferhat Kurtay’dan Mazlum Doğan’a…
Öfke gurur karışımı bir rüzgarın soluk borumdan ciğerlerime aktığını duyumsadım bir anda. Elimdeki dosyayı önlerindeki masaya fırlattım. “Bu insanlar bu toprakların yüz aklarıdır. Onlar ne halkı kandırdı, ne cebindeki paraya, ne boğazındaki lokmaya göz koydu. Tüm bunları yapanlar mı bu devrim yiğitlerine laf ediyor! Bu insanlar canlarını halka, hakça-eşit bir düzen uğruna feda ettiler. Kahramanlık öyle satılık kalemlere ısmarlama diziler çektirerek olmuyor. Her daim halkın bağrından çıkıyor. Çıkmaya da devam edecek. Biz de her zaman onların sesi-soluğu olacağız. Ben size ifade vermiyorum…” dedim.
Şaşkınlıkla birbirlerine baktıktan sonra, biri bana dönüp kırık bir Türkçeyle; “Murat abey bunda ne var ki, tabi ki susma hakkını kullanabilirsin” gibi bir şeyler söyledi. Ben sözünü kestim “siz bu insanları suçluymuş gibi dosyalayıp benden de bunları sayfamda paylaştığım için hesap soracaksınız, ben de size ifade vereceğim öyle mi? Kopyala-yapıştıra o kadar kaptırmışsınız ki kendinizi, dosyanın altına başkasının ismini yazmış benden ifade istiyorsunuz. Yok size ifade.” Dosyaya yaklaşık bir dakika kadar göz gezdirirken yabancı bir isim gözüme takılmıştı. Dosyanın altında “şüpheli” sıfatıyla başka birinin adı yazıyordu. Belli ki başka bir evraktan matbu kopyalamayla ismi değiştirmeden öylece eklemişlerdi.
Benimle konuşmaya çalışan dışarı çıktı. Birilerine danışıyor olmalıydı. O ara karakol komutanı olduğunu sandığım biri geldi. Sivillere dönük; “işiniz bitmedi mi” diye sordu. Sivillerden biri; “aslında daha sürerdi ama Murat Ağabi işi hızlandırdı” diye yanıt verince, diğeri “nasıl?” diye hafif şaşkın sordu. “Komutanım Murat Ağabi ifade vermiyor, o yüzden bizim işimiz çabuk bitti” dedi. Ama öyle olmadığını görecektik!
Kendilerince hazırladıkları ifade tutanağında her paylaşım için açıklama ve soru cevap bölümleri var. Altında benim adıma “ben bu hususta Cumhuriyet savcısına ifade vermek istiyorum” yazacaklarını söylüyorlar. Oysa ki benim böyle bir ifadem yok. Bunu umursamıyorum, zira o metine hiçbir biçimde imza atmayacağım. Yazıcıda çıkan arızayı bir süre sonra giderebildiklerinde nihayet işin sonuna geldik. Bu arada ifade vermeyeceğimi söylediğim için, barodan bir avukat çağırdılar. Avukatın gelmesi de yaklaşık yarım saat kadar sürdü. Sırasıyla askerler ve avukat kendi isimlerinin altına imzalarını attıktan sonra, kalemi ve tutanağı bana uzatıyorlar; “isminin altına ‘imzadan imtina ediyorum’ yazıp imzalaman gerekiyor.” diyor asker. “Hayır gerekmiyor” diyorum. “Ben o metne hiçbir biçimde imza atmayacağım, sizin hiçbir şeyinize imza atmak zorunda değilim.” Bu defa avukat koroya katılıyor. Kendisine de yanlış bildiğini, hiçbir şeyi imzalamak zorunda olmadığımı söyledim. Asker tekrar dışarı çıktı ve döndüğünde savcının talimatıyla Artvin’e götürüleceğimi, bizzat savcının ifade alacağını söyledi.
Şavşat Jandarma personeli odanın kapısından ara sıra birileri, “kimmiş bu ifade vermeyen” diye bakıp gidiyorlar.
Sonrasında Artvin’e doğru yolculuk başladı. Bir sürü de işim vardı. İfade verip belki bir-iki saatte dışarıda olabilirdim elbet! Üstelik savcılıktan sonra Artvin’den geri dönmek de cabası… İbrahim’i, Mahir’i, Fatih’i, Remzi’yi ve onlar gibi bu insan neslinin en iyilerini, en billurlarını birer “terörist” olarak yaftalayan o paçavralara imza attığında, sen ne söylersen söyle bir kıymeti yoktur.
Yaklaşık bir saat sonra Artvin’deyiz. Onlar savcıyı arayıp yaklaştığımızı söylüyorlar. Ben de avukatımı arıyorum. Biz daha önce adliyedeyiz. Savcı katibine geldiğimizi avukatın gelmesini beklediğimizi söylüyorlar. Savcı öngörüşme yapmak istediğini söylüyor. Öngörüşmede savcının yaklaşımına göre tavır belirlemek niyetindeyim. Dilersem ifade için avukatımı bekleyebileceğimi, yahut avukat olmadan da ifade verebileceğimi söylüyor. Avukatımın yolda olduğunu, beklemenin uygun olacağını söylüyorum. Buna olumlu yaklaşıyor. Dosyanın kaygılanılacak bir yanı olmadığına vurgu yaparak “jandarmaya ifade verseydiniz buralara kadar yormazdık sizi” diyor! “Hukuki kaygılardan dolayı ifade vermemezlik etmedim, dosyada adı geçen insanlar Türkiye Devrimci Hareketi’nin önderleri ve sembol isimleridir. Devrimci düşüncelere sahip biri olarak bu insanları sosyal medyada ve her yerde anmak bir suç değildir” diyorum.
Bu sırada avukatımın geldiği söylendi. Avukatımla baş başa kısa bir görüşme yaptık. Kısaca Şavşat’tan bu yana olanları ve her koşulda devrimci değerlere ve devrim şehitlerine sahip çıkma perspektifiyle tavır almak gerekliliği üzerine değerlendirme yaptık.
Savcıya ifade verip vermeme konusunda öngörüşmede bir kanıya varmıştım. Bu aşamada savcının yaklaşımı itibarı ile ifade vermekte bir sakınca yoktu. Ön görüşmede ifade ettiğim üzere; “dosyada sözü edilen facebook hesabı bana aittir ve yapılan paylaşımlar tarafımca yapılmıştır. İbrahim Kaypakkaya işkence edilerek katledilmiştir. M. Fatih Öktülmüş cezaevlerinde devrimci tutsaklara karşı yapılan saldırılar ve tek tip elbise dayatması karşısında bedenini açlığa yatırmıştır. Hıdır Aslan, Mustafa Özenç asılarak katledilmişlerdir. Remzi Basalak işkencede katledilmiştir. Adı geçen kişiler Türkiye Devrimci Hareketinin önderleri ve sembol isimleridir. Bu paylaşımları yapmak hiçbir biçimde suç değildir. Onların yaşamlarıyla ortaya koydukları değerleri yaşatmak boynumuzun borcudur ve her platformda paylaşmaya devam edeceğim” şeklinde ifade verdim. Avukatım da; “müvekkilimin paylaşımları düşünce özgürlüğü kapsamında olup suç unsuru bulunmamaktadır. Hakkında takipsizlik kararı verilmesini talep ederiz.” dedi. Bu işlemlerin ardından serbest bırakıldığımı söylediler. Avukatımla beraber dışarı çıktık.
Artvin PDD okuru