“Siz kimsiniz?”
Bu soru, sendikalı olduğumu çevremdekilere anlattığımda sorulan soruydu.
Biz kimdik? Bizler endüstrileşmiş eğitim sistemi içinde emeğini görünür kılmaya çalışan ve bu emeğin karşılığını, yani haklarını almaya çalışan sendikayız. Sınıf mücadelesi tarihi içerisinde adını yazmış bir sendikayız. Daha çok küçük olmasına rağmen, emeklemeden koşan bir sendikayız. Eğitimci iken öğrenci olabilen, sendikayla öğrenen bir sendikayız. Ve o sendikanın öğrencileriyiz aynı zamanda…
İçinde bulunduğumuz sistemin dişlilerini kırmaya çalışan ve kıracak olan sendikayız. Özelleşmenin ivme kazandığı bir alanda çalışıyoruz. Bu ivmelenme doğal olarak kendisiyle bizi alıp götürmeden, onu durdurmak ve yoketmek için biraraya geldik. Parçası olduğumuz eğitim sistemi, bugün müfredat ile desteklenen ÇEDES ile gericileştirilmekte, MESEM ile öğrencilerimiz ucuz işgücü olarak kullanılmakta ve öldürülmekte. Bunlarla beraber özelleşmenin getirdiği sömürü ile de artık nefes alacak yer kalmadığından ve bu gidişata dur demenin vaktinin geldiğini duyurmak için artık bir adım atmanın gerekliliği içinde, 26 Mayıs’ta Ankara’ya geldik.
Elimizden alınan, patronlara peşkeş çekilen taban maaşı geri alacağımızı haykırmak için bu gelişimiz dördüncüsüydü; ama bu sefer kararımız, “haklarımız almadan dönmek yok” oldu.
Bulunduğumuz meslekten ötürü biliyoruz ki, küçük adımlar bizi nihai hedefimize taşıyacak. Bizler bu adımları da büyüterek bir karar aldık. Kararlılığımız ve dayanışmamızla da hedefimize ulaşacağımızı ve verdiğimiz bu kararın haklılığını şu an 24. gününde olduğumuz nöbet alanımızda bulunan arkadaşlarımızın heyecanı, mutluluğu, umudu ile de gözlemliyoruz.
Ankara’da yanan bir meşale görürseniz, başınızı o yana çevirin.
Biz kim miyiz?
Biz o meşaleyi taşıyan Öğretmen Sendikası’yız!
Bir özel sektör eğitim emekçisi