2018 yılında mezun olmuş bir öğretmenim; eğitim emekçisiyim. Birçok meslektaşım gibi üniversite sonrası atanma umuduyla başka işler yaptım. “Yusuf Tekin’in öğretmeni” olamayınca(!) özel sektör çarkına girdim; dişlileri arasında ezildiğim, ama yakında o çarkı bozacak insanlardan sadece biri olarak… Öğretmen Sendikası’yla özel sektöre başlar başlamaz tanışıp üye olmuştum. Yaşadıklarımdan duyduğum öfkeyi hatırlıyorum üye olurken; sonra yalnız olmadığımı fark ettiğimi… Her yıl işsiz kalmanın ve onlarca iş görüşmesine gitmenin getirdiği yorgunlukta, dalga geçer gibi verilen maaşlarda, haklarım gasp edildiğinde hissettiğim öfkede, iş yerlerinde yaşadığım baskılarda nasıl da aynı acımasız çemberin içinde olduğumuzu…
Biz eğitim emekçileri, kutsal addedilen bir meslek yapıyoruz ve kutsal addettikleri bizi yine bu kutsallıkla sömürüyorlar. Yaşadığımız ülkede hep sömürünün, insan hakları ihlallerinin, eşitsizliğin, işkencenin, katliamın -bazen öznesi, bazen tanığı olarak- içindeyiz. Bu yaşadıklarımız bize şunları öğretmiş olmalı: Direnmek ve mücadele etmek. İşte biz, bu öğretilerle devam ediyoruz çıktığımız yola.
26 Mayıs’ta bir sorumuz vardı -cevabını bildiğimiz- Ankara’da Yusuf Tekin’e: Neden sözünü tutmadın?
Bu soruyla ve haklı olmanın verdiği güçle önümüze çıkan polis barikatına yüklendik. Sonunda inadımızla barikatı aştık. Sandılar ki sözümüzü söyleyip gideceğiz. Gitmedik. “Taleplerimiz ÖMK’ye (Öğretmenlik Meslek Kanunu) girene kadar nöbetteyiz.” dedik. Meclis Parkı’nda nöbete başladı arkadaşlarımız. Biz diğer şehirlere dağılanlar da bulunduğumuz şehirlerdeki İl Milli Eğitim Müdürlükleri önünde nöbet tutarak onlara destek verdik.
İstanbul’da, Sultanahmet’te her gün işten çıkarak -belki yorgun argın ama o an hiç düşünmeden- mücadele azmiyle koşarak nöbet alanını doldurduk. Her gün desteğe gelenlerle, ne büyük bir şeyin içinde olduğumuzu, ne büyük bir şey başlattığımızı hatırladık. “Sizden güç alıyoruz.” cümlesini duyduk birçok ağızdan. Biz de onlardan güç aldık. İşten çıkarıldık. Çıkıp nöbet alanında birbirimize sarılarak, öfkemizi mücadele azmine dönüştürerek devam ettik. Nöbetimiz boyunca bazen yalan söyleyen özel sektör patronlarına bir de yüzümüze söylemeleri için fırsat vermeye gittik. TÖZOK önünde beklediğimiz patronlar yerine polisin işkencesiyle karşılaştık, gözaltına alındık. Bazen işten çıkarılan, maaşları ödenmeyen öğretmen arkadaşlarımız için nöbetimizi taşıdık. Hesap sorduk patronlardan. Aldığımız cevaplar korkularını saklayamaz nitelikteydi. Devam ettik. Her gün kendimi daha güçlü, daha kalabalık hissettim. Hissettik. Umudum, umutsuzluğum, korkularım, kaygılarım, öfkem alanlarda direnişe evrildi. Evrilecek, durmayacak. Durmadık.
Ankara’da “Haklarımızı alana kadar bize bayram yok!” sözüyle sürdü nöbetimiz. ÖMK bizsiz meşru değildir. Yok eğer öyle kabul edilecekse yine durmayacağız. Mücadeleye başladığımız ilk günden bu yana ne denli direngen olduğumuzu görenler bunu çok iyi biliyorlar.
Mücadelemiz; geleceğimiz için, öğrencilerimiz için. Sermaye düzeni içinde yok olan hayatlarımız için. Ezilen meslek onurumuz, insanlık onuru için.
Birbirimize sahibiz. Düzenin kararttığı zihinlerimizde emek bilinci günden güne yayılacak. Bir avuçken yüz binler olacağız. O korktukları şeyi yaratacağız. Her sınıfta, her iş yerinde olacağız. “Burası okul, burası işyeri değil” diyerek bizi sömürdükleri iş yerlerini dolduracağız.
“Bütün yemişler dallarınızdadır.
Beklenen güzel günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir,
haklı günler, büyük günler.
Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan,
ekmek, gül ve hürriyet günleri.
Selam yaratana.”
Selam bir gelecek yaratan, emeğiyle büyüten yol arkadaşlarıma. Selam, direnenlere ve direnecek olanlara.
Beklenen günler ellerimizdedir. Mutlaka kazanacağız.
Özel sektör eğitim emekçisi