Sinan Ateş öldürüldüğü günden bu yana üzerinde çok konuşulan bir isim oldu. Uzunca bir süre kimlerin, neden öldürdüğü tartışıldı, sonra katillerin MHP’yle ilişkileri, işledikleri cinayetler ortaya döküldü; ardından eşi başta olmak üzere ailesinin açıklamaları, eşi ve çocuklarının Özgür Özel ve Erdoğan’la görüşmesi, Devlet Bahçeli’nin sert çıkışları ile iş büyüdü ve en sonu iddianamenin içeriği, mahkemesi, sanıkların ifadeleriyle gündemin merkezine oturdu.
Bütün bu süreçlerin, faşizmin gerçek yüzünü sergilemesi bakımından önemli bir işlev gördüğünü söyleyebiliriz. Elbette devletin ve düzen partilerinin yaklaşımı, liberal-reformist kesimlerin sahiplenişi bakımından da…
Sinan Ateş, 30 Aralık 2022 tarihinde Ülkü Ocakları’na mensup faşistler tarafından öldürülünce, “siyasi cinayetler” kapsamında ele alındı önce. Fakat “siyasi cinayetler”de katledilen binlerce devrimci, demokrat, yurtseverden farklı bir yönü vardı. O, 2019-2020 arasında Ülkü Ocakları (ÜO) genel başkanlığı; 12 yıl boyunca da Devlet Bahçeli dahil, MHP üst yönetiminden kişilere “danışman”lık yapmıştı! Dolayısıyla ölen de öldürenler de MHP-ÜO kökenli faşistlerdi.
Peki Sinan Ateş, faşistler tarafından öldürülen ilk faşist midir? Hayır!
MHP-ÜO, kurulduğu günden bu yana “davadan döneni öldürün” fermanını çıkarmış faşist bir örgütlenmedir. “Davadan dönmek” MHP-ÜO ile yolları ayırmak demekti. Bugüne kadar “davadan dönen” kaç kişiyi öldürdüler bilinmez. Elbette her ayrılanı öldürmediler. Fakat bu şekilde korkutarak, bir kez içlerine girmiş olanların ayrılmalarına izin vermediler. MHP’den ayrılmak, en hafifinden çeşitli saldırılara maruz kalmaktı çünkü.
Fakat ailesinin anlattıklarından da anlıyoruz ki, Sinan Ateş MHP-ÜO’dan kendisi ayrılmış değil. Belli ki, bir biçimde görevlerinden alınmış, uzaklaştırılmış. Bununla birlikte MHP-ÜO’dan çeşitli kişilerle ilişkisi sürüyor. Sinan Ateş’ten önce saldırıya uğrayan Mersin Ülkü Ocakları Başkanı, Ateş’ten yana tavır aldığı için böyle bir muameleyle karşılaşıyor.
Ateş’in ablası Selma Ateş mahkemede diyor ki, “babam, annem, dedem ülkücü. Biz ülkücü olarak doğduk mecburen. Bunu biz seçmedik, bu camianın içinde büyüdük.” Ve kendisinin daha ortaokulda iken ÜO’da görev aldığını, bundan “gurur duyduğunu” söylüyor. “MHP ve ÜO’ya iftira atmam” diyor. Belli ki, Sinan Ateş de böyle büyüdü. Görevden alınsa da bu “camia”dan kopmadı.
Öyleyse Sinan Ateş neden öldürüldü?
MHP-ÜO içinde çok önemli bilgilere mi vakıftı, onları deşifre etme riski mi vardı, bu yönde şantaj mı yapmıştı; bilinmez! Bir iddia da Sinan Ateş’in MHP başkanlığına soyunduğu, Devlet Bahçeli’den sonra liderlik yarışında isminin geçtiği şeklindedir. Her iki durumda da MHP’in iç hesaplaşmasına kurban gittiği anlaşılıyor.
Fakat bizi asıl ilgilendiren, Sinan Ateş’in katledilmesiyle iyice gün yüzüne çıkan devrimcilere dönük saldırılardır.
Sinan Ateş cinayetini azmettiren olarak yargılanan Doğukan Çep, İstanbul-Gülsuyu’nda devrimcileri yaralayan, öldüren bir katil. Aynı zamanda “torbacı” diye tabir edilen uyuşturucu satıcısı. 35 yıl ceza almasına karşın dışarda! Pandemi bahanesiyle salıverilmiş, bir daha da yakalanmamış! Devlet nezdinde kabul gören birçok katil gibi, bilerek çıkarıldığı anlaşılıyor.
Gülsuyu, geçmişten bu yana devrimci faaliyetlerin yoğun olduğu bir emekçi bölgesi. Gençleri uyuşturucuya alıştırmak, yozlaştırmak, devrimcilerden uzaklaştırmak için bilinçli bir şekilde seçilen semtlerden. Buna karşı mücadele eden, aralarında PDD okurlarının da bulunduğu birçok kişi, silahlı saldırıya uğradı, Hasan Ferit Gedik katledildi.
Doğukan Çep, mahkemede bunları anlatıyor, ama onları “terörist” göstererek kendini aklamaya çalışıyor. Tıpkı yıllar önceki faşistler gibi…
MHP-ÜO, 12 Eylül öncesi yükselen devrimci harekete karşı “silahlı tim” olarak kullanıldı. Yüzlerce-binlerce kişiyi katlettiler. 12 Eylül sonrası yurtdışında “Ermeni avı”na çıktılar. Ardından Kürt hareketini ezmek, maddi kaynaklarını kurutmak için harekete geçtiler. Mehmet Ali Ağca, Haluk Kırcı, Oral Çelik, Abdullah Çatlı’nın isimleri hatırlamak yeterli. Şimdi Kırşehir’de bir caddeye Abdullah Çatlı’nın adını verecek kadar ileri gidiyorlar.
Doğukan Çep’in anlattıkları, MHP-ÜO’nun aynı kirli işlere devam ettiğini gösteriyor. Devrimcileri katlediyor, gençleri zehirliyor, uyuşturucu baronlarına para kazandırıyorlar. Üstelik bu “torbacı” katil, mahkemenin önünde Sinan Ateş’in ailesine, gazetecilere tehditler savuruyor, dalga geçiyor.
Sinan Ateş cinayeti, sosyal-demokrasi ve liberal kesimlerin sınıfsal-siyasal duruşlarını da ortaya koydu. Başta CHP olmak üzere bu kesimler, Sinan Ateş’e sahip çıktıkları kadar, hiçbir siyasi cinayetin ve katliamın peşine böyle düşmedi.
Sinan Ateş davasının ertesi günü 2 Temmuz Sivas katliamının yıldönümüydü. O katliam sırasında SHP-DYP hükümeti vardı. Göz göre göre gelen katliamı durduramadıkları gibi, katillerin yargılanması ve arkasındaki güçlerin açığa çıkartılmasında da bir şey yapmadılar. Katliamın müsebbiplerinden Saadet Partisi ile geçtiğimiz dönemde ittifak bile kurdular.
Sinan Ateş’i sözde hümanist duygularla “solcu”ların sahiplenmesi, asla mazur görülemez. ÜO Başkanlığı yapan birinin sıradan biri olmadığı açıktır. Sinan Ateş, faşist bir yöneticidir. Eli kanlıdır. “Su testisi su yolunda kırılır” misali, iç hesaplaşmada öldürülmüştür. Nitekim eşi mahkemedeki konuşmasında, Sinan Ateş’in ÜO Başkanlığı sırasında birçok gazetecinin dövüldüğünü kabul ediyor ve kendisini uyardığını söylüyor. Aldığı yanıt ise şu oluyor: “ben MHP genel merkezinden gelen talimatları yapıyorum, yapmazsam bana da ceza keserler.” Başka ne “talimatlar” geldi ve neleri yerine getirdi allah bilir!
Ama Gülsuyu’ndaki katilleri yöneten-yönlendiren olduğunu, onların davasıyla yakından ilgilendiğini biliyoruz artık. Sinan Ateş davası, bizleri sadece faşizmin gerçek yüzünü teşhir etmek bakımından ilgilendirir. Gerisi, boş hümanist lakırdılardır…