Narin’in bakışları saplandı yüreğimize… 8 yaşındaydı… Gözleri hayat dolu bir çocuğu anlatıyordu bize… Kaybolduktan 19 gün sonra bulundu bir dere yatağında; çuvala konulmuş, üzerine taş yığılmış bir halde.
Öldürüldü Narin. Hem de bir kişi tarafından değil, kolektif ve organize bir cinayetle.
Herkesin akraba olduğu bu köyde, katili bilip de söylemeyen aile bireyleri, akrabaları suç ortağıdır. Narin’in cesedi bulunduktan sonra, anne-baba dahil, aileden 21 kişinin gözaltına alınması, devletin de bunu bildiğini göstermektedir. Kaldı ki, Narin’in ablası da bir süre önce, 7 yaşındayken “merdivenden düşerek” ölmüştür. Aynı evin içinde iki küçük kız çocuğunun peşpeşe ölmüş olması, o ailenin fail olduğunu kanıtlamak için yeterlidir.
19 gündür, küçücük bir köyde, evinden sadece 1,5 km uzakta olan bir kızı bulmayı başaramayan devlet, bu cinayetin suç ortağıdır! Tutuklanan amcanın telefon kayıtlarını sildiği bilindiği halde, aile üyelerini ciddi bir sorguya almayan devlet suç ortağıdır. Narin’in kaybolduğu günden itibaren bütün köylüleri denetim ve izlemeye almayan, en gelişmiş teknolojik aletlere sahip olduğu halde burada kullanmayan devlet suç ortağıdır. Köyün yakınındaki askeri tesisin güvenlik kameralarını incelemeyen devlet suç ortağıdır.
Köyde etkin olduğu bilinen Hizbullah, Narin’in devam ettiği Kuran kursundaki kişiler ve köyü hakimiyet altına almış olan tarikatlar suç ortağıdır. Narin’in kaybolduğu ilk günlerde, Kuran kursunda taciz olduğuna dair haberler çıkmış, sonra bu haberler hızla örtbas edilmişti.
Narin’in ailesinin, tutuklu amcayı ziyarete gittiği biliniyor. Ailenin, kendi kızlarını öldürmekten şüpheli bir sanığı ziyaret etmelerinin iki sebebi olabilir: Sanığa destek vermek ve ifade birliği yapmak. Bu durumda bu ziyarete izin veren, bu görüşmenin bir suç ortaklığı olduğunu dikkate almayan ve ortaya koymayan adli kurumlar, cinayetin suç ortağıdır.
Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, bir katil için “tanırım iyi çocuktur” cümlesini kurmuştu. Şimdi AKP’li bazı isimler, Narin’in ailesi için, sanık muhtar-amca için buna benzer cümleler kurmaya, aile hakkında iyi şeyler söylemeye başladılar. AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, “aileyle benim 40 yıllık dostluğum var. Bizlerin bazen bilip de söylemememiz gereken şeyler var” dedi. Bu katillere sahip çıkan AKP’liler suç ortağıdır.
Bireysel değil, kolektif bir suç
Bir de suçu hafifletmeye, niteliğini değiştirmeye çalışanlar var. “Narin çok önemli bir şeye mi tanık oldu acaba” diye soruyorlar. Bu soru, cinayetin içindeki korkunç gerçekleri saklama amacındadır. Birincisi, katili meşrulaştırır; öyle ya, Narin “görmemesi gereken bir şeyi” görmüşse, katil aslında onu öldürmek istediğinden değil, sırrını saklamaya çalıştığı için öldürmek zorunda kalmıştır. Hatalı olan Narin’dir! Katil “yapmaması gereken bir şeyi” yaptığı için değil, Narin “görmemesi gereken bir şeyi” gördüğü için öldürülmüştür!
İkincisi, dikkatleri ve ilgiyi Narin’in ölmüş olmasından uzaklaştırıp, bir polisiye dizi formatında “gizemler” aramaya iter, konu saptırılır. Oysa ortada düpedüz net bir kötülük, net bir çocuk katilliği, belki de net bir sapıklık vardır; başka bir şey değil.
Üçüncüsü, bu soru suçu bireyselleştirir. Zaten sonrasında da, “amcanın anneyle ilişkisi vardı, onu mu gördü”, “abisinin yanlış bir cinsel ilişkisini mi gördü” gibi sorularla, bu konuda epeyce manipülasyon yapmaya, suçluyu bireyselleştirmeye çalıştılar. Oysa, “iki kişinin” sırrını, “bir çocuk” gördü diye, köydeki onlarca kişinin suç ortağı haline gelmesi de başka bir saçmalıktır. Köyden 25 kişi gözaltına alındı, 11 kişi tutuklandı. Aileden 10 kişiden fazlası telefonunu değiştirdi, yaklaşık 20 kişi telefon mesajlarını temizledi. Cesedin nasıl saklanacağı, evdeki halıların nasıl yıkanacağı, ifadelerin nasıl verileceği, kamuoyuna açıklamanın nasıl yapılacağı, uzman kişiler tarafından öğretildi. Sadece bu bilgiler bile, onlarca suç ortağı olduğunu gösterir. Yani sorun eğer “amca-anne ilişkisi” ise, bu ilişkiyi neredeyse bütün köyün bildiği, onayladığı, ortak olduğu ve sadece Narin’den gizlemek için Narin’in öldürüldüğü sonucu çıkar ortaya, ki bu hayatın olağan akışına aykırı bir iddiadır. Keza “silah deposunu gördü” türünden söylemler de inandırıcı değildir. Bir köyde-evde silah varsa, çocuklar zaten bu silahlarla büyür; onlardan saklanacak bir sır değildir bu.
Narin’in katili ve sebebi halen belirlenmiş değil. Ancak elimizdeki sınırlı bilgiler bile, ölüm nedeninin basit bir “cinsel suça şahitlik” olmadığını; Narin’in kolektif ve organize bir suçla bağlantılı olarak katledildiğini gösteriyor. Köy içinden 20-30 kişinin cinayeti örtbas etmek için uğraşması; jandarma komutanı, savcı, emniyet, cezaevi idaresi, AKP milletvekilleri gibi, Diyarbakır’ın ekabir tayfasının cinayeti unutturmak için oyalaması; cinayetin ilk günlerinde köydeki aşırı lüks araçlar; köyde küçük yaşta ölen kız çocuk sayısının çokluğu; Narin’in mezarı başında “benim Havin’ime de bunu yaptılar” diye ağlayan yenge gibi unsurlar, hiç konuşulmayan, daha farklı, organize ve büyük bir suçun varlığını gösteriyor.
2002 yılında Mardin-Kızıltepe’de N.Ç. adlı 13 yaşındaki bir kız çocuğunun, kentteki kaymakamlık müdürü, muhtar, yüzbaşı, okul müdürü gibi üst düzey bürokratların sistematik tecavüzüne uğradığı ortaya çıkmıştı. Hepsi suç ortağıydı, suçu örtbas etmek için uğraşmışlardı. Bugün Narin cinayetinin benzer bir sebep taşıma ihtimali hiç düşük değildir.
Katledilen-kaybedilen çocuklar
TÜİK’in verilerine göre, 2008-2016 yılları arasında, Türkiye’de toplam 104 bin 531 çocuk kayboldu. Ölenler ve cesedi bulunanlar bu rakama dahil değil. Maraş-Hatay depremi sırasında kaybolan binlerce çocuk da bu rakama dahil değil. Ortadan kaybolan, ölü ya da diri bir daha haber alınamayan çocukların sayısı sadece… Organ mafyasının, insan tacirlerinin, fuhuş çetelerinin ya da tarikatların eline düşen ve bir daha gün yüzü göremeyen çocuklar…
Hesapladığınızda, günde 35 çocuk kaybolmuş demektir. Üstelik, 2016 sonrasında TÜİK bu rakamları açıklamayı bıraktı. Ve 2016 sonrasında, tıpkı kadın cinayetleri gibi, tıpkı çocuk cinayetleri ve çocuk istismarları gibi, kayıp çocuk sayısının da katlanarak arttığını biliyoruz. Kayıp çocuk istatistiklerini gizleyerek sorunun büyüklüğünün görülmesini engelleyen TÜİK de suç ortağıdır.
Bir başka istatistik, son yıllarda aile içinde artan çocuk istismarının gözlerden gizlenme çabasıdır. Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2023 yılında adli makamlara intikal eden ve dosyaya dönüşen “çocuk istismarı vakası” 66 bindir. Yani 2023 yılında, günde 181 çocuk, istismara uğradığı iddiasıyla adliyeye başvurmuş. Ve bunların 40 bini davaya dönüşmüş, mahkemesi görülmüştür.
Çocuklara yönelik her türden suçlarda, en ağır cezaları uygulamayan, hatta “cezasızlık” politikası izleyen adli kurumlar, bu cinayetin suç ortağıdır. Ensar Vakfı’ndaki çocuk tecavüzlerine ilişkin olarak “bir kereden bir şey olmaz” diyen dönemin Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu suç ortağıdır.
Bu kadar önemli bir konuda “yayın yasağı” kararı alan Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hakimliği de, bu yayın yasağını bir sopa gibi sallayan RTÜK de suç ortağıdır. Bu yasak kararı ile Narin’i kamuoyunun gündeminden düşürmeye, Narin hakkında konuşmamızı engellemeye, katilleri korumaya çalıştılar hep birlikte.
Ve Narin ile ilgili haber yapacaklarına magazin-gizem şovları yapan medya da suç ortağıdır.
Narin’in nefesini kesen kişinin aileden biri olduğu düşünülüyor. Ancak Narin cinayetini işleyen, bütün kurumlarıyla devlettir. Soruşturmayı düzgün yürütmeyenler; cezasızlık politikasını izleyenler; örtbas etmeye çalışanlar; çocuk cinayetlerinin çoğunda fail olduğu ortaya çıkan tarikatlar; katili ve işbirlikçilerini koruyanlar, bugün Narin için yapılan eylemlere saldıranlar, devletin kurumlarıdır.
Çözüm ise, bu duruma karşı toplumsal mücadeleyi yükseltmektir. Katilleri ortaya çıkartan da, gereken cezayı almayı sağlayan da, toplumsal mücadelenin düzeyi ve gücüdür. Bugün Diyarbakır’da, Kadıköy’de ve başka alanlarda kitleler sokaklara çıkıyor, “Katil Hizbullah, işbirlikçi AKP”, “Narin’in katili sömürü düzenidir” sloganları atıyorlar. Devletin bütün engelleme çabalarına, saldırılarına, gözaltılarına rağmen, öfkesini haykırıyorlar. Mücadeleyi daha da büyütmek, Narinleri yaşamdan kopartan bu sömürü düzeninden hesap sormak gerekiyor.