İstanbul-Ümraniye’de genç bir kadın polisin öldürülmesinin ardından, faile yapılan insanlıkdışı muamele önemli tartışmalara neden oldu. Polisin öldürülmesi, suçluya yapılan işkenceyi meşrulaştırmanın bahanesi oldu. Suçlu çıplak bir halde çöp poşeti giydirilmiş olarak, iki kadın polis eşliğinde “hayvan taşıma aracı”na bindirilirken, ona yapılan işkence, “polis, arkadaşlarının intikamını aldı” şovuna dönüştürüldü. Ve toplumun, bu işkenceye onay vermesi, kabullenmesi beklendi.
Kendi hatalarını örtbas etmek için
22 Eylül günü 19 yaşındaki Yunus Emre Geçti, motosiklet hırsızlığı suçlamasıyla ilgili gözaltına alındı ve Dudullu Polis Merkezi’ne götürüldü, ancak karakoldan kaçtı. Onu yakalamak üzere Şeyda Yılmaz ve KHS isimli polisler görevlendirildi. Polisler Ümraniye’de Geçti’yi gözaltına almaya çalışırken, Geçti, KHS adlı polisin belindeki silahı alarak ateş açtı. Ateş sonucu Şeyda Yılmaz adlı kadın polis öldü, KHS adlı polis yaralandı. Kendisi de yaralanan Geçti, olay yerine gelen diğer polisler tarafından yakalandı.
Sonrası, polislerin şovu ve kendi hatalarını örtbas etme çabasıydı. Öncelikle bir zanlı karakoldan kaçmayı başarmıştı; bu önemli bir zafiyetti. Eski polisler, olaya yaptıkları değerlendirmede; bu firara ilişkin yeterince risk analizi yapılmadan, panik halde tecrübesiz polislerin zanlının arkasından gönderilmiş olduğunu belirtiyorlar. Sadece iki polisin gönderilmiş olması da ayrı bir sorun. Üstelik bu iki polisten birinin, karakolda zanlının kaçmasına fırsat veren polis olduğu belirtiliyor; bu tür bir firarın ardından açığa alınması sözkonusu olduğu için, yeterince önlem almadan zanlının peşine düşmüş olduğu düşünülüyor. 26 suç kaydı olan birisinin kendi silahının olması ve polisle silahlı çatışmaya girmesi ihtimali çok yüksek olmasına rağmen, buna uygun bir hazırlık yapmadan olayın içine dalma sözkonusu. KHS’nin kendi silahını kaptırması da aynı hatalar zincirinin sonraki halkası. Tetiği çeken Yunus Emre Geçti olmakla birlikte, Şeyda Yılmaz adlı polisin ölmesinin asıl sebebinin, bu hatalar zinciri olduğu görülüyor.
Zanlı yakalandı. Ve yapılan bütün bu hataları gizlemek için, “arkadaşlarının intikamını alan kadın polisler” mizanseni düzenlendi. Bir taraftan daha 19 yaşındaki sanığın gasp, kasten yaralama, cinsel taciz, yağma, mala zarar verme gibi 26 suç kaydı basını servis edilirken, diğer taraftan kıyafetleri çıkartılıp çöp poşeti giydirildi, hayvan nakil aracına bindirildi, kameraların gözü önünde çekinmeden darp edildi.
Böylece “adalet sağlandı!”
“Adalet” nasıl sağlanacak?
İşkenceyi, üstelik de kadın polislere yaptırarak, bir “intikam” ve “adalet” tablosu oluşturmaya çalışıyorlar. Gerçekte ise polisin bile Türkiye’deki adalet sistemine güvenmediğini, adalet diye bir şey olmadığını gösteriyorlar.
Yani şimdi bir kadın polisi öldürmenin karşılığı çöp poşetine konmak mı?
Polis olmayan bir kadını öldüren de çöp poşetine konacak mı?
Ya çocuklara tecavüz eden tarikat şeyhleri? Onları nereye koyacaklar?
Uyuşturucu satıcıları peki? Milyonlarca genci uyuşturan, yaşamlarını parçalayan, binlercesini katleden uyuşturucu mafyaları? Onlara hangi cezayı uygun gördüler?
Her kesimin kendi adaletini sağlaması, kendi belirlediği cezayı uygulaması mı teşvik ediliyor?
Adalet sisteminin cezalandırmayacağı suçluyu, toplumsal linç kültürünü besleyerek, kişisel intikamı cazip hale getirerek mi cezalandıracağız?
“Adalet” değil, “suç üreten sistem”
Ülkede son 15-20 yılda adalet sisteminin tamamen çökmüş olduğu biliniyor. Kadın katilleri “iyi hal”den yararlanarak birkaç yıl yatıp çıkıyorlar. Trafik cinayetlerinin ceza süresi, cinayeti işleyenin mali gücü kadar; çoğu hiç hapis yatmadan elini kolunu sallayarak geziyor. Tarikatların ve mafyanın ise tam dokunulmazlığı var. Doğrudan devlet yetkililerinin yaptığı “bir defadan bir şey olmaz” türü açıklamalarla tarikatların çocuk istismarı başta olmak üzere suçları örtbas ediliyor; mafyanın suçlarını açığa çıkarmaya uğraşan gazeteciler, demokratlar ise hedef alınıyor, gözaltı-tutuklama terörü ile yıldırılmaya çalışılıyor. Her türden suç oranı artarken, devletin önlemeye çalıştığı ve cezalandırdığı tek “suç”, “cumhurbaşkanlığına hakaret” oluyor.
Türkiye’de mafyatik ya da dolandırıcılıkla ilgili suçluların hepsinin, eski İçişleri Bakanı Soylu ile fotoğrafları var ve bunları yayınlıyorlar da. Mafya ve dolandırıcılık suçları artık bireysel ya da örgütsel olmaktan çıktı, “devlet ortaklı” suçlar haline geldi. Türkiye dünya mafya ticaretinin merkez ülkesi haline dönüştürülmüşken, bunlar da şaşırtıcı olmuyor.
Toplumda genel olarak saldırganlık ve suç oranı artmış durumda. Suç işleme yaşı da giderek düşüyor. TÜİK’in açıkladığı “Güvenlik Birimine Gelen veya Getirilen Çocuk İstatistikleri” verilerine göre, 2023 yılında çocukların karıştığı olay sayısı 537 bin 583 oldu. Bu, Türkiye’de tek bir günde yaklaşık 1470 çocuğun bir biçimde suça karıştığını gösteriyor. Üstelik bunlar sadece, güvenlik birimlerine intikal eden suçlar. Okul zorbalıkları, mahallede dövülen ama şikayetçi olmayan çocuklar vb. bu rakamlara dahil değil.
Son dönemde “suça sürüklenen çocuklar” konusunda araştırmalar yapılıyor. Aşırı yoksullaşma, eğitim görerek hayatını değiştiremeyeceğini anlaması, gelecek belirsizliği çocuk yaştan itibaren farklı arayışların ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu koşullarda diziler ve internet ortamındaki propaganda, çocuğa-gence farklı bir hayata sahip olmanın tek yolunun mafyatik oluşumlar olduğunu gösteriyor. Çünkü mafya örgütlenmelerinde, örgüt lideri “güçlü ve adalet dağıtan” kişi olarak idolleştiriliyor; “saygınlık ve iktidar” kazanmanın tek yolunun suç örgütlerinden geçtiği gösteriliyor; yaşam içinde “hakkını savunmak” ile “her itiraza zorbalıkla cevap vermek” aynılaştırılıyor; silah kullanmak ve adam dövmek başta olmak üzere pek çok suç “romantize ediliyor”; büyük değer erozyonu içinde tek değer olarak “para” kalıyor; bütün bu ideolojik savrulma lüks arabalar ve çok para harcama ile daha da cazip hale getiriliyor; uyuşturucu kullanımı ile de beyinler uyuşturularak sorunun kaynağını görmesi, itiraz etmesi ihtimalleri baştan yokediliyor.
Bu tabloya, suçun cezasız kalması, hatta suç işleyenlerin devlet katında itibar kazanması da ekleniyor. Bu koşullarda Yunus Emre Geçti gibilerin, daha 14-15 yaşından itibaren silah kullanmaya ve suç işlemeye başlaması, mahallesindeki mafyanın bir parçası olması son derece kolaylaşıyor; vurduğu polis ya da zarar verdiği diğer insanlar da, onun “racon”unu yükseltmek dışında bir duygu oluşturmuyor.
İşkence hiçbir koşulda meşru değildir!
Tüm bunlar, toplumda suçu artıran genel koşullardır ve çözümü için tartışılması, mücadele edilmesi gerekmektedir. Ancak bunların hepsinden bağımsız olarak, sanığa yapılan şeyin adı işkencedir.
Bu gösterinin, polislerin kendi başlarına yaptığı bir hata olmadığı, İstanbul Asayiş Şube Müdürü’nün bilgisi ve onayı olmadan bunun yapılamayacağı söyleniyor. Kameraların önünde yapılması ise, seyreden ve itiraz etmeyen herkesi, bu suça ortak ediyor.
Son dönemde sadece gözaltında değil, hapishanedeki ve sokaktaki işkencede de sistematik bir artış olduğu biliniyor. Direnen işçilerin bile kameraların önünde dövülerek gözaltına alınması, işkencecilerin ne kadar pervasız hale geldiğini gösteren bir örnektir.
İşkence insanlık suçudur! Sınıf mücadeleleri tarihinin birikimleri içinde bu suç, resmi hale de getirilmiştir. Egemen sınıflar, yaşanan direnişlerin gücüyle, bu suçu yasalara geçirmiş, uluslararası sözleşmeler imzalamak zorunda kalmışlardır.
Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler (BM) İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme’nin 2. Maddesi’nde şöyle denmektedir:
“Sözleşmeye taraf devlet, yetkisi altındaki ülkelerde işkence olaylarını önlemek için etkili kanuni, idari, adli veya başka tedbirleri alacaktır. Hiçbir istisnai durum ne harp hali ne de bir harp tehdidi, dahili siyasi istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hal, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez. Bir üst görevlinin veya bir kamu merciinin emri, işkencenin haklılığına gerekçe kabul edilemez.”
Hiçbir gerekçe işkenceyi meşrulaştıramaz! Hiçbir işkenceci, yaptıklarının insanlık suçu olduğu gerçeğini değiştiremez!
“Bir bebekten katil yaratan” sistemin kendisi çürümüştür. Katile geçirilen çöp torbası, aslında sistemin çöp haline geldiğinin göstergesidir.