Muhalefetin artan sefaleti

Özgür Özel ve ekibi 2023 seçimlerinden sonra CHP’de “değişim” diyerek yönetime geldi. Yaklaşık bir yıldır da yönetimdeler. Bu süre içinde Mart 2024 yerel seçimlerinde CHP’nin birçok belediyeyi kazanması ve yıllar sonra “birinci parti” konumuna yükselmesi, Özgür Özel’in yıldızını parlattı. Başlangıçta “değişim”in lideri Ekrem İmamoğlu görünürken, yerel seçim sonrası Özgür Özel ön plana geçti.

CHP’de yönetim değişikliği ile, kitlelerin artan öfkesini gidermek, yeniden umut haline getirmek istediler. AKP’nin 20 yılı aşkın süredir işbaşında bulunmasında muhalefetin oynadığı rolü de tek başına Kılıçdaroğlu’na yükleyerek, sıyrılmaya kalktılar. Kitlelerin aktif muhalefet beklentisinin karşılanacağı yanılsamasını yarattılar. Fakat Özel’in mumu, tahmin edilenden erken söndü.

Yerel seçimlerin hemen ardından “normalleşme” adı altında Erdoğan’ı meşrulaştırma girişimi başladı. Karşılıklı ziyaretlerle sözde “normalleşme-yumuşama” dönemine girildi. Üstelik Özgür Özel, Erdoğan’la görüşmeye, 1 Mayıs’ta işçi ve emekçileri Saraçhane’de polisle karşı karşıya bıraktıktan sonra gitmişti. “Müzakere mi-mücadele mi” üzerinden sıkıştırılınca, “işçi-emekçi dostu” pozlarında, arka arkaya mitingler düzenledi. Öğretmenlere, emeklilere, üreticilere sahip çıkıyor göründü. Esasında onların mücadelesini düzen-içi sınırlara çekme, boğma girişimiydi yapılan. Göstermelik birkaç mitingten sonra ondan da vazgeçildi.

Ama Erdoğan’ı meşrulaştırma, düzeni tahkim etme politikaları devam etti. Özgür Özel’in Erdoğan’la aynı günlerde ABD’de bulunduğu sırada yaptıkları-söyledikleri, meclisin yeni yasama yılı açılışında Erdoğan’ı ayakta karşılaması, bunun son halkaları oldu.

 

Özel’in ABD ziyareti

Eylül ayının son haftası Erdoğan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılmak üzere ABD’ye gitti. Birkaç gün sonra Özgür Özel de “Sosyalist Enternasyonal”in toplantısı için Amerika’daydı. Özgür Özel ve beraberindekiler, New York’taki Türkevi’nin önünde basın açıklaması yaptılar. Özel, Türkevi için “hepimiz için gurur kaynağı” dedi, Türkevi’nin yapım ve restorasyonunun “Türk vergi mükellefleri tarafından ödendiğini” söyledi.

O günlerde ABD’de Newyork Belediye Başkanı Eric Adams hakkında Türkiye’den rüşvet aldığı iddiasıyla dava açılmıştı. İddianamede, Newyork itfaiyesinin Türkevi’ndeki yangın alarm sisteminde 60’tan fazla kusur tespit ettiği ve oturum izni vermediği halde açılması, rüşvete bağlanıyordu. Türk diplomatların Adams’a “geçmiş dönemde yapılan iyilikleri” anımsattığı, Türk Hava Yolları’nın 123 bin dolarlık indirim yaptığı söyleniyordu. Ayrıca Adams’ın seçim kampanyasına beş Türk işadamının büyük miktarda bağış yaptığı iddia ediliyordu. Bu kişilerin ABD vatandaşı olmadığı, orada oturmadığı, ama bağış yapmakta “oldukça cömert davrandıkları” söyleniyor.

Amerikalı gazeteciler Özgür Özel’e New York Belediye Başkanı’yla ilgili iddiaları da sordular. Özel, “Türkiye ABD’de rüşvet vermeye ihtiyaç duyacak bir ülke değil” diyerek, AKP hükümetinin savunuculuğunu üstlendi. Üstelik Erdoğan, bu sorulara muhatap olmamak için ABD Başkanı Biden’ın yemeğine bile katılmadan apar-topar ülkeye dönme kararı almıştı.

Erdoğan’ın Biden’la görüşmeyi çok istediği ve böyle bir ortamı kaçırmak istemeyeceği aşikar. Zaten her yıl katılmış, bu yıl da “katılacağız” denmiş, resmi programda yer verilmiş. Buna rağmen New York Belediye Başkanı hakkında rüşvet davası açılınca, katılmamayı tercih etti. AKP’yi ve Erdoğan’ı savunmak da Özgür Özel’e düştü!

Sonrasında Özel, AKP yönetimini ve rüşvet olayını değil, Türkiye’yi savunduğunu söylese de, bu açıklama onu kurtarmıyor. Günümüzde “Türkiye’yi savunma”nın AKP yönetimini ve Erdoğan’ı savunmak anlamına geldiğini herkes biliyor.

Ama Özel’in yaptıkları bununla da sınırlı kalmadı. Yabancı bir gazetecinin “25 ülke Afganistan’da Taliban’ın insan hakları ihlallerine karşı yasal önlemler almak üzere bir inisiyatif başlattı; bu konudaki duruşunuz nedir” sorusuna, “biz CHP olarak, Dışişleri Bakanımızın ve buradaki temsilcilerimizin tayin ettiği hattı takip ediyoruz” diyerek, AKP’nin dış politikasını savunduğunu açıkça ortaya koydu. Hem de Taliban gibi radikal-dinci bir örgütün şeriat yönetimi altındaki Afganistan konusunda… CHP tabanının en hassas olduğu “laiklik ilkesi”nde bile ne kadar geriye düştüklerini gösteren çarpıcı bir durumdu bu. Aynı zamanda “içeride farklı siyasi partileriz, ama dışarıda Türkiye partisiyiz” yaklaşımının geldiği noktaydı.

CHP’nin “ABD heyeti” içinde Çeşme Belediye Başkanı ve Gençlik Kolları Genel Başkanı’nın bulunması ayrıca soru işaretlerine yol açtı. CHP’nin Amerika temsilcisi Yurter Özcan’ın gezi hakkında Genel Merkez tarafından bilgilendirilmediğini söylemesi ve “heyet” içinde yeralmaması da dikkat çekti. Bunlar, CHP içindeki hizipleşmenin, gelenek ve kurallarda bozulmanın, keyfi yönetim anlayışının ABD gezisine yansıyan yönleriydi.

 

Erdoğan’ı ayakta karşılama

Bütün bunların üstüne, meclisin yeni yasama yılı başlarken Özel’in Erdoğan’ı ayakta karşılaması tüy dikti. Bunun önceden alınan bir karar olduğu anlaşıldı. Çünkü bazı CHP’li vekiller, meclise geldikleri halde Genel Kurul’a katılmamıştı. Katıldığı halde ayağa kalkmayanlar da oldu. Bu durumu CHP yönetimi, “vekilleri serbest bıraktık” diye açıkladı. Belli ki, herkesi ikna edememişlerdi. Daha önceki açılışlarda CHP’li vekiller Erdoğan’ı oturarak karşılamıştı çünkü.

Gelen tepkiler üzerine Özgür Özel, “Erdoğan’ın şahsına değil, makamına saygımızdan kalktık” dedi. Bunun sorumluluğunu kendisinin üstlendiğini, bedelini de kendisinin ödeyeceğini belirtti. “Bugüne kadar hiç CHP’ye oy vermemiş seçmene sorun” diyerek, bu tavrını gerekçelendirdi. İddiasını güçlendirmek için de bir anket yaptırıp medyaya sundu. Elbette AKP-MHP tabanı yüzde 90 oranında Özel’in ayağa kalkmasını doğru bulmuştu. Bunda şaşılacak bir şey yoktu. Fakat CHP içinde karşı çıkanların oranının yüzde 38 gösterilmesi, tepkileri hafifsetme çabasıydı.

CHP tabanı başta olmak üzere CHP’ye oy veren kesimlerde büyük bir tepki ortaya çıkmasa, Özgür Özel ve CHP yönetiminin bu tür savunular üretmeyeceği açıktır. Fakat Özgür Özel, Erdoğan’ı meşrulaştırma görevini üstlenmede gözünü o kadar karartmış ki, “bir daha geldiğinde bir daha ayağa kalkacağız” diyerek meydan okuyor, tepkilere rağmen bu rolü oynamaya devam edeceğini ilan ediyor.

Özel’i böylesine pervasız kılan, CHP tabanının kendi dışında bir partiye oy vermeyeceğini düşünmesidir. Daha önemlisi CHP’nin solunda duran kesimlerin bile son on yılda, giderek artan biçimde CHP’ye oy vermesidir. Onun için, tepki duysalar bile kitlelerin başka alternatif bulamadığından çaresizce CHP’ye yöneleceğine güvenmektedir.

TBMM’nin 2 Ekim’deki açılış toplantısında tek sürpriz Özel’in ayağa kalkması olmadı. Devlet Bahçeli’nin bir grup MHP’liyle birlikte DEM Parti sıralarına gelip tokalaşması, daha şaşırtıcıydı. Özel-Erdoğan arasında başlatılan “normalleşme” görüntüsünü genele yayma çabası, egemenlerin yeni döneme ilişkin yeni hazırlıklar içinde olduğunu gösteriyordu. Bahçeli’nin DEM’le tokalaşması da anlık, kendiliğinden gelişen bir şey değildi. Zaten Bahçeli sonraki konuşmalarında bunu doğrulayan sözler söyledi. Yıllardır HDP’nin kapatılmasını isteyen, HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarını kaldırıp tutuklanması için cansiperane çalışan, HDP binalarının basılmasına, ölümlere zemin hazırlayan Bahçeli’nin böyle bir hareketi “hoşluk olsun diye” yapmayacağı aşikardır. Devrimcilere dönük saldırıları, katliamları, sol, sosyal-demokrat yönetimlere yaptırdıkları gibi; Kürtlerle sözde barışı da gerici-faşist yönetimlerle başlatmaları, Türkiye ve dünya tarihinde sıkça görülen bir durumdur.

Bahçeli’nin de söylediği gibi, bu hamle sadece yeni anayasaya destek girişimi değildir. Ortadoğu’da büyüyen savaşla, Suriye politikasıyla doğrudan ilişkilidir. Burada önemli olan DEM’in duruşudur. Fakat DEM yöneticilerinin Bahçeli ile tokalaşmaya hazır gelmeleri, önden bunu kabul etmiş olmaları, kaygı vericidir. Ardından “muhatap alınmış olmak”tan, “barış” sözcüğünü Bahçeli’den duymaktan memnuniyetlerini bildirmeleri, bu kaygıyı büyütmektedir.

 

Muhalefetsizlik dönemi

Son seçimlerden bu yana, AKP karşıtlığı temelinde muhalefetin de sonuna gelindiği görülüyor. “Pasif-etkisiz muhalefet”ten, “muhalefetsiz” bir döneme doğru gidiyoruz. Bir süredir Erdoğan’ın, “muhalefet olacaksa onu da biz yaparız” dercesine, varolan sorunlardan yakınan bir söylem tutturduğunu biliyoruz. Zaten “normalleşme-yumuşama” dönemi, sadece Özel’in girişimiyle olacak iş değil. Erdoğan’a da kabul ettirtilen yeni dönemin politikası.

Bu duruma gelişte, reformist partilerin CHP’yi desteklemesi önemli bir rol oynadı. Reformizm sosyal-demokrat çizgiye evrildikçe, sosyal-demokrasi de gerici-faşizan bir niteliğe bürünüyor. Her siyasal akımın birkaç adım geriye savruluşu, egemenlerin elini rahatlatan bir zemin yaratıyor.

2023 seçimlerinde “umut” olarak piyasaya sürülen “6’lı masa”dan eser kalmadı. Masanın en büyük partisi CHP ve İYİP’te başkan dahil tüm yönetim değişti. Yeni yönetimler de oturmuş değil, üstelik kitlelere güven vermiyor. Gelecek, Deva, Saadet gibi partiler, birçok konuda AKP-MHP bloku ile uzlaşmaya açık olduklarını gösterdiler. Varlıkları bile hissedilmeyen partiler haline geldiler. Muhalif blok önce dağıldı, sonra “normalleşme” adı altında uzlaşma görüntüsü verdi, şimdi ise iyice silikleşti; AKP politikalarına angaje olan bir noktaya evrildi.

Yapılan tüm anketlerde “kararsızlar” olarak gösterilen bölüm, son dönemin en yüksek oranına ulaştı ve giderek yükseliyor. Düzen partilerine güvensizlik artıyor ve “oy vermeme” eğilimi güçleniyor. Kitleler yıllardır “AKP gitsin de” diyerek başta CHP olmak üzere bu partilere oy verdiler. Bunun çözüm olmadığı görüldü. Reformist partilere de bir yöneliş yok.

Bütün bunlar devrimci politikalara ve örgütlenmeye daha uygun zemin yaratıyor. Sendikal örgütlenmeye bile tahammül edilmeyen koşullarda, taban örgütleriyle kitleleri yeniden siyasetin aktif unsuru haline getirmekle karşı karşıyayız. Burjuva muhalefetin sınırlarına gelip dayandığı bu ortamı değerlendirmek, komünist ve devrimcilere düşüyor. Aksi halde umutsuzluk, toplumsal çürüme ve yozlaşmayı arttıran, faşizmi güçlendiren bir rol oynuyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …