“Devrimci oluncaya kadar bir yığın yarış kazandım. Bunların getirdiği eskiden gelen bir kendine güven gelişkin bende. Yani kafamda bir hedef belirlemiş ve ona giden yolu kavramışsam her şey küçülüyor artık, ona yürürüm.”
Nilgün’ün kaleminden dökülen bu satırlar, kısa ama yoğun devrimci yaşamını da özetliyor. Hedefi belirlemek ve her şeyi küçülterek yürümek. Hem de şairin deyimiyle “yürekten, gülerekten yürümek…”
Günümüzün insansal özeliklerini dahi zayıflatan, en temel değerlerden arındıran burjuvazinin siyasal-ideolojik-kültürel silahlarının hedef alanların dışına çıkabilmek, güçlü bir irade ve berrak bir bilinci şart kılıyor. Bu berrak bilinç; düzene alternatif ama kendi içinde de dümdüz olmayan devrimci yaşamda, olağanüstü bir eyleme dönüşmelidir. Genel devrimciliğin ötesinde, çok yönlülük, atılganlık ve sınırları parçalama eylemine…
Her bir şehidimizin öne çıkan bir yönü olduğu gibi Nilgün’ün de bizlere verdiği en büyük mesaj budur. “Özgüvenim tam, hep inisiyatifli oldum” diyordu. Zorluklar, engeller aşılmak içindi. Ve aşarak daha fazla yetkinleştirerek büyümenin anahtarıydılar. Bu yüzden onu “Yeni Çağın Çocuğu” olarak adlandırdık. Yunus, Eralp, Ulaş ve Nurettin’i olduğu gibi… ‘Yeni’nin kökleri, Osman Yaşar’ın “Hücum Ruhu”nda, İsmail Cüneyt’in “Atılım” çağrısında, Mehmet Fatih’in “Biz Kazanacağız” iddiası ve azmindedir. Şimdi de Nilgün’ün “düz ve engelsiz devrim koşusu”nda yaşam bulmakta, damarlarına su yürüyen bir dal gibi ‘yeni’ torumcuklara durmaktadır.
Nilgün, üniversite yıllarında devrimci düşüncelerle tanıştı. İTÜ öğrencisiydi, ama İstanbul Basın-Yayın’da faşistlerle çatışma çıktığını duyduğunda olduğu gibi, atılgan yapısıyla her yere koşardı. Basın-Yayın işgalinde bir anti-faşist olarak tutsak düştüğü cezaevine, bir “Genç Komünar” (GK) olarak çıktı ve hızla sorumluluklar üstlendi.
Nilgün, “Osman Yaşar Yoldaşcan Müfrezesi” üyesiydi. Zaten silahlara düşkünlüğü ve ısrarlı devrimci yapısıyla müfreze üyesi olmayı çoktan kafasına koymuştu. Yaşamına oturttuğu disiplin ise yine Nilgün’ün hedefine yönelik doğal bir alışkanlığı haline gelmişti. Her devrim savaşçısında olması gerektiği gibi Nilgün’ün de gözünde ölüm, sıradan ve küçüktü. Çatışarak ölmek, işkencede katledilmek, ölümün doğal biçimleriydi ona göre. Ölüme biçtiği bu ‘küçük’ misyon, komünizm idealiyle bütünleşmekten alıyordu kaynağını elbette. Şehit düştüğü kamulaştırma eyleminde, ciğerini parçalayan kurşuna rağmen, tehlikeyi biraz atlattıktan sonra, sakince “vuruldum” demişti yoldaşlarına. O böyle sade ve yalındı.
Devrimci değerlerle harmanladığı bu özelikleriyle insanlarla çok çabuk kaynaşıyor, onları etkiliyordu. Canlı, sıcak, atak kişiliğiyle özellikle de gençlerin yaşamlarında derin izler bırakıyor, devrimci dönüşümlerini sağlıyordu.
Maraşlı, gerici bir ailenin kızı olmasına rağmen, bu kabuğu çabuk kırmış, proletarya ve ezilen halkların kızı olmuştu. “Kürdistan’a askere gitme” afişlerini yaparken yakalandığında işkenceciler karşısında koyduğu tavırdan İBDA-C’lilerin bile etkilenmesi bundandı. Yoldaşlarıyla da ilişkilerinde deneyimlerden ders çıkarılmış bir olgunluk görürdünüz onda. Halkanın doğru yerini kavramıştı: “Biz ne kadar komünist olursak, yoldaşlık ilişkilerimiz o kadar iyi olur” diyordu.
Nilgün, Genç Komünarlar’ın ilk şehidi olma onuruna sahiptir. Gerçek bir okul olarak değerlendirdiği GK saflarından TİKB ile üst düzeyde birleşmesi onun şahsında komsomolun kökleri olan GK’yı da yüceltmiştir.
“Kavga adı” olarak kullandığı “Neval” ismi, Kürtçede iki dağ arasında kalan vadi anlamına gelir. Vadiler, görkemli görünüşleriyle anılır ve nehirlerin yatağını oluştururlar. Nehirler aktıkça da sular daha kabarır ve görkemli güzelliğine yeni güzellikler eklenir.
Nilgün, kod adıyla da uyumlu bir tablo oluşturuyor. O, “Yeni Çağın Çocukları”nın verimli yatağı olurcasına yaşadı ve öldü. Şimdi üzerinde sular daha bir coşkuyla ve güçlü akacak…
Yediveren Yayınları “Köklerimiz Toprakta Tarihten Geliyoruz” başlıklı Şehitler Albümü’nden alınmıştır.