Şaban Budak, yoksul bir ailenin çocuğu olarak 1963 yılında Niğde’de doğdu. İlkokuldan itibaren hem çalıştı hem okudu. Lise yıllarında anti-faşist bir siyasal kimliğe sahipti. Çalışkanlığı ve zekiliği ile göz dolduruyordu. 1980 yılında İTÜ Elektrik-Elektronik Bölümü’nü kazandı, ancak çalışmak zorunda kaldığı için okulu bitiremedi.
1988 yılında ihtilalci komünistlerle tanıştı ve hızlı bir gelişme gösterdi. Elini attığı her işi büyük bir sorumlulukla yerine getirdi. Tüm becerisini ve zekasını devrime ve örgütüne sundu.
Üniversite yıllarında geçimini sağlamak için “at yarışları” için hazırladığı bültenler, örgütlü mücadeleye atıldıktan sonra yeraltı matbaasının gelişimine zemin oluşturdu. O yıllar basında bilgisayarın kullanımı oldukça yeniydi; Şaban, TİKB’nin yeraltı yayın organı Orak-Çekiç’in son teknikle çıkmasını sağladı. Aynı dönemde, ikamet ettiği Hisarüstü ve çevresinde örgütün gelişiminde önemli bir rol oynadı. Eylemlerde gözüpekliği ve militanlığı ile öne çıktı.
Adana’ya bir eylemi organize etmek için gönderildi. Bölgedeki ilk korsan gösterinin örgütleyicisi oldu, bizzat katılarak eylemin başarıyla tamamlanmasını sağladı. Daha sonra Adana İl Komitesi’nde görev aldı. İşçilerle ve gençlerle kurduğu bağ ile Adana’da örgütün gelişimine güç kattı. ’92 Kuruluş yıldönümünün ve 1 Mayıs’ın örgütleyicisi oldu. Onun gelmesinin ardından Adana il faaliyeti bölgenin tümüne yayıldı. Bu büyüme, devletin saldırılarının artmasını da beraberinde getirdi. Şaban “bir şehit gerekiyorsa, o ben olmalıyım” diyordu.
Bir kere karar verdikten sonra arkasına bakmadan yürüyenlerdendi Şaban. Kendisine Osman Yaşar Yoldaşcan’ı örnek almıştı. Onun gibi teknik yönü güçlü, inisiyatifli, yaratıcı ve yalındı. Kısa sürede çok yönlü bir dava adamı haline geldi. Silahlı eylem sözkonusu olduğunda “ben her zaman hazırım” diyordu.
23 Ekim 1992’de Adana Tekel Deposu kamulaştırma eylemine kendisini önermişti. Eylem sonrası polisle karşılaştıklarında sokak sokak çatışarak geri çekildi. Peşindeki polis ekipleri artmış, kendisi de yaralanmıştı. Teslim olmak yoktu ihtilalci komünistlerin geleneğinde. O da yaralı halde dövüşe dövüşe izini kaybettirmeye çalıştı. Fakat girdiği bir sokak, çıkmazdı. Bunun üzerine tıpkı Yoldaşcan gibi bir binayı siper yaptı, sloganlar atarak son mermisine kadar çatıştı. “Yaşasın Türkiye İhtilalci Komünistler Partisi” sloganıyla partileşme özlemini ifade ediyor, yoldaşlarının önüne de kısa sürede örgütten partiye sıçrama hedefini koyuyordu. Ne yazık ki, Şaban’ın bu mesajı doğru ele alınmadı ve yerine getirilmedi.
Şaban’ın cenazesini kaldıran yoldaşları ve avukatlar, bedeninde onlarca kurşun ve işkence izlerini gördüler. Öldükten sonra bile polisler vücuduna kurşun yağdırmış, işkence etmişlerdi.
Şaban Adana’da faaliyet yürüttüğü dönemde “Selçuk” ismini kullanıyordu. Ölümünün ardından yoldaşları “Adana’nın her sokağından bir Selçuk çıkacak” dediler. Remzi ise “Metin” ismiyle tanınıyordu. Şaban’ın ardından Remzi’nin işkenceyle katledilmesi sonrasında “Metin’leri öldürmekle tüketemezsiniz” dediler. Remzi ve Şaban’ın intikamını almaya ant içtiler.
Şaban ve Remzi, dövüşerek yiğitçe öldüler. Ve her yiğitçe ölümde olduğu gibi, arkalarında öc alma duygusuyla dolu, onları yaşatmaya çalışan insanlar bıraktılar. Direnişleri dilden dile dolaştı; geleneği büyüten, ona yeni halkalar ekleyen komünistler oldular. Onun için hiç unutulmadılar, unutulmayacaklar….