TBMM’nin 1 Ekim’deki açılışında, Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gelip tokalaşması, “yeni çözüm süreci”nin başladığının ilk işaretiydi. Ardından Erdoğan ve Bahçeli’nin açıklamalarıyla, bu durum pekiştirildi.
Son olarak Bahçeli, 22 Ekim’de yaptığı grup konuşmasında, “ne Kandil ne Edirne, adres İmralı’dan DEM’e uzansın” diyerek Öcalan’ı muhatap alacaklarını ilan etti. Sonra vitesi büyüttü, Öcalan’ın “terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini” açıklaması durumunda, “umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenleme” yapılabileceği, hatta “DEM Parti grup toplantısında konuşabileceğini” söyledi. Böylece Öcalan’ın serbest bırakılması, mecliste konuşması ihtimali bile duyurulmuş oldu.
Bunu Bahçeli’nin “vatan-millet aşkı” için yapmadığını, siyasetle ilgili herkes bilir. Öyleyse neden? Bahçeli’nin söylediklerinin onda birini söyleyenlerin “vatan haini” ilan edilerek hapse atıldığı bir ülkede, bu kadar yüksek perdeden konuşma ihtiyacı nereden doğdu? Üstelik Kürt siyasi hareketinin talebi, “Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılsın” en fazla “ev hapsine alınsın” şeklindeydi. Bahçeli ise çıtayı iyice yükseğe çıkardı. Esasında AKP döneminin siyaset yapış tarzına uygundu bu. El yükselterek başlayınca, kitleleri daha azına razı etmek kolay oluyordu. Şimdi de onu yapıyorlar.
Dikkat edilirse, yine sürekli Öcalan üzerinden konuşuluyor. Kürt halkına yönelik bugüne kadar yaptıkları soykırımın, katliam ve cinayetlerin, asimilasyon ve baskıların hiç sözü edilmiyor. Daha düne kadar Kürtçe halay çektikleri için insanlar gözaltına alındı. Anadilde eğitim dahil, Kürt halkının talepleriyle ilgili tek bir cümle kurulmuyor. Ülkedeki açlık, hayat pahalılığı, kadın, çocuk, işçi katliamları vb. işçi ve emekçilere dair sorunların lafını bile etmiyoruz.
ABD’nin Ortadoğu planları ve Kürt hareketi
Fakat asıl sorulması gereken soru; AKP-MHP blokunun (adına ne derlerse desinler) yeni çözüm sürecine neden bugün ihtiyaç duyduğudur. Bu adımın Ortadoğu’da yükselen savaşla ve ABD’nin bu savaştaki rolü ile doğrudan bağı var. ABD, son 20 yılda gerçekleştirdiği işgal ve saldırıların hepsinde başarısızlığa uğradı. Şimdi bunu İsrail üzerinden gidermeye çalışıyor. Ortadoğu’da en büyük hedefi olan İran’ı, Hizbullah’a vurduğu darbelerle, Hamas liderini bizzat İran’da vurarak yıpratma gayreti içinde. Bölgedeki büyük rakibi Rusya’yı Ukrayna savaşı ile oyalıyor. Suriye, Irak ve İran’da kendi işbirlikçilerini palazlandırarak bölgede hegemonyasını kurmaya çabalıyor.
Bu üç ülkede önemli bir Kürt nüfus var ve PKK’nin belli bir gücü bulunuyor. Dolayısıyla ABD’nin Ortadoğu savaşında ve planlarında Kürtler ve PKK önemli bir yer tutuyor. Özellikle Suriye’de, PYD üzerinden varlığını sürdürebiliyor. Kuzey Suriye olarak anılan Rojava’da, kendine bağlı yönetim kurmak, kalıcılaştırmak istiyor. Fakat o bölgede yerel seçimlerin yapılmasını bile Türkiye geciktiriyor. ABD emperyalizmi, PKK ve PYD’ye dair atacağı her adımda Türkiye ile karşılaşmak istemiyor. Bunun formülü de -geçmişte yaptıkları gibi- PKK’nin Türkiye’deki faaliyetlerini durdurması karşılığında Öcalan’ın tecridinin kaldırılması. Elbette Türk egemenlerine Suriye ve Irak’ta yeni yatırım alanları açıp, ağızlarına bir parmak bal çalarak… Hatta İran’a dair planlarının içine katarak…
ABD açısından PYD ile kurduğu ilişki sarsılmaz değil. PYD’nin içinde Rusya ve Suriye ile bağlarını güçlendirme yanlısı olanlar da var. Nitekim Rusya ile de görüşmeleri sürdürüyorlar. ABD’nin Türkiye yüzünden Rojava’da atacağı adımlarda her gecikme, Rusya’nın işine yarıyor. Onun için daha fazla beklemeye tahammülü yok.
Diğer taraftan, İsrail’in Gazze ile sürdürdüğü savaş Lübnan’a sıçradı. Sıradaki hedefin İran olduğu biliniyor. Ancak bugünkü dengeler içinde, İsrail’in doğrudan İran ile bir savaşa girişmesi, önemli riskleri barındırıyor. Olası İran savaşında, Türkiye’nin de, Kürt hareketinin de ABD’nin yanında olması, dengeleri önemli oranda değiştirecektir. ABD emperyalizminin bugünkü çabasında, bunun da önemli bir payı vardır.
ABD emperyalizmi AKP-MHP blokunu öylesine köşeye sıkıştırmış olmalı ki, ardarda ve üst perdeden hamlelerle hızlı bir açılış yapıldı.
“Çözüm” kimin için?
AKP-MHP bloku bu adımları, tabii ki, en az bir dönem daha işbaşında kalma karşılığında atıyor. ABD ile yapılan pazarlıkta bu vardır. Yönetimi değiştirecek boyutta toplumsal bir patlama olmadığı sürece, hem ABD hem işbirlikçileri, süreci AKP-MHP ile yürütmekte sakınca görmezler. Zaten ilk açıklamaları Bahçeli’nin yapması da, olası tepkileri nötralize etmek içindir.
Türkiye bu süreci yakın geçmişte yaşadı. O zamanki “çözüm süreci”nin başlaması da, bitmesi de doğrudan Suriye ile bağlantılıydı. Şimdi benzer bir döngüye giriyoruz. “Aynı suda iki kez yıkanılmaz.” Mutlaka farklılıkları olacaktır. Fakat Marks’ın Hegel’e atıfla söylediği gibi; “tarihte yaşanan benzer olayların ilki trajedi ise, ikincisi komediye dönüşür.”
Elbette Öcalan’ın tecridi kaldırılsın, serbest bırakılsın. Ama Kürt halkının tek talebi bu olamaz! Keza Türk, Kürt, bu coğrafyada yaşayan halkların temel sorunlarının çözümünde tek adım atılmadan, “barış”tan, “çözüm”den sözedilemez! Dünyada ve ülkemizde her “çözüm”, “barış”, “demokrasi” sözlerinin arkasından nasıl büyük bir yıkım ve katliamın yaşandığını biliyoruz. Çok değil, 7 Haziran 2015 ile 1 Kasım 2015 seçimleri arasında başta Kürt illeri olmak üzere ülke çapında yapılan katliamları unutmadık.
Başlıktaki sorumuza dönersek; yeni “çözüm süreci”ne en başta ABD emperyalizmi ihtiyaç duyuyor. İkinci olarak da ayağının altındaki toprağın her geçen gün kaydığını gören AKP-MHP bloku. Yoksa Bahçeli, bugüne dek “bebek katili” dediği Öcalan’ı muhatap alıp, “umut hakkı”ndan söz eder miydi? “Çözüm süreci”ni kimlerin dillendirdiğine bakmak bile, neye-kime hizmet ettiğini görmek için yeterlidir.
* * *
Türkiye tarihinin en büyük katliamlarını, hak gasplarını yapan, açlık ve işsizlik rekorları kıran, halk desteğini yitirmiş, her yanından dökülen bir yönetimi, bir dönem daha ayakta tutmak; böyle bir stratejinin bir parçası olmak, Kürt halkı başta olmak üzere tüm halka zarar verir. Gezi Direnişi’nin “çözüm süreci” uğruna nasıl zayıf düşürüldüğünü bizzat yaşadık. Sonrasında ülkenin nerelere sürüklendiğini hep birlikte gördük.
Bugün işçilerin ayağa kalktığı, her kesimin sokağa döküldüğü bir ortamda, yeniden “çözüm”, “barış” diyerek bu yönetime kan taşınmak, yanılgının ötesinde suçtur! Bunun vebali de büyüktür!
Emperyalistlerin planlarına, egemenlerin sözlerine değil, halkın gücüne güvenelim! O gücü açığa çıkaracak, örgütleyecek, birleştirecek çabalara ortak olalım! Tarihin binlerce kez kanıtladığı gibi, birleşik-örgütlü bir halkı kimse yenemez!