Yoldaşları arasındaki adı “Stalin Mehmet”ti. Sınıf düşmanlarına karşı öylesine derin bir kin taşıyordu ki, ona bu adı vermişlerdi. İsmail Cüneyt, ideolojik-siyasi-örgütsel atılımın ve boşlukları doldurmanın adı oldu hep.
Balıkesir’in Sındırgı ilçesinde yoksul bir köylü ailesinin çocuğuydu. Lise çağlarında devrimci düşüncelere ilgi duymaya başladı. 12 Mart 1971 darbesi gerçekleştiğinde lisedeydi ve tek başına kalmasına rağmen devrimci çalışmalarını aralıksız sürdürüyordu.
’73 yılında Hacettepe Üniversitesi’ne girdi. Anti-faşist mücadelenin yükseliş gösterdiği Hacettepe’de, sivil faşistlere karşı kavgada ön saflarda dövüştü. Kararlı militan özellikleri ile devrimci gençlerin güvenini kazanırken, polisin ve sivil faşistlerin boy hedefi oldu.
Sezai Ekinci ile Hacettepe’deki bu anti faşist mücadele içinde tanıştılar. Bu yıllardaki beraberlik, daha sonraki mücadele yıllarında hep sürdü. ’75 yılında üniversiteyi bıraktı, proletaryanın içinde örgütlenme faaliyeti yürütmek üzere İstanbul’a gitti. Kartal’da yoldaşlarının “sırça köşk” dediği bir gecekondu kiraladı ve bir fabrikada çalışmaya başladı. Kısa sürede işçi ve emekçilerle bağ kurdu, onları bilimsel sosyalizmin ışığı ile aydınlattı.
İsmail Cüneyt, kendisini ideolojik-siyasi olarak da sürekli geliştiren bir komünistti. O yıllarda, içinde bulunduğu devrimci grup THKO ile birleşmişti. Fakat sınıf işbirliğini vaaz eden “Üç Dünya Teorisi” başta olmak üzere, sağ oportünizme karşı durdu. Sağ oportünizmle ayrılık gündeme geldiğinde tereddütsüz muhalefetin yanında yer aldı. İhtilalci komünist örgütün temellerini atmak üzere Adana’ya gitti. Orada sağlam kadrolar ve geniş bir işçi-emekçi çevre yarattı.
19 Şubat 1979’da İMT’ye (İleri Militanlar Toplantısı) bu güvenle katıldı. Kararlı tutumu ve önder özellikle ile öne çıktı ve MK’ya seçildi. MK’nın en genç üyesiydi, ancak kendini her yönden hızla geliştirdi, teorik-siyasal görevler üstlendi ve başarıyla yerine getirdi. Örgütün ideolojik, siyasi- örgütsel inşasında İsmail Cüneyt’in katkısı büyük oldu.
12 Eylül’ün karanlık günlerinde, mevziden mevziye, cepheden cepheye koşan, boşlukları dolduran bir önderdi. Safların terk edildiği, örgüt ve partilerin dağıldığı o günlerde, büyük bir enerjiyle güçleri topladı, etrafına umut ve cesaret yaydı. Çünkü o, Stalin Mehmet’ti. Kararlılığın, dayanıklılığın, uzlaşmazlığın adıydı.
İşkenceci cellatlar, bu adı ve tavrı iyi biliyorlardı, ancak onun gerçek adını bir türlü öğrenemediler. Ta ki yoldaşları, ölümünden sonra bir bildiriyle açıklayana dek…
Onu “Stalin Mehmet” olarak aramaya başladıklarında, “eğer bir gün sağ ele geçersem” diyordu, “mahkemede Stalin’in büyüklüğü karşısında saygıyla eğildiğimi, bu ‘yakıştırmayı’ tasvip etmediğimi söyleyeceğim”. Söyleyemedi ama. Adından öylesine korktular ki, göstermelik mahkemelerde yargılamaya bile gerek görmediler.
24 Mart 1983 günü, İsmail Cüneyt ve yoldaşları, kaldıkları bir evde polis tarafından kuşatıldılar. 12 Eylül’ün en karanlık günlerinde Sefaköy’de granitten bir kale yarattılar. Saatlerce süren çatışmada biri komiser üç polisi öldürmüşlerdi. Ancak Mehmet Ali Doğan ve Aslan Tel çatışmada şehit düştü. İsmail Cüneyt ise, çemberi yararak oradan çıkmayı başardı. İşkenceciler Sefaköy’ün intikamını almak için İsmail Cüneyt’i hedefe çaktılar. Buldukları yerde öldüreceklerini açık açık söylediler. 21 Aralık’ta yakalandığı gün, İstanbul-Gayrette’de kurşuna dizdiler.
Cesurluk, atılganlık, kararlılık, dünyayı değiştirme isteği ve azmi, aldığı her sorumluluğun hakkını veren, çelikten bir disiplin yaratan, pek çok özellikten oluşan bir bütündür onun yaşamı. Kendini aşmanın, sürekli yenilemenin adıdır. İhtilalci komünist hareketin önderleri olarak, M. Fatih Öktülmüş, Osman Yaşar Yoldaşcan, Sezai Ekinci ile birlikte İsmail Cüneyt, her daim mücadelemizde yaşayacak…
“Taş haline gelmiş damarlarım
Atomlarım bir kaya içinde sıkıştırılmış
Sıcaktım bir çağda
Donmuşum şimdi
Sertleşmişim
Hiçbir güneş eritemez beni
Hiçbir soğuk çatlatamaz
Delemezler zırhımı öyle kolay kolay
Kaldıraçlar oynatamaz beni yerimden
Kayayım ben
GRANİT!”