Yoksulluk en aşağılayıcı şiddettir!

Yılın son günlerinde TÜİK, Türkiye’deki yoksulluk istatistiklerini açıkladı. Rakamlara göre, Türkiye’de emekçiler geçen yıla göre biraz daha yoksullaşmış.

TÜİK verilerine göre 2024’te yoksullaşma oranı, bir önceki yıla göre 0,1 puan artarak yüzde 13,6’ya yükselmiş; yoksul insan sayısı ise 154 bin kişi artarak 11 milyon 457 bin kişiye ulaşmış.

TÜİK son yıllarda güvenilmez kurumların başında gelmektedir. Hükümetin işine gelecek şekilde rakamlarla oynadığı bilinmektedir. Fakat bu kez TÜİK bile toplumsal yapıya ilişkin çarpıcı gerçekleri ortaya koymaktan kaçamamış. Mesela verdiği rakamlarda hane halkının sayısı arttıkça, yoksullaşmanın daha derin olduğu görülüyor. Kalabalık ailelerde, çocuk-yaşlı gibi çalışmayan nüfus, yoksulluğu büyütüyor. Tek kişilik hanelerde de yoksullaşma var elbette, ancak oranı daha düşük.

TÜİK, yoksulluğun eğitim düzeyi ile de bağlantılı olduğunu açıklamış. Bir okul bitirmeyenlerin yüzde 24,7’si, ilk ve ortaokul bitirenlerin yüzde 13,6’sı, lise mezunlarının yüzde 7,4’ü, yükseköğrenim mezunlarının ise yüzde 2,7’si yoksul.

Ancak eğitimle ilgili bu rakamların doğruluğu tartışmalı. Elbette eskiden eğitim düzeyi arttıkça, daha iyi iş, daha yüksek maaş ihtimali artıyordu. Ancak AKP döneminde değişen şeylerden biri de bu oldu. Artık lise mezunu olmak ile ilkokul mezunu olmak arasında bir fark kalmadı. Üniversitede “çift ana-dal” okuma ve iki diploma ile mezun olma olanağı sağlandı, ancak bunlar bile asgari ücretle işe başlamasını, hatta işsiz kalmasını önlemedi.

Tam da eğitimin artık bir fark yaratmadığı düşüncesiyle, bugün Türkiye’de, Aralık 2024 itibariyle 15-24 yaş arasında 3 milyon gencin, hiçbir üretim ve eğitim faaliyetine katılmadan evde oturduğu biliniyor. “Ev genci” diye yeni bir kategori türedi. Sayıları 3 milyonu bulan bu kategorideki gençler, okumaya ihtiyaç duymuyor, iş de bulamıyor; aileden harçlık alarak, çoğunlukla ekran karşısında, bazen de ev çevresinde dolanarak yaşamını tüketiyor.

TÜİK verilerinden devam edersek; bireylerin yüzde 29,3’ünün yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında olduğunu görüyoruz. Bu oran yaş gruplarına göre değerlendirildiğinde, 0-17 yaş grubunda yüzde 39’a yaklaşıyor, 65 yaş üstünde ise yüzde 23,3 olarak görülüyor. Tüm toplumun yüzde 30’a yakın kesimi, 18 yaş altı çocuk-gençlerin yüzde 40’a yakın kesimi, yaşadığı yoksulluk nedeniyle dışlanıyor.

İnsanların yaşam koşullarına ilişkin veriler de yoksulluğun vahşi yüzünü ortaya koyuyor.

TÜİK araştırmasına göre nüfusun yüzde 30’u, konutunda izolasyon olmadığı için ısınma sorunu yaşıyor. Yüzde 15’i ise zaten evini ısıtamıyor. Nüfusun yüzde 31,3’ü çatısı sızdıran, penceresi çürümüş, duvarları nemli bir evde yaşıyor. Nüfusun yüzde 57,5’i evden uzakta bir haftalık tatil için bütçe ayıramıyor. Yüzde 39,3’lük kesim ise, iki günde bir et-tavuk-balık içeren yemek yiyemiyor.

 

Birileri zenginse biz yoksuluz

TÜİK toplumun genel olarak yoksullaştığını söylüyor. Ancak “toplum” fazla karmaşık bir kavram. Hep birlikte yoksullaşmıyoruz. Birileri zenginleşirken biz yoksullaşıyoruz. Bir avuç sömürücü, bizim sırtımızdan servetlerini büyütürken biz aç kalıyoruz. Gelir dağılımındaki eşitsizlik, bu gerçeği gözönüne seriyor.

Yine TÜİK rakamlarına bakalım. 2024 yılına ait Gelir Dağılımı İstatistikleri’ne göre, en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grup, toplam gelirden yüzde 48 pay alıyor. En düşük gelire sahip yüzde 20’lik grup ise, toplumsal gelirden yüzde 6,3 pay alıyor.

Bu rakamlar, nüfusun yüzde 20’sinin, ülkedeki toplam gelirin yaklaşık yarısına el koyduğunu gösteriyor. En yoksul yüzde 20’ye ise, yüzde 6’lık bir pay ile, derin yoksulluk düşüyor.

Aslında TÜİK’in son yıllarda gelir dağılımını sadece yüzde 20’lik dilimler üzerinden hesaplaması da bir sorun. Dilimler küçültüldüğünde, zengin ile yoksul arasındaki uçurum daha net görülür. Mesela yüzde 10’luk, yüzde 5’lik, yüzde 1’lik dilimler açıklansa; nüfusun çok küçük bir azınlığının ne kadar bir servete el koyarken, en yoksul yüzde 1’in ne kadar vahşi bir yoksulluk içinde yaşadığını daha iyi anlayabiliriz. Tam da bu nedenle, TÜİK, sadece yüzde 20’lik dilimleri açıklıyor. Ama bu bile, gelir dağılımındaki eşitsizliği gizleyemiyor.

“Gini katsayısı”, gelir dağılımındaki eşitsizliği ölçme aracıdır. Bir ülkede Gini Katsayısı 0’a yaklaşıyorsa, o ülkede herkes yaklaşık aynı geliri elde ediyor demektir. Gelir dağılımındaki uçurum, zengin ile yoksul arasındaki fark büyüdükçe, Gini Katsayısı 1’e yaklaşır.

TÜİK verilerine göre 2024 yılında Türkiye’de Gini Katsayısı 0,423 olarak ölçüldü. Bu rakam da Türkiye’de gelirin eşit paylaşılmadığını, zenginin yaşam tarzı ile yoksulunki arasında büyük bir fark olduğunu gösteriyor.

Somut olarak yaşadıklarımızın, rakamlara dökülmüş halidir bu. Bir tarafta bodrum katında, izbelerde kalanlar vardır, diğer tarafta saraylarda yaşayanlar… Bir tarafta çalışanların yarısı asgari ücret ve civarında ücret alır, diğer tarafta patronlar karlarını yüzde 400’e çıkarır…  Bir tarafta tıka basa dolu metrobüslerle yolculuk yapanlar vardır, diğer tarafta Erdoğan’ın 13 uçaklık filosu… Bir tarafta açlık çeken emekliler, diğer tarafta lüks bir yaşamın konforunu sürenler… Emeklilere ödenen maaş “dipsiz kuyu”ya benzetilir, ama yandaşlara milyon dolarlık ihaleler verilir; halkın üzerindeki vergi yükü arttıkça artar, patronlara vergi affı getirilir…

Çalışırız, üretiriz ama insanca yaşayacak koşullara sahip olamayız. Toplumsal serveti bizim emeğimiz yaratır ama payımıza düşen daha fazla sefalettir. Bunun tek sebebi, bir avuç kanemici, sömürücü asalağı sırtımızda taşımamızdır.

 

Asgari ücret değil, sefalet ücreti

Asgari ücret 22 bin 104 lira olarak açıklandı. Bir yılda her şeye yüzde 100’den fazla zam gelirken, asgari ücrete sadece yüzde 30 zam yapıldı. Üstelik 2024 yıl sonu enflasyonu resmi rakamlarla bile yüzde 45 iken, gıda enflasyonu yüzde 70’e çıkmışken, devletin vergi ve harçlara yaptığı zam, “yeniden değerleme oranı” yüzde 43,93 olarak belirlenmişken… Asgari ücretin sadece yüzde 30’da bırakılması, işçi ve emekçiler açısından çok büyük bir hak gaspıdır.

Asgari ücret, genel olarak işe yeni girenlere verilen, asgari geçim düzeyinde belirlenen bir ücrettir. Avrupa ülkelerinde asgari ücretle çalışanların oranı yüzde 5-6 düzeyindedir. Türkiye’de ise asgari ücret ve civarı ücretle çalışanların oranı, yüzde 65-70’e yükselmiştir. Bu durum, çalışan her 3 kişiden 2’sinin asgari ücret civarında ücret aldığını gösterir.

Türk-iş’in hesaplamalarına göre, 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 67 bin TL’ye, açlık sınırı ise 20 bin 562 TL’ye yükseldi. Buna göre, asgari ücretliler, daha yılın ilk aylarında açlık sınırının altına düşecekler. Ama bu arada, sarayın 1 dakikalık harcaması, 1 asgari ücret düzeyine yükseldi.

Ücret zammının enflasyonu yükselttiği, enflasyonu kontrol altına almak için ücretleri, yani harcamaları kısmak gerektiğini ileri sürüyorlar. Oysa, Temmuz ayında asgari ücrete ara zam yapılmadı, ama enflasyon yine düşmedi. Ücret-enflasyon bağı kurmak zaten doğru değildir. Ancak doğru olsa bile, sarayın 1 dakikada 1 asgari ücret harcaması gerçeği değiştirilmeden, yandaşlara hortumlanan kaynaklar kesilmeden, diyanet başta olmak üzere bakanlıkların bütçesi kontrol altına alınmadan, Suriyeli cihatçılara aktarılan para durdurulmadan, giderlerin kısılması da mümkün değildir. “Tasarruf yapmak” sadece yoksulların üzerine bindirildiğinde, zenginler lüks harcamalarına devam ettiğinde, ne enflasyon düşer, ne yoksullaşma biter.

Devlet sadece “tasarruf zorunluluğu”nu değil, devletin en önemli gelir kalemi olan vergileri de emekçilerin, yoksulların sırtına bindiriyor. Çalışanın vergisi, ücreti eline geçmeden önce kesiliyor; patron ise, parasını kazanıyor, giderlerini düşüyor, ondan sonra kalan parası üzerinden vergisini veriyor. Üstelik patronların çoğu vergisini de ödemiyor, kimi zaman geciktiriyor, kimi zaman da devlet onların vergi borçlarını “affediyor”, siliyor. Ve devlet, çalışanların vergilerinden topladığı paraları, yine patronların (ve sarayın, bakanların) lüks kullanımına sunuyor.

İşçiler çok ağır koşullarda çok yoğun çalışıyorlar; asgari ücretle yaşam savaşı veriyorlar; asgari ücretin vergisini devlete peşin peşin ödüyorlar; aldıkları ekmek üzerinden bile dolaylı vergi veriyorlar… Ve bütün bunlar bir avuç zengini, daha da zenginleştirmek için kullanılıyor.

 

Biz ayağa kalkmadıkça…

TÜİK’in makyajladığı rakamlar bile, ülkede ne kadar büyük bir yoksullaşma olduğunu gizleyemiyor. Gelir dağılımındaki uçurum artıyor. İnsanlar “konut” denemeyecek izbelerde barınmaya, “beslenmek” yerine karnını doyurmaya çalışıyor. Yoksul kesimin erişebildiği eğitimin, sağlığın, ulaşımın kalitesi her geçen gün düşüyor. Belirlenen asgari ücret ile ona bağlı olarak belirlenecek emekli maaşları, tüm bu yoksullaşmanın üzerine tüy dikiyor.

İşçilerin sadece yüzde 10’nun sendikalı olduğu, genel örgütlenme düzeyinin çok düşük olduğu koşullarda, hak arama mücadelesi baştan sakatlanmıştır. İşçiler üretimden gelen gücünü kullanmada, sokakta sesini duyurmada zayıf kalıyorlar. Bu nedenle egemen sınıflar, pervasız bir sömürüyü sürdürebiliyor, gözü dönmüş biçimde kazanılmış hakları gaspedebiliyorlar. Bu kadar büyük saldırılara karşı düzen partilerinin “muhalefeti” ise “teşhir”in ötesine geçmiyor. Son 20 yılın “altın hesabı”nı, “simit hesabı”nı yapmanın ötesine geçmiyorlar.

Ancak son dönemde yaşanan kıpırdayışlar, gelecek açısından umut vericidir. KESK’in Ankara mitinginin beklenenden kalabalık geçmesi; asgari ücret belirlendikten sonra CHP’nin Ankara mitinginin büyük bir kitleselliğe erişmesi; Samsun, Kocaeli, Trabzon gibi genel olarak daha durgun illerde bile kitlelerin sokak eylemlerine katılması; açıklanan asgari ücreti protesto için parça parça ama çok fazla sayıda eylemin yapılması vb…

Yakınmanın kimseye faydası yoktur. İnsanca yaşamak ve çalışmak isteyen herkes, sendikalarda, kitle örgütlerinde örgütlenmeli, hakları için mücadele etmelidir. Bu dizginsiz sömürü çarkını durdurabilmenin tek yolu budur.

Unutmayalım: Hayat hakkımız, mücadele gücümüz kadardır!

Bunlara da bakabilirsiniz

Yeni GAP planı, Suriye ve “çözüm süreci”

Yılın son günlerinde GAP’ın yeniden gündeme getirilişine tanık olduk bir kez daha… 29 Aralık 2024 …

Aile Hekimleri eylemde!

Aile hekimleri önce 5-7 Kasım günlerinde, ardından 2-6 Aralık tarihinde iş bırakma eylemi yaptılar. Şimdi …

Güney Kore’de halk darbeyi püskürttü

Güney Kore, Aralık ayının ilk günlerinde çok hızlı siyasi çalkantılar yaşadı. Etkileri halen sürüyor. Cumhurbaşkanı …