Yeni bir yıla daha ne yazık ki, savaşla, krizle, açlıkla giriyoruz.
2024 yılının son ayında Suriye’de Esat rejimi yıkıldı; cihatçı çeteler yönetime el koydular. 2011 yılından bu yana ABD’nin başını çektiği emperyalist blok, Suriye’de gerici bir iç savaşı körüklemişti. Bu savaşta Türkiye, belirleyici bir rol oynadı. Öyle ki, adı “cihatçı otobanı”na çıktı. Cihatçı çeteler Türkiye üzerinden Suriye’ye girdiler ve her tür lojistik desteği Türkiye’den aldılar.
Yaşanan boşluktan yararlanan Suriyeli Kürtler, kendi bölgelerinde yönetimi ele geçirince, AKP yönetimi Öcalan üzerinden Suriyeli Kürtleri yönlendirmek, cihatçılarla birlikte Esat rejimine karşı savaştırmak istedi. Bu doğrultuda “çözüm süreci”ni başlattı. Başarılı olamayınca süreci bitirdiler. Dahası büyük bir saldırı başlatıp Kürt illerini yakıp yıktılar.
Şimdi yeniden “çözüm süreci”ne benzer bir süreç işliyor. Irak’ta olduğu gibi Suriye’deki Kürt yönetimiyle işbirliğinin yolları düzleniyor. Aynı günlerde AKP’li bakanlar “Yeni GAP Planı” adı altında Kürt bölgesinde yapılacak yatırımları sıraladılar. Emperyalist tekeller ve işbirlikçileri, şimdiden Kürt bölgesinin yeraltı-yerüstü zenginliklerini daha fazla yağmalamanın hazırlıklarını yapıyorlar.
HTŞ gibi Türkiye’nin de “terörist listesi”nde yeralan cihatçı bir çete, Suriye’yi yönetebilecek mi? Bunun kolay olmayacağı daha ilk günlerden belli oldu. Çetelerin saldırısına uğrayan kesimler direnişe başladılar. Keza Suriye’deki Kürtler de kazanımlarını korumak istiyor. Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin anlaşmaları, bir kez daha halkların direnişi ile tuzla-buz olabilir.
* * *
Bir yanda savaş ve “yeniden çözüm” harlanırken, bir yanda “asgari” denilen sefalet ücreti açıklandı. Gerçek enflasyonun yüzde 100’leri bulduğu bir ortamda, yüzde 30’luk artış ücretlerin “açlık sınırı”nın bile altında kalması demekti.
Emekli aylıkları ise, yüzde 11 ile 14,5 arasında bir artışla, bir kez daha emeklileri “ölüm sınırı”na mahkum etti. Patronlar kar rekorları kırarken, işçiye, memura, emekliye yine açlık ve ölüm düştü. Üstelik dalga geçer gibi “2024 emekliler yılı olacak” demişlerdi. Emekli maaşıyla geçinemediği için çalışmak zorunda kalan 500’den fazla emekli, geçen yıl çalışırken öldü. Paralı hale getirilen sağlık sisteminden dolayı hayatını kaybedenlerin sayısını bilmiyoruz bile…
2024 yılında da iş cinayetlerinden binlerce işçi yaşamını yitirdi. Günde en az 5 işçi, iş cinayetlerinde ölüyor. Meslek hastalıklarından veya yetersiz beslenmekten dolayı ölen onbinlerin lafı bile edilmiyor.
“Sefalet, faal sanayi ordusunun hastanesi ve yedek sanayi ordusunun safrasıdır” diyor Marks. Patronlar ve onların devleti, işçi ve emekçiyi sefalete sürükleyerek, onları hastalıklarla, ölümle yüz yüze bırakıyor. Onun için “yoksulluk en aşağılayıcı şiddettir” diyoruz.
Türkiye, servet dağılımı adaletsizliğinde Avrupa’da birinci sırada. TÜİK bile yüzde 20’lik grubun, toplam gelirden yüzde 48 pay aldığını açıkladı. Fabrikalarda, tarlalarda bu serveti yaratanlar açlıktan kıvranırken, küçük bir azınlık semirdikçe semiriyor. Üstelik devlet tarafından çeşitli teşvik ve muafiyetlerle vergi bile ödemiyorlar. Geçen yılın bütçe açığı 278 milyar iken, patronlardan 336 milyarlık vergi alınmadığı ortaya çıktı.
* * *
İşçi ve emekçiler çalışırken ölmek istemiyor. Asgari değil, insanca yaşamak istiyor. İşine, aşına, evine, doğasına el uzatıldığında, harekete geçiyor. Onun için 2024, direnişlerin arttığı bir yıl oldu.
İşçiler en çok sendikalı oldukları için işten atıldıklarında direnişe geçtiler. Patronlar ise, “Kod 46” denilen, “yüz kızartıcı suç” suçlamasıyla işçileri tazminatsız atmaya, haklarını gaspetmeye kalktılar. Buna karşı Özak Tekstil işçileri, Urfa’dan İstanbul’a tüm engelleri aşa aşa direndiler ve birçok haklarını aldılar. Benzer şekilde CarrefourSA depo işçileri de sendikalaştıkları için işten atılınca direnişe geçti. “Size Sabancı’nın selamını getirdik” diyerek saldıran kolluk güçlerine direndiler ve Sabancı’yı dize getirmeyi başardılar. Sadece ücret artışı değil, atılan işçilerin geri alınmasını sağlayarak çok önemli bir kazanım elde ettiler. Fernas maden işçileri de günlerce süren direnişin ardından Ankara’ya geldiler ve haklarını alana kadar gitmediler.
Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’nın “taban maaş” eylemleri ve Ankara’da meclise yürümeleri, 2024’ün önemli direnişlerinden biri oldu. Emeklilerin ve KESK’li memurların Ankara mitingleri ise, birleşik ve kitlesel olmasıyla umut vericiydi. Keza yılın son günlerinde asgari ücrete karşı pek çok yerde protesto eylemleri gerçekleşti.
Sadece işçi-emekçi direnişleri değil, çevre-doğa savunucularının eylemleri de yıla damgasını vurdu. Artvin Hopa’da doğasına sahip çıkan Reşit Kibar’ın öldürülmesi, eylemleri daha da büyüttü. Karadeniz’den Ege’ye halk, toprağına, suyuna, ağacına sahip çıktığını bir kez daha gösterdi.
2024’te başlayıp halen süren direnişler de var. Polonez işçileri aylardır dişe diş bir kavga veriyor. Kadın işçilerin ağırlıkta olduğu Polonez’de, işçiler sendikalı oldukları için atılınca direnişe geçmişti; ardından Ankara yürüyüşleri “taleplerinin konuşulacağı” söylenerek Gebze’de durduruldu. Patron, tazminatları ödemeyi kabul etti, fakat işçiler işe geri alınıncaya kadar direnmeye kararlılar. Keza Aralık ayında greve çıkan metal işçileri, grevlerinin yasaklanmasına rağmen fiili grev yapıyorlar. Grev hakkının grev yaparak kazanılacağını bir kez daha gösteriyorlar.
* * *
Bu tablo, geçen yılın sadece savaşlar, krizler, açlık ve işsizlikten ibaret olmadığını; direnişler, yürüyüşler, grevler, miting ve gösterilerin de olduğunu gösteriyor. Üstelik sadece ülkemizde değil, tüm dünyada tablo böyledir. Sefalet ekenler, öfke biçiyor! Öfke eyleme dönüşüyor!
İşçi ve emekçiler, “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmadığı”nı daha net görüyorlar. Henüz “kazanacakları koskoca bir dünya”nın bilincinde değilseler de, haklarını direne direne alacaklarını biliyorlar ve giderek daha militan biçimlere başvuruyorlar.
2025, bu eylemlerin genel grev-genel direnişe, halk ayaklanmalarına dönüştüğü bir yıl olsun!.. İşçi ve emekçilerin bilinç ve örgütlülük düzeyinin yükseldiği bir yıl olsun!.. 2025 bizim olsun!…