“Kavganın Şafağı” romanı, Rusya’da 1905 Devrimi’nin ardından yenilgi yıllarını ve bu yıllarda verilen mücadeleyi ve çok büyük zorluklarla verilen bu mücadelenin, 1917 Devrimi’ni nasıl hazırladığını anlatır.
* * *
Çarlık Rusyası’nın Bakanı Stolipin’in kanlı rejimine rağmen, hiç kimse 1905 Devrimi’nin yükseliş yıllarını unutamıyordu. Birileri onlara “hep birlikte omuz omuza verirsek 1905 geri gelebilir” dediğinde, yüreklerini ateş basıyordu.
Bu duygulara kapılmak, olmayacak bir şeyi özlemle anmak değildi proleterler için. Çünkü kanlı rejim, işçi sınıfına her yönden amansızca saldırıyordu. Ama bir insan olarak doğduğu, bir insan olarak kalmak istediği için mücadele etmek ve yaşamlarını savunmak zorunda olduğunun bilincindeki proleterlerin gözlerindeki umut ışığı hala sönmemişti.
* * *
Kasketinin siperliği olmadığı için ona ‘siperliksiz’ derlerdi. Kasketinin yarısı kendini bildi bileli paramparçaydı hep. Bir gün düşündü; “neden böyleydi acaba” diye. Ve şöyle yanıtladı: “Amirlerimiz!.. Hepsinin karşısında şapkanı çıkarmak zorundasın. İşte şöyle durursun, kasketini eline alır buruşturur da buruşturursun. Herife ağzının payını vermek için can atar, yanar tutuşursun. Ama buna kim göz yumar ki! Güç karşısındakinin elindedir çünkü. Derken bir de bakmışsın ki kasketin siperliği parça parça olmuş, farkında olmadan öfkeni kasketten çıkarmışsındır.”
“Siperliksiz” hiçbir şey önünde eğilmemeyi, tam tersine dimdik savaşmayı öğrettiği için Bolşeviklerden yanaydı artık…
Lenin, halkın içinde yeşeren böylesi bir tohumun, toprağın yüzeyinden güneşe doğru serpilmek için nasıl baskı yaptığını görüyor ve savaşçılarına şunu tembihliyordu: “Biz bir tek şeyde yanılmamalıyız: Yönümüzde.”
Bolşeviklerin önünde ertelenemez bir görev duruyordu. Bu görev kendini ona adamayı gerektiriyor, yalpalama kabul etmiyordu. “Her yanılgı, her tökezleme, tıpkı bir savaşta olduğu gibi karşı tarafın işine yarar. Ama vurduğun her hızlı ve isabetli darbe, bizi en kısa zamanda başarıya götürecektir” diyorlardı.
* * *
Her tarafta ajanlar doludur. Öyleki, Bolşeviklerin işyerlerine girmelerini engelleyecek kadar güçlüdürler. Ama Bolşeviklerin cesaretliliğiyle bu da aşılır. İnsanları harekete geçirebilmek için her şeyi göze alarak işe koyulurlar. Kapıdan olmazsa bacadan girerek işyeri toplantılarıyla, fabrika önünde korsan mitingleriyle, her yerde işçilere ulaşmadaki bütün engelleri ortadan kaldırma becerisiyle, faaliyeti yürütürler.
Tam da böyle olması gerektiği için, başlangıçta “yarına ertelenirse daha iyi olacak, böylece yarına daha iyi hazırlanırım” diye düşünen Pavel, çok geçmeden “hayır, en iyisi şimdi, bu anda, şu dakikada olması” kararını alacak ve işini zamanında halledecektir.
Her şeyin en mükemmel şekilde, risksiz bir yoldan halledilmesi düşüncesi, Bolşevikleri iş yapmamaya götürürdü. Sadece iyi hazırlık yapıp riski ve engelleri en aza indirmeyi düşünmek gerekiyordu. Savaşmak ve kazanmak için yola çıkmışlardı. Soğukkanlı ve kararlı olmak zorundaydılar. Aksi halde teslimiyet içinde yüzen küçük-burjuva entellektüeller sürüsünden farkları kalmazdı. Pavel’in değişimi, Bolşeviklerin bu farkından kaynaklanıyordu.
* * *
Çarlığın zulmü birçok devrimciyi de tasfiyeciliğe sürüklemişti. Bolşevikler, tasfiyecilerle, sağ oportünist çizgiye sahip menşeviklerle mücadeleyi bir kenara bırakmamıştı. Aksine sınıfı zehirleyen bu büyük “tehlikeli yılanın” karşısına cepheden bir duruşla çıkmışlardı. Ve onların bütün hilelerini, aldatmacalarını en zorlu koşullarda bile cevapsız bırakmamışlardı.
Bolşevikler sayı olarak çok azdılar, ama yaratıcılık, direngenlik ve ısrarlılıkları, tarihi proletaryadan yana değiştirme gücü veriyordu. Her zaman zafer bilinciyle dopdoluydular. Çarlığın onları yoketme girişimlerine; küçük, hareketli, uyanık Bolşevik müfrezenin gizli, koparılmaz zincirinin her yeri bir ağ gibi sarabilme yeteneğiyle karşı durdular.
Teslimiyetçilerin ise ideolojik zehiri, “devrim zamanının ve illegalite modasının geçtiği, eski çözüm yollarının geçerliliğini yitirdiği” üzerineydi. Ama tarih, Bolşeviklerin haklılığını ortaya çıkardı. Büyük Ekim Devrimi böyle sağlamlığın üzerinden yaşam buldu. Lenin, bu dönemde şöyle sesleniyordu: “Gelişmekte olan sınıf, devrimi ne bir ne de iki kez yinelemekle yetinir; bozgunların deneylerinden yeniyi kazanmayı eninde sonunda öğrenir.” Sözleriyle, kavganın başarısızlık zamanlarına da dikkat çekmekte, başarısızlıklardan daha deneyimli, daha olgunlaşmış bir sonuçla çıkmayı örgütlemekteydi.
Devrim mücadelesinde bu dönemler büyük bir sınavdır. Çünkü polisin her zamanki engellemelerinden çok daha karışık ve zorlu bir engel vardır önlerinde. Onun için ideolojik sağlamlık, proleter başeğmezlik, davaya inanç, en çok böyle bir dönemlerde gereklidir. Sağ oportünistler, tasfiyeciler, yılgın dönekler, Bolşeviklerden çok daha fazla ve yaygındır. Bunların yaydıkları zehir, önemli bir handikap olarak mücadeleye etki etmektedir. ‘Zafer şimdi tırnakla sökülüp koparılacak kadar zordur.’ Çarlığa karşı mücadelede başeğmez olmak kadar, tasfiyeciliğe ve teslimiyete karşı tavizsiz durmak gerekmektedir. Her yönden çıkartılan engelleri aşmakla karşı karşıyadırlar. Yapılacak çok işleri vardır yani.
* * *
Stepan, görüşmeye gittiği yoldaşlarına; “yapılacak çok iş var, uçmayı başarabilmeli insan” derken, hemen bir yere gitmesi gerekiyormuş gibi bir hali vardı. “İşler ertelenemez”di. Yerinde duramıyordu. Telaş, huzursuzluk, heyecan ya da hoşnutsuzluktan değildi bu aceleciliği. O hep mantığıyla hareket etmekten, engelleri hızla aşmaktan, alınacak yolu daha hızlı almaktan yanaydı. Her yerde devrimcileşmeyi bekleyen insanlar vardı; sınıf, önderlerini arıyordu. Tereddütsüzce adımları çoğaltma, büyük işlere, hedeflere sarılma günüydü.
Romanda Pavel, Şurabstov, Klavria, Stephan böyle devrimcilerdir. Bu tarz, bölge konferansını toplamada tereyağından kıl çeker gibi başarılı bir sonuca ulaştırır onları. Alınan polisiye darbelerle, ideolojik çalkantılarla darmadağın olan çalışmalara çekidüzen verirken, örgütlülüğü sağlam temellerde inşa etmek fikri, onların önünü açan Bolşevik anlayıştı.
Bunun yanı sıra devrimci bir yaşamın içinde yoldaşlarla geçen zamanın yarattığı yoğun duygular vardı. Hiçbir bağlılık, yoldaşlıktan üstün değildi. Bunun tadını alanlar, ondan asla vazgeçmek istemezdi. Vazgeçenin hali Lefortovski gibi olurdu.
“Dur, Pavel, biraz geri dön. Bırak da bir an için sana şöyle bir bakayım. Herşeye karşı bizi birbirimize bağlayan çok, pek çok şey, mutlu çocukluk anılarımız var. Birlikte ne çok şey yaşadık!.. Şu anda ömrümüzde son kez yan yana oturuyoruz. Sen gidiyorsun. Ağlamak istiyorum, içimde bir şeyler donuyor, çiçeklerin yaprakları dökülüyor, ışıklar sönüyor. Ah yaşam nasıl da acı dolu…”
Buna karşılık Pavel, onun bu duygularını hiç mi hiç paylaşmadı. Pavel’in o an en çok istediği şey, onunla birlikte hala geleceğe dair düşler kurmak, candan yoldaşlıklarının devamlılığının sınırsız zevkini tatmaktı. Şimdi bu olmadığına göre, ona verilecek değer de bitmişti. Herkes kendi yolunaydı!
Pavel sürgünde ve tutukluyken, yoldaşlarıyla birlikte olma, kavganın içine dalma isteğiyle öylesine dopdoluydu ki, firarda ölüm ihtimalini düşünmedi bile. Ya da sevdiği tutsak düştüğünde, ona daha yakın olabilmek için yaptığı tek şey, hiç vakit kaybetmeksizin mücadeleye çok daha fazla emek verme çabası oldu.
* * *
Tarihi proletaryadan yana çevirmek için, işte yine kavgada, şafak vaktindeyiz. Sağlam ve kararlı adımlarla mücadeleyi büyüteceğiz. Yenilgilerden çıkardığımız derslerle zaferlere yürüyeceğiz. Lenin’in dediği gibi “yenilgi iyi bir okuldur.” Elbette doğru dersleri çıkartmasını bilene… Yoksa yine Lenin’in de belirttiği gibi, “küçük-burjuvazi, yenilginin ardından karamsarlığa kapılır, sağa-sola savrulur.” Ünlü Alman şair Brecht, “Yenilen Ayağa Kalk” diyerek, küçük-burjuvazinin karamsarlığına ve savruluşuna en güzel yanıtı vermiştir. Biz de bu kitap tanıtımını, Brecht’in dizeleriyle noktalayalım.
“Zulüm yürürlükteyse, kim suçlu: Kendimiz / Ve kimdir onu yıkmak zorunda olan: Biz / Yenilen kalk ayağa! / Herşeyini yitiren, dövüşe devam! / Kavramışsan olup biteni, seni kim tutabilir? / ‘Hiçbir zaman’dan ‘bugün’ doğar / Bugün yenilen yarının yenenidir.”