“Ucuz ölümler ülkesi”ni yaşanabilir kılmak için BİRLEŞİK, MİLİTAN, MEŞRU MÜCADELE!

Her şeyin çok pahalı olduğu ve pahalanmaya devam ettiği bu ülkede, en ucuz şey insan hayatı ne yazık ki… En olmayacak yerde, en olmayacak şekilde ölüyor insanlarımız birer birer ya da topluca… Ölüm her yerde kol geziyor…

Son olarak Bolu-Kartalkaya’da 78 kişi yanarak can verdi. “Nerem doğru ki” misali, otelde doğru olan hiçbir şey yoktu. Üzeri halı ile kaplı merdiven “yangın merdiveni”ydi mesela! Hem de dışarı çıkışı olmayan bir yangın merdiveni! Ne yangın tüpü vardı, ne sensörler çalışıyordu. Nereye el atsan elinde kalıyordu.

Hal böyleyken Turizm Bakanı çıktı, “otelin iki yangın merdiveni var” dedi! Bir ay önce itfaiyenin denetiminden geçtiğini söyleyerek Bolu Belediyesi’ni suçladı!

78 can gitmiş ne gam! Tek derdi, sorumluluğu üstünden atmaktı! Tek değerli olan şey, kendi canları, mevkileriydi… Onun dışında her şey çok kıymetsiz, çok ucuzdu…

* * *

“Ucuz ölümler ülkesi” oldu Türkiye. Yeni de değil, uzun bir süredir böyle.

Her gün ortalama 5 işçi, iş cinayetlerinde can veriyor; en az 1 kadın, hem de en yakınları tarafından katlediliyor. Herhangi bir doğa olayı, bir felakete, katliama dönüşüyor… Yetmiyor; geriye kalanların hayatı cehenneme çevriliyor…

6 Şubat depreminin yıldönümündeyiz. Kapitalizmin kar hırsı, devletin kasıtlı ihmalleri yüzünden onbinlerce kişi hayatını kaybetti. Tesadüfen hayatta kalanlar, günlerce soğukta aç-susuz bekledi. Yardıma koşanların önü kesildi, toplanan yardımlar gaspedildi, Kızılay’ın parayla çadır sattığı ortaya çıktı vb…

Depremin üzerinden iki yıl geçti, hala çadırda, konteynerde yaşayan onbinler var… Bu kişilerin başlarını sokacakları herhangi bir evleri olmadığı halde, şimdi buradan da çıkmaları isteniyor. Diğer yandan “rezerv alan” adı altında sağlam evlerine, arsalarına el konuyor. Halkın ne can, ne de mal güvenliği kalmış durumda.

Antakya başta olmak üzere tüm deprem bölgesi, kocaman bir şantiye alanı… Yazın tozdan, kışın çamurdan geçilmiyor… Yıkımlarda gerekli tedbirler alınmadığından enkazlardan yükselen asbest, tüm bölgeye hastalık saçıyor. Çernobil sonrası Karadeniz’de yaşandığı gibi, önümüzdeki dönemde deprem bölgesinde kanserden ölümler artacak. Şimdiden çocuklar başta olmak üzere ciddi sağlık sorunları yaşanıyor.

Depremzedeler sadece hastalıkla boğuşmuyor. Deprem sırasında “kayıp” olan yakınlarını arıyor, ama bulamıyor; ölenlerin hesabının sorulmasını istiyor, ama sorulmuyor. Yaşanan katliamın gerçek sorumluları bir türlü yargılanmazken, tutuklanan birkaç müteahhit de birer birer serbest bırakıldı. Bu adaletsizlik karşısında isyan ediyor, ama sesini duyuramıyor…

* * *

Adaletsizliğe duyulan öfke tüm toplumu sarmış durumda. Bir avuç multi-milyoner ve yandaş dışında canı yanmayan kimse kalmadı bu ülkede.

Artık “ikili hukuk sistemi”nden sözediliyor. Bir olayın “suç” kapsamına girmesi, kişisine göre değişiyor. Kimine en ağır cezalar verilirken, kimine dokunulmuyor, hatta ödüllendiriliyor! “İkili hukuk” aynı zamanda “düşman hukuku”yla pekiştirilmiş vaziyette.

Komünist ve devrimciler başta olmak üzere muhalif kesimler her dönem “düşman hukuku”na göre yargılandı zaten. Fakat şimdi sıradan insanlar da aynı muamele ile karşılaşıyor. Hatta farklı burjuva kliklerin sözcüleri bile. Ümit Özdağ gibi şoven-faşist bir lideri gerekçesiz tutukladılar mesela. Keza yemin töreninde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını atan teğmenleri ordudan attılar.

AKP-MHP yönetimi ekonomik ve siyasi olarak sıkıştıkça saldırganlığı artıyor. Son günlerde estirilen tutuklama furyası bunun göstergelerinden biri. Yeni bir halk ayaklanmasından duydukları korkuyla Gezi’ye saldırmaya devam ediyorlar. Sanatçılardan menajere kadar herkesi Gezi ile suçlayıp tüm topluma gözdağı veriyorlar.

Yetmiyor; sokağa çıkacak olanları tehdit ediyorlar. Erdoğan ve Bahçeli, “Akgençlik” ve “ülkü ocakları”nı meydana salmaktan bahsediyor. Esasında bu teşkilatların, kendilerine bağlı “paramiliter güçler” olduğunu itiraf etmiş oluyorlar. Bahçeli’nin CHP’nin erken seçim istemine bile, “12 Eylül’de yarım kalan hesaplaşmayı özlüyorsa, kınında bekleyen kılıç gibi biz buradayız” demesi, 12 Eylül öncesi Bahçeli’nin de içinde olduğu MHP’nin misyonunun itirafı olduğu kadar, bugün ve gelecekte aynı misyonu üstlenmeye hazır olduklarının ilanıdır.

* * *

Erdoğan-Bahçeli ikilisi, hem içerde hem dışarıda savaş çığırtkanlığı yapıyor. Kendini “Suriye fatihi” göstermek isteyen Erdoğan, Rojava’daki Kürt yönetimine tehditler savuruyor. Sadece Türkiye’de değil, Irak, İran ve Suriye’deki Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkına da tahammül edemiyorlar. O ülkelerin iç işlerine, yönetim biçimlerine müdahale etmeye kalkıyorlar.

Adını “terörsüz Türkiye” koydukları yeni “süreç”le PKK-PYD gibi Kürt örgütlerine saldırırken, bir yandan da Öcalan üzerinden etkisizleştirmeye çalışıyorlar. Fakat Kürt halkı ikinci kez atılan bu “zehirli yem”i yutmuyor!

Kayyumlarla, seçme-seçilme hakkı başta olmak üzere bugüne dek elde edilen kazanımlar birer birer gaspedildi. Açlık ve yoksulluk daha da arttı. Yeraltı-yerüstü zenginliklerinin talanı pervasızca sürüyor. Emperyalistler ve işbirlikçileri Irak’tan sonra Suriye’ye de vurgun ve kar gözüyle bakıyorlar ve şimdiden planlar hazırlayıp harekete geçiyorlar.

* * *

Kısacası topyekun bir saldırı ve kuşatma altındayız. Bunu da ancak topyekun mücadele ile püskürtebiliriz. Saldırının şiddeti kadar mücadelenin şiddeti ve kapsamı da büyümek zorunda. Birleşik, militan ve radikal bir mücadele hattı örülmeden, bu faşist-gerici abluka parçalanamaz. Metal işçileri fiili grevlerle yolu açtı. Bu yolu büyütme zamanı!…

Bunlara da bakabilirsiniz

6 Şubat depreminin ikinci yılında İstanbul’da eylem yapıldı

6 Şubat depremlerinin 2. Yılında, başta deprem yaşanan kentler olmak üzere birçok yerde eylemler ve …

ABD’de yeni Trump dönemi: Daha güvensiz bir dünya!

ABD’nin 47. Başkanı seçilen Donald Trump, 20 Ocak günü yemin töreni düzenleyerek göreve başladı. Törende …

Hepimiz “işçi” miyiz?

“Proletarya” kavramı, üzerinde en çok oynanan, tam da bu nedenle muğlaklaştırılan kavramlardan biridir. Kriterler belirsizleştirilmekte, …