Öcalan’dan uzun süredir beklenen açıklama, Şubat ayının son günlerinde geldi. İmralı heyeti 27 Şubat’ta Öcalan’ı ziyaret etti, aynı gün bir basın toplantısı düzenlediler. Bu kez heyete DEM Parti eşbaşkanları ve Öcalan’ın iki avukatı da eklenmişti.
DEM Parti’nin organize ettiği toplantıya, İmralı heyeti alkışlarla ve zılgıtlarla girdi. Toplantı başlarken Öcalan’ın heyetle birlikte çektirdiği son fotoğrafın perdeye yansıtılması, yine büyük bir alkış tufanına yol açtı. Ardından Sırrı Süreyya Önder kısa bir açılış konuşması yaptı. Sürece katkı yapan Erdoğan’a, Bahçeli’ye ve muhalefet partilerine teşekkür etti. Pervin Buldan ise, bu teşekkürleri yineledi, fakat sürece katkısından dolayı Öcalan’ı da eklemek gerektiğini söyleyerek Öcalan’a da teşekkür etti. Öcalan’ın mesajını Ahmet Türk Kürtçe; Pervin Buldan ise Türkçe okudular. Bir çok televizyon kanalı, Kürtçe okunurken sesi kıstı, sadece görüntüyü verdi. Sözde “barış” yapılıyordu ama mesajın Kürtçe okunmasına bile tahammül edilemiyordu. Sonrasında bu sansürü “resmi dilimiz Türkçe” diyerek savundular.
Öcalan’ın mesajı, devletin beklediği içerikteydi; PKK’nin silahları bırakması ve kendini feshetmesi isteniyordu. Mesaj, 27 Şubat’ta okundu ama, Öcalan’ın kendi el yazısı ile medyaya servis edilen orijinal hali 25 Şubat 2025 tarihini taşıyordu.
Tüm televizyon kanallarının naklen verdiği bu açıklama, Diyarbakır ve Van’da, keza Irak Kürt Yönetimi’nin meydanlarında dev ekranlardan canlı olarak gösterildi. Özellikle Diyarbakır’da onbinlerce kişinin meydana toplandığı görüldü. Öncesinde halayların çekildiği, Öcalan sloganlarının atıldığı meydanda, Öcalan’ın mesajı büyük bir sessizlikle dinlendi, ardından hızlı bir dağılma yaşandı. Bu tablo, Kürt halkının yaşadığı hayal kırıklığını ortaya koyuyordu. Aynı şekilde, toplantının gerçekleştiği salonda bile Öcalan’ın mesajı cılız alkışlarla karşılandı.
Esasında Öcalan’ın mesajı kimse için sürpriz değildi. Öcalan daha önce de silahların bırakılmasını istemişti. Fakat bu kez PKK’nin feshini istiyor, buna karşın hiçbir koşul ileri sürmüyordu. Mesaj okunduktan sonra Sırrı Süreyya Önder’in “Öcalan’ın notu” diyerek okuduğu sözler de, hayal kırıklığını gideremedi. Çünkü orada da “Şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi; demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınması gerekir” gibi, genel ve muğlak bir cümle kuruluyor ve gerisi devlete bırakılıyordu.
Mesajın yankıları
Öcalan’ın mesajı, doğal olarak ülke içinde ve dünyada yankısını buldu.
İlk açıklama, sürecin lideri pozisyonundaki Bahçeli’den geldi. Bahçeli, Öcalan’ın çağrısının “baştan sona değerli ve önemli olduğunu” belirttikten sonra, Ahmet Türk’ü arayıp tebrik etmişti. Ardından Selahattin Demirtaş’ı da aradığı ve sürece verdiği destekten dolayı teşekkür ettiği öğrenildi.
Demirtaş, 1 Mart 2025 tarihli Gazete Duvar’da çıkan yazısında, Bahçeli, Erdoğan ve Öcalan için “Allah üçüne de uzun ömür versin” dileklerinde bulunuyor ve “bu üç liderin başarılı olabilmesi için elimden gelenin fazlasını yapacağım” diyordu.
Demirtaş’ın Erdoğan’a “seni başkan yaptırmayacağız” dedikten yıllar sonra, uzun ömürler dilemesi, “başarılı olabilmeleri için elimden geleni yapacağım” demesi, kimilerine şaşırtıcı gelebilir. Devrimci kurumlardan laik kesimlere kadar Demirtaş’a farklı misyonlar biçenler, onu ayrı bir yere koyanlar vardı. Oysa Demirtaş, Gezi direnişi sırasında da “çözüm sürecini akamete uğratır” diyerek “hükümet istifa” sloganını karşı çıkmış, Kürtlerin katılımını sembolik düzeyde tutmuştu. Keza meclis konuşmasında Erdoğan’ı ayakta alkışlamış, Kürt hareketinin AKP’yi rahatlatan her adımını desteklemişti. Demirtaş ile Öcalan, hatta DEM Parti arasında ciddi görüş farklılıkları varmış gibi gösterenlerin, son açıklamayla birlikte ayakları suya değmiş midir bilinmez; ama Demirtaş hayranlığına balta vurduğu söylenebilir.
Öcalan’ın mesajını düzen partileri ve liderleri başta olmak üzere neredeyse tüm partiler olumlu karşıladı. Kuşkusuz aralarında nüans farkları vardı, Erdoğan yönetiminin bundan sonra ne yapacağı, ne tür tavizler vereceği yönünde endişelerini dile getirenler veya AKP-MHP yönetiminden demokrasi beklenemeyeceğini söyleyenler oldu. Fakat “akan kan dursun, terör son bulsun” nakaratı, hepsinin ortak keseniydi.
Benzer bir durum uluslararası kuruluşlar ve devletler için de geçerlidir. Emperyalist ülkeler başta gelmek üzere birçok ülke yönetimi, Öcalan’ın çağrısını destekleyen açıklamalar yaptı. Elbette asıl merak edilen ABD’nin tavrıydı. Beyaz Saray sözcüsü, “bu gelişmenin sorunlu bölgeye barış getireceğine inanıyoruz” dedikten sonra, “bunun Türk müttefiklerimizin ABD’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki IŞİD karşıtı ortakları konusundaki endişelerini hafifletmeye yardımcı olacağını umuyoruz” diyerek, meramını ortaya koydu.
ABD PYD’yi “IŞİD’e karşı mücadele”nin en önemli gücü görüyor; Suriye’deki varlığını da “IŞİD’le mücadele” olarak açıklıyor. Türkiye’den istediği PKK ile PYD’yi birbirinden ayırması ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürt yönetimine müdahale etmemesi. Çünkü bu bölgede ABD’nin üsleri bulunuyor. Suriye’de Esad rejimi yıkıldıktan sonra, ABD “Fırat’ın batısı”nı Türkiye’nin desteklediği radikal İslamcı gruplara bırakırken, “Fırat’ın doğusu”na geçilmesine ambargo koydu. Türkiye de buna razı gelmek zorunda kaldı.
“Yeni süreç” zaten Suriye’deki Kürt bölgesine müdahale etmekte Türkiye’nin elini rahatlatmak için başlatıldı. Gelişmeler hız kazanınca, süreç de hızlandı ve Öcalan’dan bir an evvel açıklama yapması istendi. Açıklama istenildiği şekilde geldi, ama bundan sonraki gelişmeler istendiği şekilde gidecek mi belli değil. Şimdiden pürüzlerin ortaya çıktığını görmek mümkün.
Kürt hareketi nasıl bir yol izleyecek?
Öcalan’ın mesajının ardından PKK ve PYD’nin yanıtı büyük önem kazanmıştı.
Bir gün sonra 28 Şubat günü “PKK Yürütme Komitesi” imzasıyla yayımlanan açıklamada, Öcalan’ın çağrısının içeriğine “olduğu gibi katıldığı ve çağrının gereklerine uyacağı” belirtildi. PKK’nin kongre toplamaya hazır olduğu, fakat bunun için “güvenlikli ortamın oluşması” ve kongreyi Öcalan’ın “bizzat yönlendirmesi” isteniyordu. Bu istek, “çağrının başarıyla hayata geçmesi için Öcalan’ın fiziki özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşması, arkadaşları dahil istediği herkesle engelsiz ilişki kurabilmesi gerekir” şeklinde açıklandı. Ve 1 Mart tarihinden itibaren “ateşkes” ilan ettiklerini, kendilerine yönelik bir saldırı olmadıkça, silahlı eylem yapmayacaklarını duyurdular.
PKK’nin bu açıklaması, sürece önceden hazır olduklarını ortaya koyuyor. Belli ki, yakın bir zamanda feshetme kararını alacakları bir kongre toplanacak. Fakat bunun için Öcalan’ın koşullarının düzeltilmesi isteniyor. Aynı isteği DEM Partililer de dillendiriyorlar.
“Öcalan’ın koşullarının düzeltilmesi”, Bahçeli’nin grup toplantısında söylediği gibi “umut hakkı”ndan yararlanıp serbest kalması şeklinde mi olacak, yoksa “ev hapsi” veya tecrit koşullarının kaldırılmasıyla mı yetinilecek, bunu ilerleyen zamanda göreceğiz. Bugünden görünen o ki, küçük de olsa bazı değişiklikler yapılacak; ama bunların ne kadar tatmin edici olacağı veya ne tür tepkileri beraberinde getireceği belli değil.
PKK’den gelen açıklama, Erdoğan yönetimini memnun etmiş olsa da PYD’nin mesajları, sürecin sütliman gitmeyeceğinin ilk işareti oldu. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komutanı Mazlum Abdi, “PKK’nın silah bırakma çağrısı, onları ilgilendirir; Rojava’daki güçlerimizi ilgilendirmez” dedi. Benzer şekilde Avrupa’da yaşayan eski milletvekili (Kongre-Gel Eşbaşkanı) Remzi Kartal da, Öcalan’ın çağrısının PYD’yi kapsamadığını söyledi.
Bunun üzerine AKP-MHP blokundan ardarda açıklamalar geldi. AKP sözcüsü Ömer Çelik “hangi adla olursa olsun Irak ve Suriye’deki bütün uzantılarıyla terör örgütü silah bırakmalıdır ve kendi kendisini feshetmelidir” derken, Erdoğan’ın başdanışmanı Mehmet Uçum, “Türkiye’de inkar ve redde dayalı ifade edilen iç Kürt sorunu çözülmüştür” diyerek “dış Kürt” sorunu olduğunu ve bunun çözülmediğini itiraf ediyordu. MHP sözcüleri de Öcalan’ın çağrısının “bölücü örgütün bütün bileşenlerine yapıldığını” söyleyerek, Mazlum Abdi’nin açıklamalarına tepki gösterdi.
Bilindiği gibi Türkiye dışında Irak, İran ve Suriye’de PKK çizgisine bağlı partiler bulunuyor. Hepsi de Öcalan’ı “önder” olarak görüyorlar. Fakat Öcalan’ın çağrısı bunları kapsıyor mu veya bu çağrıya uyacaklar mı tartışması sürüyor. Irak, İran, Suriye yönetimleri, keza Irak Kürt Bölgesi’ni paylaşan Barzani ve Talabani güçleri, Öcalan’ın çağrısını olumlu bulduklarını açıkladılar. Ama PKK dışında hiçbir partiden kendilerini feshedecekleri yönünde bir açıklama gelmedi. Kaldı ki PKK’nin fesih kararı alması da, Öcalan üzerindeki tecridin kırılması başta olmak üzere Türkiye’nin atacağı adımlara bağlı olacak. PKK sadece kongreyi toplayacağını açıkladı ve bunun için bazı koşullar öne sürdü. Bunların yerine getirilmediği durumda her şey değişebilir.
Çağrının içeriği ve zamanlaması
Öcalan’ın son çağrısı, bir yanıyla yakalandığı andan itibaren söylediklerinin, savunmasında ortaya attığı görüşlerin bir devamı niteliğindedir; bir yanıyla da onların da inkarını içeren bir gerileyiştir.
Örneğin son mesajında, daha düne kadar savunduğu “idari özerklik, kültürel haklar”ı bile “aşırı milliyetçi savruluş” olarak nitelemekte, “tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamadığı”nı söylemektedir. Öcalan önce “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nı, “bağımsız Kürdistan” talebini yanlış bulduğunu söylemiş; federasyon ve özerklik gibi çözümler olabileceğini ileri sürmüştü. Sonra “demokratik özerklik” dedi ve bunun etnik bir talep olmadığını, tüm ülke için geçerli olduğunu söyledi. “AB kriterleri” içinde “yerel yönetimler yasası”nda yapılacak değişiklikle yaşama geçirilecek bir talepti gerçekten de. Fakat bu da olmayınca, demokratik özerklikle eşanlamlı “özyönetim” kavramını ortaya attı. Hatta HDP’nin kazandığı kimi belediyelerde fiilen “özyönetim” ilan edildi. AKP bunu da bahane ederek “çözüm süreci”ni bitirdi ve Kürt bölgesine büyük bir saldırı başlattı. Binlerce kişi katledildi, tarihi yerlerin de içinde olduğu birçok bölge yerle yeksan edildi…
Öcalan şimdi, kendisinin geçmişte ortaya attığı çözümlere de karşı çıkıyor ve hepsini “aşırı milliyetçi savruluşlar” potasına atıyor. Sürekli daha geriye daha geriye savruluyor. Bugün sunduğu çözüm ise “demokratik uzlaşma”dır! Hem de AKP-MHP bloku ile “demokratik uzlaşma”!?
Esasında Öcalan uzlaşma kulvarına 90’ların ortalarından itibaren girmişti; yakalandıktan sonra bunu teslimiyete çevirdi, PKK’nin tasfiyesine kadar getirdi. 2000’lerin başında PKK en temel görüşlerini (“bağımsız-birleşik Kürdistan” başta olmak üzere) bayrağını, örgütsel yapısını ve ismini değiştirdi. Önce KADEK oldu, sonra Kongra-Gel adını aldı. Bunlar da çare olmayınca yeniden “Yeni PKK” diyerek PKK ismine döndüler. Elbette eski PKK’den eser kalmamıştı.
Bütün bunlar, 2001 yılında ABD’ye yapılan 11 Eylül saldırısından, 2003 yılında Irak işgaline kadar adına “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) denilen ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik yeni politikalarına koşut olarak gelişti. Yeni bir emperyalist savaşın başlaması ve bunun merkezinin de Ortadoğu olması, PKK’nin çizgisindeki değişimlerin temel sebebiydi. Bunu yaptıkları kongrelerde ve sonraki belgelerinde açıkça ortaya koydular. (Bkz: Emperyalist savaş ve Kürt Sorunu-Yediveren Yayınları)
2003 yılında Kongre Gel’in başına getirilen Zübeyir Aydar, kapanış konuşmasında şunları söylüyordu: “ABD müdahalesi ile birlikte bölgede bazı kesimler statükoda ısrar ediyor. Bunun faydası yok… Açıkçası biz yeniden yanayız… yeniliğin ittifakında yer alacağız.” (Özgür Halk 15 Kasım 2003 sf. 15)
“Yeniliğin ittifakı” ile kastedilen, o dönem ABD ve İngiltere’nin başını çektiği ittifaktı. Zaten Irak işgalini “demokratik sömürgecilik” diyerek savundular. Dahası, ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarının savunuculuğunu üstlendiler. Zübeyir Aydar aynı konuşmada şunları söylüyordu: “İran’da İslami temelde bir rejim var, ister reformla ister zorla olsun değişecek… Suriye rejimi ya teslim olacak, ya da dağılacak, BAAS’çılıkla yürümez, demokratikleşecek. Böyle yaparsak Türkiye de adım atacak.” (age sf. 17)
Kısacası Kürt hareketinin safını ABD’den yana belirlemesi ve politikalarını ona göre değiştirmesi, 2000’lerin başına kadar uzanıyor. Öcalan’ın son çağrısı da bundan bağımsız değil. Büyük olasılıkla ABD, Türkiye’ye PYD’nin PKK’den bağımsız olduğunu kabullendirmek, tıpkı Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de özerk Kürt bölgesini tanımasını sağlamak için, bu adımı atmasını istedi.
AKP-MHP yönetimi ise, bir taşla birkaç kuş vurma derdinde. Bir yandan ABD ile arayı iyi tutmaya çalışıyor, bir yandan da PKK’nin feshini başarmış bir yönetim havası yaratarak, eriyen kitle tabanını toparlama şansı yakalıyor. Böylece yönetimde kalma, ömrünü uzatma zeminini kuvvetlendiriyor. Bu arada başarabilirse, Kürtlerin Suriye’deki kazanımlarını olabildiğince darlaştırma, hatta yoketme çabasını da elden bırakmıyor.
Sonuç olarak
AKP-MHP bloku ve egemen sınıflar, bu amaçlarına ulaşabilirler mi? Bugüne kadar Öcalan üzerinden pek çok atraksiyon yaptılar, ama ne Kürt hareketini ne de Kürt halkının mücadelesini bitirebildiler. Daha önce de PKK kendini feshetti, ama yeni örgüt modelleriyle varlığını sürdürdü. Yine feshedebilir; bu kez başka bir örgüt kurma ihtiyacı da duymayabilir. Suriye’deki kazanımları garanti altına almak için, Türkiye’deki örgütlenmeyi feda edebilir. Zaten Suriye’deki savaşın başladığı dönemden itibaren 10 yılı aşkın süredir Kürt hareketinin merkezi Suriye’ye kaymıştı. Bunu resmi hale getirebilirler.
Kürt hareketi açısından özerk de olsa bir toprağa sahip olmak, her şeyin üzerinde. Bunun için ABD ile işbirliği yapmayı bile mubah görüyorlar. Dolayısıyla PKK’yi feshetmeyi sorun yapmayacaklardır; nitekim buna hazır olduklarını ortaya koydular.
Fakat daha önemlisi; Kürt halkının mücadelesi, isyanları, yüzyılı aşkın süredir sürüyor. PKK bunun son 40 yılına damgasını vurdu. Elbette önemli bir zaman dilimi. Ama PKK’nin varlığı veya yokluğu, Kürt halkının mücadelesini sonlandırmayacak. Bu halk, sömürü ve baskı devam ettiği sürece, mücadele edecek. Her halk gibi kendi örgütlerini yeniden yaratacak ve özgürlüğüne kavuşana kadar mücadeleyi sürdürecek.
Üstelik Öcalan’ın son çağrısı, Kürt halkı başta olmak üzere emekçi kesimlerde hayal kırıklığı yarattı. Yani somut durumda bile, halk nezdinde bir başarı kazanabilmiş değiller. Kaldı ki kazansalar bile, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin zaferleri geçicidir; aslolan halkların mücadelesidir! Ve er-geç ezilen halklar kazanacaktır!