“Gezi’ye benziyor…” mu?

Hemen her kesim bugünkü halk hareketini bir biçimde kıyaslıyor Gezi Direnişi’yle. Gezi, Türkiye toplumsal mücadele tarihinin en büyük halk ayaklanmasıydı ve kerteriz alınması yanlış değil elbette. Ajitasyon konuşmalarında paralellikler kurulması, o günkü coşkunun bugüne taşınma çabası da öyle… Keza bugün yaklaşık iki haftayı geride bırakan bir direnişe katılanların “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” gibi doğrudan Gezi’ye malolmuş sloganları atması, “Gezi’nin çocukları büyüdü” vb. Gezi’ye atıflar yapan dövizler taşımaları büyük bir olumluluktur; toplumsal mücadelede bir devamlılık ilişkisinin ifadesidir.

Ancak hareketi anlamak ve yön çizebilmek için, daha detaylı bir bakış ve değerlendirme, benzeyen ve benzemeyen yönlerin daha kapsamlı bir tahlili gerekiyor. Çünkü iki hareket önemli benzerlikler gösterirken, büyük ve belirleyici farklar da sözkonusudur.

 

Birincisi, hareketin başarılarının düzeyidir. Gezi Direnişi, daha ilk anda büyük, somut ve çok açık bir zafer kazanmıştı. Kitle Taksim’e girdiği anda burada bir “özgürlük alanı” kurmuş, devleti bu alanın ve barikatların dışına atmıştı. Adeta bir “kurtarılmış bölge”ydi Taksim ve çevresi. 15 gün boyunca sağlıktan temizliğe, yemekten direnişe kadar tüm yaşamın direnişçiler tarafından örgütlendiği bir “komün” oluşmuştu. Ve direnişe katılan her kesim, bu açık-somut zaferin gururunu, coşkusunu, motivasyonunu yaşıyordu.

Bugünkü direnişte ise kazanımlar konusu, kitlenin bilincinde muğlaktır. Aslında önemli kazanımlar sözkonusudur. Mesela devletin “eylem yasağı”na rağmen yüzbinlerce kişinin sokaklara, eylem alanlarına ve Saraçhane’ye akması, devletin yasaklarını yerle bir eden, son derece önemli bir kazanımdır. Keza İstanbul’da barikatların yarıla yarıla yürüyüşlerin devam etmesi, devletin geri çekilmek zorunda kalması, Ankara Güvenpark’taki kitlenin ODTÜ’ye yürüyüp polis barikatını aşması da öyle. İBB’ye ve CHP’ye kayyum atama planları yapan AKP’nin bu planlarını geri çekmek zorunda kalması, kayyumun sadece Şişli ile sınırlı kalması da büyük kazanımdır. “Karanlığın en koyu anında”, milyonlarca insanın ortak eylem içinde birleşmesi ve kendi gücüne güven duymaya başlaması da bir kazanımdır. Ancak bu kadar eyleme rağmen İmamoğlu’nun tutuklanması önlenememiş, Şişli’ye kayyum atanmış, İmamoğlu’nun diploma iptali geri çekilememiş, yüzlerce öğrenci tutuklanmıştır. Bu durum, “kazanım” konusunu belirsizleştirmiştir.

Gezi Direnişi sırasında, direnişe katılan her bir kişi, “zafer” duygusunu hep içinde taşıdı. Hatta 15 Haziran günü devletin saldırısı ile parktan çıkartıldıktan sonra bile, eylemler bir anda bitmediği, haftalık çatışmalardan forumlara kadar uzanan geniş bir eylem süreci aylarca devam ettiği için, bu “zafer” duygusu uzun zaman ciddi bir yara almadı. Zaten Gezi Parkı’nın ve Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkımını durdurmuş olmak gibi ortada “somut kazanım”lar da vardı. Şimdiki direnişte ise kitleler için “kazanım”ın ne olduğu konusunda muğlaklık duygusu, içten içe hep hissedilir durumda.

 

İkincisi, hareketin önderliği konusudur. Gezi Direnişi’nde hareketin fiili önderliği devrimci kadrolardadır, ideolojik önderlik ise Taksim Dayanışması’nın liberalizmini aşamamıştır. Başta 31 Mayıs ve 1 Haziran olmak üzere polisle karşı karşıya gelinen her çatışma anında, devrimci kadrolar direnişin en önündedir. 1 Haziran günü Elmadağ yönündeki yüzbinlerce kişi Taksim meydanına girerken ve polisler arkalarına bakmadan kaçarken, en önde devrimci flama ve önlükler vardır. Benzer biçimde 11 Haziran günü devlet Taksim meydanına, 15 Haziran günü Gezi Parkı’na saldırdığında, çatışma yine devrimcilerin önderliğinde yürütülmüştür. Üstelik devrimci yapılar Taksim Dayanışması’nın bileşenidirler ve her toplantısına katılmakta, her tartışmasında yer almaktadırlar. Devletin açık faşist saldırılarına karşı çok iyi mücadele eden devrimciler, Taksim Dayanışması’nın geriye çeken, eylemi zayıflatan, kararlılığı düşüren liberal yanlarına karşı mücadelede zayıf kalmışlardır. Bu nedenle eylemin gidişatı, devrimcilerin zorladığı, ancak dönüştüremediği Taksim Dayanışması’nın liberal bakış açısından kurtulamamıştır.

Bugünkü direnişte ise, önderlik düzeyi bir adım daha geriye gitmiştir. Fiili önderlik, çoğu örgütsüz öğrenci gençliktedir; ideolojik önderlik ise CHP gibi doğrudan düzen partisi olan bir yapının elindedir. ODTÜ ve İzmir’deki çatışmalarda devrimciler de yer almaktadır. Ancak baskın olan örgütsüz bir grup gençtir. İstanbul’da ise, 1 Mayıs’ta yaşanan Saraçhane direnişinin yarattığı heyecan ile Bozdoğan Kemeri’ne giden, oradaki polisle çatışan çeşitli kesimler olmuştur. Ancak kitlenin ezici çoğunluğunun meydandaki kitle gösterisine dahil olduğu, Bozdoğan Kemeri’ndeki çatışmanın ise çok dar bir sınırı aşamayacağı, daha ilk günden görüldü. ODTÜ gibi birkaç noktada kıran kırana bir direniş yürütüldü elbette. Fakat hareketin asıl merkezi olan İstanbul’da, çoğu örgütsüz ya da reformist örgütlerden gençlerin, düzenin meşruluk sınırlarını aşmayan bir direnişi sözkonusuydu. Bu gerçek kendisini en somut haliyle, Mecidiyeköy-Cevahir önündeki eylemin, son dakikada, “fazla polis yığınağı var” gerekçesiyle iptal edilmesinde gösterdi.

Direnişin içinde, kitlenin militanlığının CHP’yi de “militanlaştırdığı”, “sola çektiği” açıktır. Özgür Özel de, CHP de, İmamoğlu tutuklanmadan önceki durumlarına göre daha aktif, kitle ile bağları daha güçlü, direnen gençliğe karşı sorumluluk duygusu daha yüksektir. Ancak elbette bu, “düzen muhalefeti”nin izin verdiği ölçüdedir. Aynı Özgür Özel, Saraçhane’de direniş sürerken, “Biz NATO’ya karşı değiliz” diye ABD’ye güvence vermekle meşguldür.

 

Üçüncüsü, eylemin içinde devrimcilerin konumlanışı genel olarak Gezi Direnişi’ne kıyasla çok geridedir. Gezi’de hareketin önderliğini ele alma ufku olmayan, hareketin önemini ve dinamiklerini de fazla kavramayan; ama devrimci reflekslerle direniş cephesini omuzlayan bir devrimci katılım sözkonusuydu. Gezi’den bu yana geçen 12 yıl içinde devrimci hareketlerde hem nicel hem nitel zayıflama derinleşti. Bugün devrimciler, direnişin içinde yeraldığı yerlerde bile, ona önderlik edebilmek bir yana etkilemekte de zorlanmaktadır. Bunu en açık haliyle gençlik içinde görüyoruz. İstanbul Maçka Parkı’nda şoven-faşist kesimlerin zorlamasıyla devrimci gençlik örgütlerinin flamlarının indirilmesi ve bu örgütlerin eylem alanını terketmeleri, somut göstergedir. Keza geçmişte devrimci faaliyetlerin yoğun olduğu emekçi semtlerde kitle gösterilere devrimci örgütler önderlik edememektedir. Sadece niceliksel zayıflık değil, varolduğu kadarıyla biraraya gelerek harekete önderlik etmek gibi bir çaba da sözkonusu değildir. Bunda direnişe dair siyasal bakışta tam bir netlik olmayışının, “CHP’ye yedeklenme” endişesinin de rolü vardır; fakat asıl olarak kitle hareketinin içinde yeralarak ona yön verme bakışındaki gerileyiş, kendine güvensizlik, iddia kaybı belirleyicidir. Dolayısıyla devrimci yapılar bu direnişte geri düzeyden ve genel olarak “hoşnutsuz” bir noktadan varolmuşlardır. Böyle bir kitle hareketinin dışında kalamayan, ancak içine de giremeyen bir noktadan…

Bunda bir diğer etken, Türkiye devrimci hareketinin giderek daha fazla Kürt ulusal hareketinin etkisi altına girmesidir. Gezi’den sonra HDP ve HDK süreçlerinin ardından Kürt hareketinin şu ya da bu düzeyde nüfuz etmediği devrimci-demokrat yapı yok denecek kadar azdır.

Kürt hareketi Gezi döneminde AKP ile bir “çözüm süreci”nin içindeydi ve bu sürece “zarar vereceği” gerekçesiyle direnişin içinde doğru düzgün yer almıyor, hatta ortak açıklamalardan “Hükümet istifa” gibi sloganları çıkartarak eylemi geri çekmeye çalışıyordu. Bugünkü direniş de Kürt hareketinin yine AKP ile bir şeyleri “çözmeye” çalıştığı bir sürece denk gelmiştir.

Kürt hareketi, Gezi Direnişi sırasında açıktan “çözüm sürecine zarar vereceği”ni söyleyerek katılımını sınırlamıştı. Sonrasında İmralı görüşmelerinde bunun yanlışlığı kabul edilmiş, fakat ardından aslında direnişin ne kadar içinde olduklarını, hatta yer yer önderliğini yaptıklarını ileri sürmeye başlamışlardı. Bugün ise açıkça “sürece zarar veriyor” demiyorlar, daha “mağdur” bir noktadan kendilerini savunuyorlar. Kimi zaman “ulusalcıların-faşistlerin Kürt karşıtı sloganları”nı gerekçe gösteriyorlar, “linç edilme” ihtimalinden sözediyorlar. (Oysa eylemcilerin içinde açık faşist kesim son derece sınırlıydı ve devrimcilerin birlikte hareket ettiği koşullarda, Kürtlere dönük ırkçı saldırganlık önlenebilirdi.) Kimi zaman ise “Demirtaş tutuklandığında onlar ne yaptılar” diye soruyorlar. (Oysa Demirtaş tutuklandığında, Kürt hareketi de pek bir şey yapmadı.) Sonuç olarak bugün Kürt hareketi, protokol düzeyinde destek açıklamaları yapmakla yetinen, bazen 1 ya da 2 flamayla alanda olan, ama genel olarak uzak duran bir çizgi izliyor. Ve onun bu tutumu, etkisi altında olan devrimci-demokrat yapıların eylemlere katılımını da sembolik ve ikircimli hale getiriyor.

Bu tablo, Gezi’deki devrimci etkinin bugünkü direnişte oluşmasını da önlüyor. Devrimci etki azalırken, milliyetçi etki ve söylemler yaygınlaşıyor. Sınıfsal çelişkileri bilmeyen ve bugünkü “temel çelişki”yi “dinci-laik çelişkisi” olarak tanımlayan; devrimcileri tanımayan ve Atatürk’ün “devrimci” olduğunu zanneden, örgütsüz genç kitleler, “Mustafa Kemalin askerleri” olmakta bir mahsur görmüyor. Ya da “Andımız”ın okunması, “bildikleri yerden” geldiği için hemen uyum sağlıyorlar. Bu durum, kendileri faşist olmadığı halde, faşist yönlendirmeye açık hale getiriyor. Gezi Direnişi’nde ise, ulusalcı kesimler direniş içinde yer alsa bile, genel hava “sol”dan esiyordu.

 

Dördüncüsü, Gezi Direnişi asıl olarak “yaşam alanlarına müdahale” üzerinden gelişen bir patlama noktasıydı. Özellikle Gezi öncesindeki son bir ay içinde, sokakta içki içmekten Emek Sineması’nın kapatılmasına kadar pek çok saldırı peşpeşe gerçekleştirilmiş, en son sıra Gezi Parkı’nın talanına geldiğinde kitle patlamıştı. Burada ise patlama noktası, gençliğin gelecek güvensizliğinin en üst düzeye çıktığı aşama; İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesiydi.

Genç kuşağın büyük bir umutsuzluk yaşadığı bir dönemden geçiyoruz. Eğitim sisteminin çok kötü olduğu, laiklerin pahalı özel okullara mahkum edildiği, eğer soruları çalan tarafta değilsen sınav kazanmanın mucizeye dönüştüğü, okulu bitirdikten sonra iş garantisinin olmadığı, işe girenlerin asgari ücretle çalışabildiği, AKP’li değilsen kamuda görev almanın mümkün olmadığı, genç işsizliğin devasa boyutlara ulaştığı bir dönem… Böyle bir dönemde diploma iptali, bütün badireleri aşarak okulu bitirmenin de anlamsızlaşmasını getirdi. Özellikle üniversite öğrencilerinin çok kararlı bir biçimde polis barikatlarını yara yara eylemler yapmasında, saatler süren yürüyüşler gerçekleştirmesinde, diploma iptalinin çok büyük bir payı vardır.

Cesaret bulaşıcıdır… Öğrencilerin Saraçhane’ye kadar uzanan kararlı yürüyüşleri, İmamoğlu’nun tutuklanması üzerine “artık seçim de yok” öfkesini taşıyan geniş kitleleri de cesaretlendirdi; ilk günkü Saraçhane eylemi, bunun üzerine gerçekleşti. Ve korku duvarı aşıldı; kitleler her yerde sokaklara çıktı.

 

Beşincisi, Gezi Direnişi AKP’ye karşı çok büyük bir meydan okumaydı. “Hükümet istifa” sloganıyla başlayan hedef, kitlenin direnişle kazandığı “iktidar alanı”nı korumaya dönüşmüştü. Gezi Parkı’na polis saldırısının ardından, İstanbul’un bütün büyük parklarında “forumlar” başladı. Bir çok yerde o semtle anılan “Dayanışma”lar kuruldu ve kitlelerin eylemleri, park işgalleri devam etti. Bu direnişte ise CHP’nin müdahalesiyle hedef “erken seçim” olarak netleştirildi. Gezi Direnişi’nde kitleler, daha önce hiç yaşamadığı bir özgürlük duygusunu yaşarken, bu direnişte kitleler, daha önce defalarca çözüm olarak sunulan ve her seferinde kaybedilen bir alana, bir seçim sandığının içine sıkıştırıldı.

 

Bütün bu ayrım noktaları, bugünkü direnişin hem siyasal açıdan hem de fiili olarak Gezi Direnişi’nden daha geride olduğunu gösteriyor. Gezi Direnişi’nin önderliğini yapan Taksim Dayanışması’nın, bugün yaşanan direnişe ilişkin tek bir açıklama bile yapmamış olması, bu gerileyişin en somut göstergelerinden biridir.

Ancak bugün yaşanan direnişin içindeki önemli dinamikleri de dikkate almak gerekiyor.

En başta, bugünkü direniş Gezi’nin birikimleri üzerinden yükseliyor. Ve kitlede güçlenen tatminsizlik duygusu, bu direnişin büyümesinin, güçlenmesinin ya da yeni bir yükselişin önünü açıyor.

İkincisi, öğrencilere-gençlere dönük yaygın gözaltılar, ev hapisleri ve tutuklamalar, aileleri de işin içine katan, direniş cephesini genişleten yeni bir dinamizm oluşturuyor.

Hepsinden önemlisi, bugünkü direniş, daha önce hiç görülmemiş bir ekonomik kriz koşullarında yaşanıyor. Gezi Direnişi gibi bugünkü direniş de siyasal ve sosyal talepler üzerinden yükseliyor. Ancak bugünkü direnişin altyapısında varolan aşırı yoksullaşma ve yoksunlaşma, emekliden gençlere kadar her kesimin ekonomik krizin yükünü, bütün ağırlığı ile omuzlarında taşıyor olması, kitlelerin ruh halini farklılaştırıyor. AKP’den kurtulma isteğini daha güçlü, daha derin hale getiriyor.

Direniş halen sürüyor. Hangi yöne evrileceğini öngörmek ve söylemek için henüz erken olabilir. Ancak kitlelerin öfkesinin doruğa çıktığını, egemen sınıfların bu öfkeyi gördüğünü ve tedirgin olduğunu, özellikle gençliği kaybetmekten, gençliğin öfkesini zaptedememekten korktuklarını söylemek mümkün.

Bunlara da bakabilirsiniz

Cihan Alptekin’in mezarı başında anma

Kızıldere’nin yıldönümünde Rize-Fındıklı’da bir anma yapıldı. Saat 11.30’da yapılan basın açıklamasında, ortak metni Fındıklı Demokrasi …

Gençlik eylemlerinde devrimcilerin yeri üzerine…

  19 Mart’ta başlayan kitlesel direnişin motor gücü öğrenci gençlik oldu. İstanbul Üniversitesi’nde yürüyüşe geçen …

tarihimizson

Geleceğimizin köprüsü tarihimiz

2 Nisan 1948- Sabahattin Ali öldü Savaş yıllarının yoksulluğu içinde okuyarak öğretmen olan Sabahattin Ali, …