Gezi Direnişi’nden 12 yıl sonra yeni bir halk hareketi ile karşı karşıyayız. İlk haftası ağırlıklı olarak gençlik eylemleri ve Saraçhane buluşmaları şeklinde geçen direniş, ivmesi düşmekle birlikte devam ediyor.
Direnişin ilk gününden itibaren, meselenin sadece İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve gözaltına alınması olmadığı anlaşıldı. Sonraki günlerde Özgür Özel de bu gerçeği teyit etti.
Özel’in teslim etmek zorunda kaldığı bir diğer gerçek ise şuydu; 19 Mart sabahı İstanbul Üniversitesi’nde öğrenciler polis barikatlarını aşarak tepkisini ortaya koymasaydı, Saraçhane’de ilk gece yüzbinler toplanamazdı.
CHP’nin birkaç kitle toplantısı, ardından “çadır nöbeti” gibi geri biçimlerle sürdüreceği protestosu, tüm ülkeyi saran bir patlamaya dönüşünce, her akşam yasaklara-engellere rağmen yüzbinler Saraçhane’ye aktı ve büyük bir halk hareketi halini aldı. Kitlelerin öfkesi CHP’yi de sürükledi; halkçı-sol söylemleri arttı, Erdoğan’ın istifasını net biçimde dillendirdiler. O güne dek kitlelere sokaktan uzak durmayı ve yasal sınırlar içinde kalmayı telkin eden CHP kurmayları, “sokaklara çağıracağız tabi” diyerek meydan okumaya başladı.
Tabi ki, bir yandan da sel gibi akan bu kitleyi, özellikle gençleri nasıl dizginleyeceklerini düşünüyorlardı. Çünkü bu kitlenin talepleri CHP’yi aşıyordu. Onu yeniden yasal sınırlara çekme görevi de CHP’ye düşüyordu. Saraçhane’nin ardından Maltepe mitingi bunun ilk adımı oldu. “İmamoğlu’na özgürlük” ve “erken seçim” talebiyle imza kampanyası başlatmaları ve bundan sonraki mücadeleyi bu iki taleple yürüteceklerini söylemeleri, CHP’nin “yol haritası”nı ve menzilini ortaya koydu.
AKP-MHP yönetimi ise, yasakların-engellerin kar etmediği noktada, baskı ve şiddetini arttırdı. Eylemcilere vahşice saldırdı, binlerce kişiyi gözaltına aldı, yüzlercesini tutukladı. Öyle ki, cezaevlerinde yer kalmadığı için, bazı tutukluları yeniden Emniyet’e getirmek zorunda kaldılar. Gözaltındakilere fiziki ve psikolojik işkence yapıldığı ortaya çıktı.
Direnişin ateşini söndürmenin bir diğer yolu da “bayram tatili”ni 9 güne çıkarmak oldu. Özellikle üniversiteleri kapalı tutarak, gençliğin yılların birikimiyle artık kabına sığmayan eylemlerini durdurmayı hedeflediler.
* * *
CHP’nin tansiyonu düşürme çabaları, AKP-MHP yönetiminin baskı-şiddet politikalarıyla direniş sönümlenecek mi, yoksa yeniden harlanacak ve önündeki engelleri aşarak ilerleyecek mi, bunun yanıtı tatil sonrası belli olacak.
Bu noktada belirleyici olan, işçi sınıfının “üretimden gelen gücü”nü ortaya koyması, küçük üreticisinden esnafına tüm emekçi kesimlerin kendi alanlarından daha güçlü eylemlere başlamasıdır. Buna Kürt hareketini de eklemek gerekir. Özellikle Kürt illerindeki atıl bekleyiş son bulmazsa, bir kez daha halk hareketi Kürt halkından gereken desteği görmemiş olacaktır.
Gezi’den sonraki bu büyük halk hareketinin en önemli zaafı, yine önderlikte düğümleniyor. Komünist ve devrimci önderlikten yoksunluk, direnişin programı, talepleri gibi içeriğine dönük zayıflıkları da beraberinde getiriyor. Buna karşın devrimci birikim ve geleneklerin kitleler üzerindeki etki gücü, böyle anlarda kendini ortaya çıkıyor. İmamoğlu’nun kendi kampanyasına mal etmeye çalıştığı “Kurtuluş yok tek başına” sloganından çalınan marşlara kadar bu etkiyi görmek mümkün. “Kurtuluş sokakta, seçimde değil” sloganının kitlede kabul görmesi de önemli bir gelişme.
Elbette bunlarla avunacak değiliz. Eylemlerde Kemalist slogan ve simgelerin baskın olduğu aşikar. Direnişe devrimci bir ivme kazandırmanın tek yolu, komünist ve devrimcilerin bulundukları her yerde birleşik ve örgütlü biçimde eylemlere katılmasıdır. Üzerinde birleşilen taleplerin yazıldığı ortak pankart ve dövizlerle katılmak da mümkündür. “İmamoğlu’na özgürlük”le sınırlanmasına karşılık “Zindanlar boşalsın tutsaklara özgürlük” sloganını yükseltmekle başlanabilir. Hasta tutsaklar başta olmak üzere politik tutsakların serbest bırakılması, direnişin en önemli talebi olmalıdır. Buna acil ekonomik-demokratik birkaç talep daha eklenebilir.
Önemli olan, birleşik örgütlü bir katılıma karar vermektir. Bu yönde devrimci-demokrat kurumlar çok şey yazıp söylemekte, fakat pratikte neredeyse hiç bir adım atılmamaktadır. Direnişin İmamoğlu ile sınırlı olmadığı, CHP’yi aştığı, içine girmek ve dönüştürmek gerektiği konusunda bir hemfikirlik varsa, ikircikli duruşlara son verip gereği yapılmalıdır. Aksi halde “biz şunu söyledik”, “doğru tespitler yaptık” “iyi bir program çıkardık” diyerek kendimizi avutmaya devam ederiz.
* * *
Önümüz 1 Mayıs! 2025 1 Mayısı’na direnişin gücüyle giriyoruz. 1 Mayıs’a kadar geçen süreyi ilmek ilmek örmekle karşı karşıyayız. Direnişi her alanda büyütmek, 1 Mayıs’a en güçlü şekilde hazırlanmak anlamına gelmektedir.
Saraçhane’de ve gençlik eylemlerinde, kitlelerin Taksim talebi gür bir şekilde ifade edildi. Bu tazyik karşısında Özgür Özel bile, Taksim’in 1 Mayıs’la özdeşleştiğini ve 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkılacağını söylemek zorunda kaldı. Böyle bir ortamda 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama talebini net bir biçimde bugünden ilan etmemek, yine zamana yaymak çok geri bir tutumdur.
Diğer yandan 1 Mayıs kutlamasını DİSK’in inisiyatifine bırakmak kabul edilemez. DİSK’in geçen yıl CHP ile birlikte Saraçhane’de kitleyi polisle başbaşa bırakıp çekip gittiği unutulmamalıdır. Direniş boyunca DİSK’in pratiği de ortadadır. İlk günden itibaren yükselen “genel grev genel direniş” talebine ancak bir hafta sonra, 28 Mart’ta “genel eylem” kararı ile yanıt verebildiler. “Bayram tatili”ne girmeden önceki son işgününde birkaç yerde basın açıklaması yaptılar. Oysa DİSK başkanı, örgütlü oldukları işyerlerinde “bir günlük iş durdurma” yapacaklarını açıklamıştı, ama böyle olmadığı görüldü. Basın açıklamaları bile son derece zayıf geçti.
1 Mayıslar artık DİSK’in tekelinden çıkarılmalıdır. 1 Mayıs, sarı-uzlaşmacı sendikaların değil, komünist ve devrimci kurumların önderlik etmesi gereken bir gündür. Enternasyonaldir, mücadele günüdür. Onun ruhuna, tarihsel anlamına uygun şekilde 1 Mayıs’a hazırlanmalı ve 2025 1 Mayısı’nda Taksim başta olmak üzere tüm meydanlar zaptedilmelidir.