1 Mayıs yaklaştıkça heyecanım da artıyor haliyle. Geçen yıllarda olduğu gibi Taksim hedefli 1 Mayıs kutlamak, engelleri aşmak için neler yapılabileceği üzerine kafa yoruyorum diğer yoldaşlar gibi. Materyallerin çıkarılması, en yakın noktanın bulunması, aksilik olursa ikinci, üçüncü planların yapılması… Yani bir nehrin önüne engel koyduğunda nasıl yolunu buluyorsa öyle işliyor beyin…
28 Nisan günü işlerimi hallettikten sonra eve geçtim. Gece yatarken düşüncemde defalarca kez Taksim’e çıkıyorum ya da gözaltına alınıyorum. Sert adımlarla ve marşlarla, sloganlarla büyük kortejler halinde yürürken dalıyorum uykuya. 29 Nisan’ın sabahına doğru kapı vurulması ve bizim kortejin adımları birbirine karışıyor. Birden yataktan sıçrıyorum ve kapı açılmadan hemen üzerimi giyiyorum. Bu saatte gelen olsa olsa polistir. Kapıda 7-8 polis var. Galoşlarını giymişler, ellerinde bir dosya. “Niye geldiniz” dedim, Çağdaş’ı aradıklarını söylediler. “Benim, dosyaya ve arama izninize bakmadan içeriye sokmam” dedim. Dosyada ne olduğunu görmek istiyorum. “Tamam” dediler ve gösterdiler. En son 2014’te gelmişlerdi, o zaman daha saldırgan bir tutumla girmişlerdi içeriye. Özel harekat ile birlikte sokağı kapatmışlardı. Şimdi görece daha “nazik”ler!
Benim odamdan başlıyorlar aramaya. Dergi ve afişlerden birer tane alıyorlar. Derginin önlüklerini ve henüz yeni basılmış pankartlarımızı alıyorlar. “En azından kullanabilmiş olsaydık” diye geçiriyorum kafamdan. Aslında beklediğim bir durumdu, ama ertesi gün için. Bu işler “randevu”yla olmuyorsa da tecrübelerim böyle diyordu. Öyle üstünkörü bir aramadan sonra çıkıyoruz evden.
Polis otosuna giderken yolda insanlarla günaydınlaşıyorum. Dışarıda insanlar Taksim’e yürürken bu yıl mahrum olmanın hüznü alıyor yüreğimi. Artık gözaltında kutlayacağız 1 Mayıs’ı. Ama dışarıda polis barikatının üzerine yürüyenlere yakışır bir şekilde…
“Suç”lama örgüt üyeliği ve 1 Mayıs’a Taksim’e çağırmak. Sansasyonel bir operasyon yaparak kitlelerin yüreğine korku salacaklarını sanıyorlar her zamanki gibi. Emniyete gittiğimde birçok kişinin gözaltına alındığını gördüm. Selamlaşıyoruz, çoğu tanıdık devrimciler. Hal hatır soruyoruz. İşlemlerde herhangi sert bir uygulama olduğunda hemen sloganlar atılıyor. “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek”, “Gözaltılar, tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz”, “Yaşasın 1 Mayıs, Bıji yek gulan!”
İşlemler bittikten sonra nezarethanelere koyuyorlar hepimizi. Gözaltı süresi bir günlük ama her gün uzatacaklar. Yani 1 Mayıs sonrası için programlamak gerek. Hatta buradan tutuklama dahi çıkarabilirler. Taksim bizim için nasıl bir irade savaşı ise devlet için de öyle. Kitleler özellikle 19 Mart’ta başlayan eylemler sürecinde Taksim hedefini gözlerinde meşrulaştırmıştı. Milyonlarca insanın Taksim’e çıkacağı korkusu devleti panikletmiş, böyle azgınca saldırmalarına neden olmuştu.
Nezarette 4-5 kişi vardı girdiğimde. Sonrasında bu sayı 12’ye, bir gün sonra ise Limter-İş Başkanı Kamber Saygılı’nın getirilmesiyle 13’e çıktı. Dikkatimi çeken noktalardan biri devletin hazırlığıydı. Sandviçler, sular parmaklıklara bırakılmış şimdiden!
Kaldığım yerde BDSP’den iki, ESP’den iki, Kaldıraç’tan iki, Partizan’dan bir, Grup Yorum’un eski üyelerinden bir ve sorduğumuzda kendine “Halkız” diyen üç kişi vardı. Bu Halkız diyen arkadaşlar, daha sonra öğrendik ki, ikisini Mücadele Birliği ile, birini de Partizan’la “iltisaklı” olarak getirmişler. Herkes nezarete geldikten sonra polis yemek isteyenleri sordu. Hasta olanlar ve “Halkız” diyenlerin dışındakiler açlık grevi yapacağımızı söyledik. Polis hücrelerin kapısını kapatmamıştı. Bu kadar kişinin tuvalet ihtiyacı için kapıyı aç-kapa yapmak istememiş olacaklar ki, böyle bir yönteme başvurmuşlardı. Daha güzel oldu tabi ki. Hücre kapıları açık olunca daha coşkulu bir ortam doğdu. Öyle ki Taksim’e buradan yürüyebilirdik! Epey esprili senaryolar döndü. Mesela bu yıl “Kadıköy” diyen kurumlardan da gözaltına almışlar. “Sizi anladık da bizi neden getirdiler?” diye esprili sorular sordular, esprili yanıtlar verildi.
Bizi 2 Mayıs’a kadar her sabah hastaneye götürdüler ve önceki yıllara göre rahat bir gidiş geliş olduğunu söyleyebilirim. Avukatlar da görüş yapmak için gelmişti. Onlarla ara ara hepimiz görüştük. Bir ara Grup Yorum üyesi arkadaşı yukarıya çıkardılar. Bize “avukat görüşü” denildi, ama arkadaş daha sonra geldiğinde “avukat yoktu, benimle sohbet etmek için çağırmışlar” dedi. Konuşmak istememesine rağmen kapıyı kapattıkları için bir saat kadar tuttuklarını söyledi.
30 Nisan’da Taksim için açıklama yapan Tertip Komitesi’ni de getirdiler. Masada olanları getirmişler. 30 Nisan akşamı 1 Mayıs’ı nasıl kutlayacağımızı konuştuk. 1 Mayıs sabahı 8.30’da programı başlatacaktık. Diğer hücrelerdekine de duyuruyu yapıyoruz. Yine marşlar, türküler ve oyunlarla zamanı geçiriyoruz. Sabah bizi hastaneye götüreceklerini söylüyorlar. Artık gidip geldikten sonra başlayacağız. Bu arada şekerimiz ve suyumuzu da avukatlar temin ediyor. O gün şekerimiz bittiği için polislerin amirine iletiyorum. “Bilgim yok, ama söyleyeceğim” diyor. Kendisi bir gün bile oruç tutamazken bizim günlerce aç kalmamıza şaştığını ekliyor. “Biz devrimciyiz” dedim. O da “saygı duyuyorum” dedi.
Hastaneden sonra nezarete geldiğimizde hemen 1 Mayıs programını başlatıyoruz. Saygı duruşuna çağırdık tüm koğuşları. Ardından 1 Mayıs ve Taksim’in önemi üzerine bir konuşma yapıldı. “Biz içeride olsak da Taksim iradesini, 1 Mayıs iradesini durduramayacaklar” şeklinde özetleyebileceğim bir konuşma. Biter bitmez “Yaşasın 1 Mayıs, Bıji yek gulan”, “Her yer Taksim her yer direniş”, “1 Mayıs kızıldır kızıl kalacak”, “Yaşasın devrim ve sosyalizm”, “Taksim meydanı 1 Mayıs alanı” sloganlarını atıyoruz ve dalga dalga yayılıyor emniyetin içinde. Ardından marşlar ve halaylarla devam ediyoruz. Bundan ala 1 Mayıs mı olur! Dışarıda Grup Yorum konseri yasak, ama biz burada hem 1 Mayıs yapıyoruz, hem de Grup Yorum konseri düzenliyoruz!
Bu program bittikten sonra, her saat başı akşama kadar 1 Mayıs sloganları atma kararını duyuruyoruz. Öyle de yapıyoruz. İşte yine 1 Mayıs ve biz! Her yerde her koşulda kutluyoruz! Daha önce seyrettiğim 1 Mayıs görüntülerinde Peru’daki bir hapishanede tutsakların yaptıkları müthiş disiplinli ve ihtişamlı kutlama geliyor gözümün önüne. Orak-Çekiç şeklini alıyor kitle.
Bugün 1 Mayıs ve haliyle birçok gözaltı olacak. Dışarıda nasıl geçiyor acaba? İlk kimler gelecek? Toplanılabilecek mi? Merak ve tahminler peşpeşe geliyor. Avukatlarımızı bekliyoruz ki haberleri alalım. Avukat görüşünde gelen bilgileri hemen paylaşıyoruz. Akşama doğru 400’e yakın gözaltının olduğunu öğrendik. İnsanlar polis barikatlarına, tüm yaşamın felç edilmesine rağmen akmışlar ve grup halinde yürümüşler. 1 Mayıs akşamı da türküler ve marşlarımızla coşturuyoruz ortalığı. Polislerden biri “sizin enerjiniz hiç bitmiyor mu” diyor.
2 Mayıs’ta hepimizi çağırıyorlar, hastaneden sonra adliyeye gideceğimizi söylüyorlar. İki otobüs var erkekler için, sayımız fazla olduğundan oturarak ve ayakta 25 kişi bir arabadayız. Hastanede defalarca sayıyorlar polisler ama sayıyı tutturamıyorlar bir türlü. Ayakta duran devrimcilerden birini de polis sanıyorlarmış meğerse!.. (Bayrampaşa Hastanesi’ndeki doktorları da anmadan geçmeyelim. Polisleri kendileri dışarıya çıkarttılar ve bizleri ayrıntılı muayene ettiler.) Adliye yine sloganlarla giriyoruz. Nezarethanenin diğer tarafında kadınlar vardı, onlarla selamlaşıyoruz. Ardından nezarethanede sloganlar ve halaylarla bekleyişimiz sürüyor.
Zaman ilerliyor ve hala savcılığa çıkartmıyorlar. Bir arkadaş çok sakin bir biçimde ne zaman çıkartılacağımızı sorduğunda, bir polisin “bekleyeceksiniz, işiniz ne” demesiyle protestolar başladı. Kapılara vuruyoruz. Sonrasında amirleri geldi. “Yanlış anlaşılma olmuş, kendilerinin de bilmediğini” söyledi ve gitti. Bir ara CHP Milletvekili Mahmut Tanal nezarethaneye geldi, o da savcının dosyaları incelediğini, ne yapacağına karar veremediğini söyledi. Birkaç saat sonra Mecidiyeköy’den alınan yoldaşları da yanımıza getirdiler. 29 Nisan operasyonunda başka yoldaşlar için de arama kararı varmış ve 1 Mayıs’tan alınınca “mevcutlu” olarak buraya getirilmişlerdi. Onlardan son haberleri alıyoruz.
Akşama doğru polisler bazı isimleri okuyarak kimlik bilgilerinin istendiği bir kağıt veriyorlar. Benim de adım var ve savcı hiç ifade almaya bile gerek duymadan adli kontrol ve tutuklama talep ederek mahkemeye sevk etmiş. Tutuklanması istenenler arasında ben de varım. Her giden “Yaşasın devrimci dayanışma sloganı” ile uğurlanıyor. Ben de öyle uğurlanıyorum. Aslında dosyayı emniyette avukatla birlikte ifadeye çıkardıklarında gördüm. Biz ifade vermediğimiz halde “alın dosyaya bakın” dediler. Ben de ona göre kafamda bir savunma hazırladım, zaten ortada suç olan bir durum yoktu. Tam tersine suçu işleyen devletin kendisiydi. Sulh ceza mahkemesinin önüne çıktığımızda gruplar halinde avukatları da gördük. Onlarla konuştuk. Avukatıma, “açık açık her şeyi savunacağım; çünkü ben bu derginin sahibiyim, yazı işleri müdürüyüm. Ortada herhangi bir şey yok” dedim. O da “ben de senden sonra savunma yapacağım. Tutuklanmadan çıkalım” dedi. Bizden önce Mücadele Birliği’nden 3 arkadaş girdi. Onlar, “her şey olabilir” dediler. Bu arada diğer mahkemelerde tutuklanma kararı çıkanları da sloganlarla uğurluyoruz.
Sonrasında biz giriyoruz mahkemeye. Özcesi, dosyaya konulan hiçbir şeyin suç teşkil etmediği, tam tersine yasal bir derginin sahibi olduğumu, bunları paylaşmanın doğal olduğunu söyledim. Hiçbir toplatma kararı yoktu, hatta daha önce aynı içerikte bir dosyadan yargılandığımı da belirtim. Taksim 1 Mayıs’ının yasak olmadığını, tam tersine bu yasağı kaldırmak için çağrı yapıldığını, yasaların da buna izin verdiğini söyledim. Avukatlarım da tarihsel süreçten alarak güzel bir savunma yaptılar.
Ama karar uzadıkça uzadı. İlk olarak Mücadele Birliği’nden arkadaşlar girdi ve çıktılar. Onlara tutuklama çıktı. Onlarla konuştuk ve mücadele alanlarında tekrar görüşeceğimizi söyledik. Sonra ben girdim ve adli kontrol verdi mahkeme. Partizan’daki arkadaşa da öyle. Ardından adliyenin önüne geçtik, yoldaşlar ve ailemle görüştük.
1 Mayıs’ı yıllardır hiç kaçırmamıştım, ilk kez bu yıl gidememiş oldum. Bir burukluk oldu tabi ki. Ama gözaltında bile 1 Mayıs’ı en iyi şekilde geçirmeye çalıştık. “Durduramayacaklar halkın coşkun akan selini” şiiri dergimizin arka kapağındaydı. Gerçekten de hiçbir koşulda o seli durduramıyorlar. Tam tersine o sel büyüyor ve ulaşması gereken yere ulaşıyor. Biz Taksim’e çıktık ve çıkmaya devam edeceğiz. Bunu ne caddelere koyduğunuz barikatlar, ne gözaltılarınız, ne de duvarlarınız engelleyemedi, engelleyemeyecek.