1 Mayıs sabahı, Şişli’den Taksim’e yürümek üzere arkadaşlarımızla toplandık. Taksim’de 1 Mayıs’a yalnızca bir kez gitmiştim, o da henüz yasaklanmadan önce. Bu sefer ise Taksim yine yasaklıydı. Ama bizimle birlikte orada olan yüzlerce insan gibi ben de, 1 Mayıs’ın yerinin Taksim olduğuna inananlardandım.
Şişli’de polis barikat kurmuştu. Barikat açılmadı ve kısa sürede bir abluka içine alındık. Uzun bir bekleyişin ardından polis ablukadakilere şiddet uygulamaya ve gözaltı yapmaya başladı. Direndik. Arkadaşlarımızı vermemek için elimizden geleni yaptık. Ancak beni de aldılar. Öncesinde montumu ve çantamı yırttılar. Çantam parçalanmıştı, tutacak hiçbir yeri kalmamıştı. Zorla bindirildiğim araçta üstüm arandı, ters kelepçeye alındım.
Bir arkadaşımı araca bindirirken kafasını bilerek araca çarptılar. Polis o kadar aceleci ve amatördü ki kelepçe takarken kendini bile kelepçeledi. Kelepçe öylesine sıkılmıştı ki, arkadaşımın kolu morarmaya başlamıştı. “Kangren olacak, çıkarın!” diye bağırdım ama beni susturmaya çalışıp etrafına bağırmaya devam etti. “Yorum yapma artık çıkar şu kelepçeyi” dedim. En sonunda yan keskiyle çıkardılar.
Sağlık kontrolüne götürüldük. Kelepçelerin çözülmesini istedik, önce reddettiler, sonra tepkilerimize dayanamayarak açtılar. Doktorun yanına da polisle girmemizi istediler, buna da direndik.
Vatan Emniyet’e götürüldüğümüzde ise aç, susuz ve yorgunduk. Avukatlarımız aracılığıyla su istedik ama dinleyen olmadı. Karşımızda oturup su içtiler, yemek yediler. Alay eder gibi kendi sularını bize teklif ettiler. Ama biz işkencecilerin suyunu içmedik.
İletişim kurmamız yasaktı, telefonlarımız alınmıştı. Ama kolumdaki akıllı saat sayesinde dışarıyla haberleşmeyi başardık. Saatimi fark ettiler, bir arkadaşımın çantasında da telefon vardı. Halbuki o telefonu orada tutmasını bizzat bir komiser söylemişti. Buna rağmen üst araması bahanesiyle bizi aşağı indirdiler. Şiddetle üzerimize geldiler. Erkek bir komiser bağırarak yürüdü üzerimize. “Arama yapılacaksa burada yapılsın” dedik, araçlara binmeyi reddettik. Arkadaşımıza ters kelepçe tehdidiyle telefonunu vermesini söylediler. Diğer arkadaşlarımızı riske atmamak adına geri çekilmek zorunda kaldık.
Saatimi güzel bir örgütlenmeyle sakladık. Ayakkabımın içine kadar arandım ama saat alınmadı. Araçta tartışma devam etti. Bir arkadaşımıza yine şiddet uygulandı. Polisin kolunu tutup “Yapamazsın!” dediğimde, üzerime yürüdü. Diğer polisler onu durdurdu. “Bu neyin kiniydi böyle” dedim.
Gerginliğin içinde kendi aramızda gülmeye başladık. Bir polis “Susun!” dedi. “Hayır, susmayacağız! Ne haddine, karışamazsın” dedim. Çünkü bu yaşadığımız her şeyin içinde tek gücümüz birbirimizdik. Gülüşümüz bile direnmenin bir yoluydu.
Tuvalet ihtiyacımızı bile eziyete çevirdiler. Her seferinde ikişer ikişer götürdüler. Yorulmuşlardı ama ya biz? Saatlerdir dayak, hakaret, kelepçe, açlık ve susuzluk içindeydik. Tuvalete giderken yine laf sokmalar, yine aşağılama… Dönüşte polislerden biri beni hedef aldı. “Neden bu kadar sinirlisin?” diye sordu. “Ben iyiyim,” dedim, “asıl sinirli olan sizsiniz.” Gerçekten de öyleydi. Sinirli, öfkeli ve bizden korkuyorlardı. Arkadaşlarımın ne durumda olduğunu sordum. Başka bir şey umurumda değildi. Sadece onların iyi olduğunu bilmek istiyordum.
Araçlar sivildi, dışarıdan kiralanmıştı. Emniyetin otoparkı doluydu. Daha sonra başka bir araca alındık, koşullar insani olmaktan çok uzaktı. Saatler geçmişti, ifademiz hâlâ alınmamıştı. Uyuyakalmışım. Gözaltına alınmamızdan bu yana 15 saat geçmişti, biz hâlâ bir araçta bekletiliyorduk.
Avukatlarımızla buluştuk, içime ferahlık geldi. Bizim işkencecilerin sularını ve yemeklerini yemeyeceğimizi bildikleri için bize su ve yemek almışlardı. Halbuki polisler kameralarla araca binip “Yemek için kumanya gelecek, ilaç içmesi gereken var mı?” diye sözde sorularla ara ara gelmişlerdi. Halbuki ilacını tok karnına içmesi gereken arkadaşlarımız vardı.
İfadesi biteni koridora alıyorlardı. Bir arkadaşımız tuvalete gitmek istedi diye hakaret yedik. Ardından tekrar hastaneye götürüldük ve sonunda serbest bırakıldık. Saat sabah 5.30’du.
18 saatti. Şiddet, hakaret, açlık, susuzluk, belirsizlik… Ama umurumda değildi. Arkadaşlarım dışarıdaydı, ben dışarıdaydım. Bizi işkenceyle, baskıyla, tutuklamayla susturabileceklerini sanıyorlardı, yanılıyorlardı. Çünkü biz vardık. Birbirimiz için direnen, birbirini kollayan, birbirine güvenen insanlar.