19 Mart’ta başlayan sokak hareketi, kısa sürede büyüyerek ülkedeki birçok hukuksuzluğa karşı biriken öfkenin sokağa taşmasına neden oldu. Bu dalga, yalnızca İmamoğlu’na yönelik siyasi operasyonlara karşı değil, genel olarak adaletsizliğe, hukukun araçsallaştırılmasına ve temel hakların gaspına karşı bir tepki haline geldi.
Bu toplumsal hareketliliğin yansıması, 1 Mayıs’ta da kendini gösterdi – ve göstermeye devam ediyor. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB 1 Mayıs’ta Kadıköy’de olacaklarını ilan ettiler. Ancak hem bazı sendikal yapılar hem de örgütsüz bireyler ve çeşitli siyaset çevreleri, 1 Mayıs’ın asıl alanının Taksim olduğunu ve kutlamaların orada yapılması gerektiğini yüksek sesle dile getirdiler.
1 Mayıs alanı, 1977’den bu yana hafızalarda direnişin, yasaklara karşı mücadelenin simgesi oldu. Her yıl Taksim’e gitme iradesi gösteren sol-sosyalist yapılar bu geleneği sürdürdü. Ancak 2025 1 Mayıs’ı, önceki yıllardan farklı bir tabloya işaret etti. Bu kez yalnızca örgütlü yapılar değil, halk da açık biçimde Taksim’i işaret etti. Devletin koyduğu yasakları tanımayan, hukuksuzluğu reddeden bir toplumsal irade ortaya çıktı. Bu irade, görmezden gelinemezdi.
AKP hükümeti de bu iradenin farkındaydı. Bu nedenle 1 Mayıs günü yalnızca Taksim’e çıkan yollar değil, Topkapı’dan Eminönü’ne, Beşiktaş’tan Okmeydanı’na kadar çok geniş bir alanda yollar kapatıldı, toplu taşıma kaldırıldı, trafik felç edilerek ulaşım imkansız hale getirildi. Taksim 1 Mayısı’nı tamamen yok etmeye çalışan devlet, İstanbul Valiliği’nin izin verdiği Kadıköy’e ulaşımı bile zorlaştıran önlemler almıştı. Böylece devlet, baskıcı tutumu ve yasaklarıyla toplumsal muhalefeti bastırmaya çalıştı.
1 Mayıs sabahı, Taksim Tertip Komitesi’nin kararı doğrultusunda Şişli Camii’nde buluşacaktık. Önümüze konan engellere rağmen, gözaltına alınmadan Mecidiyeköy Meydanı’na ulaşmayı başardık. Ancak alınan yoğun güvenlik önlemleri, yalnızca Taksim’e değil, buluşma noktalarına ulaşmayı da neredeyse imkânsız hale getirmişti. Birçok arkadaşımız daha yoldayken gözaltına alındı ya da ortak noktaya ulaşamadı.
Meydanda parça parça bir araya gelen gruplar bir anda polis ablukasına alındı. Hiçbir “dağılın” uyarısı yapılmadan, küçük bir alana sıkıştırıldık. Ardından polis, gözüne kestirdiği kişileri tek tek almaya çalıştı. Arkadaşlarımızı vermediğimiz için, sert şekilde müdahale edildi; insanlar yerlerde sürüklendi, şiddete maruz kaldı. Karşılarında güçlü bir irade vardı ama fiziksel üstünlük onlardaydı. Sonunda hepimiz gözaltına alındık.
Yaklaşık 450 kişi gözaltına alındı. Kimimiz Vatan Emniyet’e, kimimiz Gayrettepe Emniyet’e götürüldük. Gözaltılar sırasında ters kelepçe yapıldı, vücutlarımızda darp izleri oluştu. Hastanede darp gördüğümüzü beyan ettik fakat doktorun tuttuğu rapor bize gösterilmedi. İşkence sadece fiziksel değildi; sabah 10.30’da gözaltına alındık, tüm gün boyunca aç ve susuz şekilde gözaltı aracında bekletildik. 1 Mayıs sona erene kadar ifadelerimiz alınmadı – bu da başka bir işkence biçimiydi. Gece yarısından sonra ifade işlemleri başladı, sabaha karşı birçok arkadaşımız serbest bırakıldı.
Gözaltından çıktıktan sonra, Taksim’e çıkan birçok yolda hâlâ oraya ulaşma iradesi gösteren arkadaşlarımız olduğunu görmek bize güç verdi. Bu, yalnızca bir günü değil, geleceği de belirleyecek bir direnişin işaretiydi.
Bu yıl 1 Mayıs’ta yaşananlar, yalnızca bir günün öfkesi ya da coşkusu değildi. Sokaklara taşan bu irade, uzun süredir biriken toplumsal adaletsizliklerin, baskıların ve umutsuzluğun içinden çıkan ortak bir sesin yankısıydı. Taksim yalnızca bir alan değil; yasaklara, inkâra ve sindirme politikalarına karşı halkın hafızası ve hak talebidir. Bu hafızayı bastırmaya çalışanlara karşı söylenecek söz açık:
Bizi birbirimize bağlayan yalnızca öfkemiz değil, ortak geleceğimizdir. Taksim’i savunmak, bu geleceğe hep birlikte sahip çıkmaktır.