“Kadıköy mü, Taksim mi” tartışmalarını sosyal medyadan şaşkınlıkla takip ettiğimi hatırlıyorum. Kadıköy’ü savunan kişi ve örgütsel birliklerin çoğu ağız birliği yapmış gibi kendilerinin bile inanmadığı argümanları “Taksim” diyenlere dayattı; hatta Taksim’i işaret edenler için “daha fazla devrimci görünme hevesi” gibi küçümseyici paylaşımlar sistematik biçimde yapıldı. Bazıları kitlenin hazır olmadığını, bazıları işçi ve emekçinin taleplerinin en katılımcı şekilde dile getirilmesinin önemli olduğunu, bazıları ise Taksim ısrarının erken ve bölünmeye sebep olduğunu vurgulayarak “Kadıköy”e çağrı yaptı. Fakat tuhaftır ki açıkça Kadıköy bile diyemedi çoğu; Taksim diyemedikleri için! O yüzden daha “makul” bir çağrı şekli geliştirildi: 1 MAYIS’TA ALANLARDAYIZ!
Sadece 1 Mayıs’ta değil, her zaman alanlarda olmalıyız, alanlar bizimdir! Fakat 1 Mayıs geldiğinde mücadele ruhu da taleplerimizin görünürlüğü de barikatların ardındadır.
19 Mart ile başlayan geçtiğimiz bu kısacık süreçte kelepçeler, polis işkenceleri, hukuksuz tutuklamaların ardı arkası kesilmedi. Öğrenciler sokaklara döküldü, çoğu “geleceğini yakmayı” göze aldığını biliyordu. Bütün tuşlara basar gibi her koldan bu zulüm silsilesini durdurmak istediler. Boykotu sosyal medya üzerinden kararlı bir biçimde organize ettiler. AKP Bakanlarını Karamel Makiyato içmeye zorlayan başarılı bir boykot gerçekleşti. Gezi zamanındaki abilerine ablalarına, sol örgütlere, sendikalara seslendiler; “Nerdesiniz? Bizi neden yalnız bırakıyorsunuz?” diye sordular. Beni de çok düşündürmüştü bu soru; sonra dinledim ve fark ettim ki örgütlülük yetmiyor, tek “çıkar” yol Taksim olmalı.
1 Mayıs büyük bir fırsattan öteydi bu yıl özelinde. Taksim’e çıkılamasa, barikatlar aşılamasa bile 1 Mayıs 2025’in hafızalara kazınacağını hissettirdi bana. Kadıköy’deki cılızlığın sebebi olarak Taksim gösterilmeden evvel yaklaşık 500 kişinin gözaltına alındığı günün, Taksim’e çıkılmışçasına ses getirdiği unutulmamalı. Çeşitli noktalardan yürümeyi deneyenlerin kararlı duruşları seneye kendisini daha güçlü, daha kararlı ve daha örgütlü olmaya itecektir.
Örgütlü hareket etmenin güçlü bir pratik olduğunu biliyorum. 30 Nisan gecesi arkadaşlarımızla birlikte en güçlü taleplerimizden birini pankarta yazdık. Sabah erkenden heyecanlı bir şekilde yola çıktık. Bir noktadan sonra ikili şekilde birbirimizi tanımıyormuşuz gibi davranarak toplanma noktasına ulaşmaya çalıştık. Yanımızdan siviller geçmesi ihtimaline karşı yol boyunca arkadaşımla gündem dışı konuştuk. Valilik kararı sonucu İstanbul’da ulaşım felç olmuştu. Her zorluğa rağmen Mecidiyeköy’deki toplanma noktasına ulaştık. Polisin ani şekilde bizi ablukaya aldığı dakikalarda tanıdık tanımadık herkes birbirini sağlam tutmaya, sakinleştirmeye çalıştı. Bazı vekillerin de olduğu ablukadan en sert şekilde tek tek alınarak araçlara götürüldük. Birbirimizi bırakmamak için direnmekle başlayan inadımız tüm gün sürecek bir açlık ve susuzlukla devam etti.
Ters kelepçe ile alındık, bileklerimiz kesildi ve polislere göre bu işkence değildi.
“Siz yine iyisiniz, şükredin halinize” diyorlardı ısrarla ve o an kalkıp bağırarak sordum “bu ne demek, bizi hangi koşullarla kıyaslıyorsunuz?” diye. İtiraf niteliğindeki bu andan, arabadan inerek kurtuldular.
Kafalarındaki fiziksel işkence modelini uygulayamayan polis, bizi sözleriyle aşağılamaya, ezmeye çalıştı. Araçta büyük bir psikolojik savaş hakimdi. Hastanede odada bulunmak istediler, baskı devam etti. Öğlen 3-4 gibi Vatan’a götürüldüğümüzde ifade için gece 3.30’a kadar bekletileceğimizi bilmiyorduk. Aç, susuz, havasız şekilde geçen saatler boyunca tuvalet konusunda da polislerden işkence gördük. Sigara içmek istediğimizde içirmediler en sudan sebep bahanelerle. Hiçbir isteğimizde inisiyatif almak istemediler. Biz bunları yaşarken avukatlarımız içeri alınmıyormuş, gözaltı listelerine erişememişler hatta polis şiddetine onlar da maruz kalmış. Her şeye rağmen direnenlerin gücüyle, Taksim’e olan inancımızla gülebildik de. Yanımızdaki polis varlığına rağmen mizahımızı eksik etmedik çünkü izahı olmayan şeyler yaşıyorduk.
İfadeler sabah 5 gibi bitti; yeniden hastaneye götürüldük. Yakınlarımız ve arkadaşlarımız sıcacık bir coşkuyla karşıladı bizi.
Önümüzdeki 1 Mayıs yeniden ve daha örgütlü şekilde işçi ve emekçinin kitlesel gücüyle ve iradesiyle barikatları aşacağız, bayramımızı kutlayacağız, en renkli, en güçlü, en orijinal pankartlarla taleplerimizi anlatacağız. Görünürlüğümüzün ve irademizin en güçlü alanı Taksim’dir, Taksim kalacak!