PKK’nin feshiyle ne Kürt sorunu çözülür ne de “demokrasi” gelir

Geçen yıl Ekim ayında başlayan “yeni süreç” önemli bir aşamaya geldi. PKK’nin 5-7 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştiği 12. Kongre’nin “sonuç bildirgesi” 12 Mayıs günü açıklandı. Bildirgedeki canalıcı ve beklenen cümle; “PKK, örgütsel yapısının feshedilmesi ve silahlı mücadele yönteminin sonlandırması kararını alarak PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdı” sözüdür.

Bu açıklamanın ardından Devlet Bahçeli başta olmak üzere parti başkanlarından bakanlara kadar devletin yetkili isimleri, kararı büyük bir sevinçle karşıladılar.  İYİ Parti ve Zafer Partisi gibi sınırlı bir kesim dışında; devlet erkanı, düzen muhalefeti, reformist partiler olumlu mesajlar verdiler. Sadece ülke içinde değil, emperyalist devletler ve kuruluşlardan da karardan duyulan memnuniyet bildirildi.

Başta emperyalist devletler ve kuruluşlar olmak üzere gerici-faşist yönetimin, düzen partilerinin bu memnuniyeti başlı başına sorgulanması gereken bir durumdur. Karşı-devrimcileri sevindiren bir gelişmenin, ezilen halklara, işçi ve emekçilere bir faydası olmayacağı aşikardır.

İddia edildiği gibi PKK’nin kendini feshetmesiyle “barış” mı gelecek?! Devlet “demokratikleşecek” mi?! Kürt halkının sorunları mı çözülecek?! İşçi ve emekçiler hem ekonomik hem siyasi olarak rahatlayacak mı?! Bunları olumlu yanıtlamak mümkün değildir.

Esasında PKK bile bu konuda ihtiyatlı-temkinli açıklamalar yapıyor. Buna karşın böyle bir beklenti yaratılıyor. Hem Kürt tarafı, hem egemenler kendi tabanını yatıştıracak sözler sarfediyor. İki taraf da kendinin kazandığını ima ediyor. PKK “bu bir son değil, yeni bir başlangıç” diyor mesela. Türk yetkililer ise, “Türkiye’nin yenilmezliğinin ilanı” olarak sunuyor vb…

“Ne yengi ne yenilgi” ya da “al-ver ilişkisi yok” dense de birçok pazarlığın yapıldığı ve elbette birilerinin daha kazançlı çıktığı bir süreçten sözediyoruz.

 

Bu adım neden ve nasıl atıldı?

AKP-MHP yönetiminin “Terörsüz Türkiye” adını verdiği “yeni çözüm süreci”nin kitlelere duyurusu, Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’deki meclis konuşmasıyla başladı. Fakat bu sürecin çok önceden hazırlandığı kimse için sır değil.

Kongrenin açılış konuşmasını yapan Murat Karayılan, kongre sonrası ANF’ye yaptığı değerlendirmede; “Cumhuriyet’in 100. yılında zaferlerini ilan etmek istiyorlardı, ama bu amaca ulaşamadılar. Bu yüzden devlet adına Devlet Bahçeli bir çağrı yaptı, başka bir yol aramak zorunda kaldılar” diyor. Ardından “Devlet Bahçeli devlet adına ya da devletin bir kanadı adına bu çağrıyı yaptı” diye ekliyor. (abç)

Bu açıklamadan PKK’ye silah bıraktırma ve fesih sürecinin en az üç yıllık bir hazırlığa dayandığını ve büyük olasılıkla “devletin bir kanadı”nın bu anlaşmayı istediğini anlıyoruz.

Esasında “silah bırakma” meselesi, 1999 yılında Öcalan’ın tutsak alındığı dönemden itibaren birçok kez gündeme geldi. En son 2013 yılında başlatılan “çözüm süreci”nde önemli bir yol da alınmıştı. Fakat gelişmeler beklenilen şekilde olmayınca Türkiye tarafından yerle bir edildi.

PKK açısından isim değişikliği de yeni bir olgu değil. PKK, Nisan 2002 tarihinde düzenlediği 8. Kongre’sinde ismini ve o güne dek savunduğu görüşleri terk ederek KADEK adını aldı. Bir yıl sonra KADEK’in de feshedildiğini duyurdu ve Kongre-Gel’in kuruluşunu ilan etti. Fakat bu isim değişikliklerinin amaçlarına hizmet etmediğini, aksine yeni bölünmelere yol açtığını görünce, bu kez “yeniden PKK” dediler ve PKK ismine geri döndüler.

Böylece üç yıl içinde üç isim değişikliğine gidildi. Elbette bunlar sadece basit bir isim değişikliğinden ibaret değildi. Yaşanan gelişmeler ışığında politik değişimler sözkonusuydu. Bunun da başında ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) adını verdiği, Ortadoğu’yu paylaşım savaşı ve onun ilk adımı Irak işgali bulunuyordu.

Dolayısıyla PKK’nin kendini feshetmesi yeni değildir. Son kongre kararlarında “PKK adıyla yürütülen çalışmalar sonlandırıldı” sözü de, “başka bir isimle devam edilebiliriz” anlamına çekilebilecek bir ifadedir. Özellikle ucu açık bırakılmış, hem Kürt halkına hem de egemenlere böyle bir mesaj verilmek istenmiştir.

12.Kongre kararlarının önemi, PKK adının Türkiye başta olmak üzere birçok ülkede “terör listesi”nde yeralmasının getirdiği “yük”ten kurtulmak ve “silahlı mücadele”den barışçıl biçimlere geçişin önünü düzlemektir. Bunun da asıl nedeni Suriye’deki gelişmelerdir. Rojava Bölgesi’nde fiilen elde edilen kazanımları yasal hale getirmek, uluslararası düzeyde tanınır kılmaktır.

“Yeni süreç”in başladığı dönemde belirtmiştik; “PKK Suriye’deki kazanımlarını garanti altına almak için Türkiye’deki örgütlenmeyi feda edebilir” diye. Suriye savaşı başladığından bu yana Kürt hareketinin merkezinin Rojava’ya kaydığını yıllardır söylüyoruz. (Bunu PKK de ifade ediyor.) Kürt hareketi açısından, özerk de olsa bir toprağa sahip olmak her şeyin üzerinde. PKK’nin feshi de bunu gösteriyor.

Bu kararla, Türkiye’nin “sınırötesi operasyon” adı altında Irak ve Suriye’ye yaptığı müdahalelerin zeminini de ortadan kalkmış olacak. Bilindiği gibi Türkiye, “terör” bahanesiyle bu ülkelerde askeri operasyonlar düzenliyordu. Şimdi PKK diye bir örgüt kalmadığına göre, komşu ülkelere dönük operasyonların gerekçesi de kalmayacak.

Bu durum özellikle Suriye açısından kritik önemde. Geçtiğimiz ay Suriye’de yapılan Kürt Ulusal Konferansı, Suriye için de federatif bir çözüm kararı aldı. Türkiye’nin buna engel olmaya çalıştığı biliniyor. Geçmişte de Irak’ta Kürdistan Federe Devleti’nin kurulmasını “kırmızı çizgi” ilan etmişti. Ama o çizgi önce pembeleşti, sonra ortadan kalktı. Benzer bir gelişme Suriye için de bekleniyor. PKK’nin fesih kararı, bu gelişmenin yollarını döşeyen önemli bir hamle.

Bu hamleye ABD başta olmak üzere emperyalist ülkelerin önayak olması, Ortadoğu’daki planlarına Türkiye’den olası engellemeleri kaldırmayı amaçlıyor.

 

BOP’la birlikte yaşanan değişim

ABD’nin BOP’u ortaya attığı dönemden bu yana PKK’nin politikaları o doğrultuda değişmeye başladı. 2003 yılında Kongre-Gel’in ilan edildiği kongrede, başkan seçilen Zübeyir Aydar kapanış konuşmasında bakın ne söylüyor:

“ABD’nin müdahalesi ile birlikte bölgede bazı kesimler statükoda ısrar ediyor; bunun faydası yok… Açıkçası biz ‘yeni’den yanayız… ‘Yeni’liğin ittifakında yer alacağız.” (15 Kasım 2003 tarihli “Özgür Halk” dergisinden alıntı yapan “Emperyalist savaş ve Kürt sorunu” kitabı sf. 176, Yediveren Yayınları)

“Yeniliğin ittifakı” denilen şey, Irak işgali öncesinde ABD ve İngiltere’nin bölgedeki işbirlikçileriyle oluşturdukları ittifaktır. Aydar, konuşmasının devamında bölgede neler olacağını da şöyle sıralıyor: “İran’da İslami temelde bir rejim var; ister reformla, ister zorla olsun değişecek. İran değişime gebedir, rahat sonuç alınacak bir yerdir. Askeri-siyasi hazırlıkları ilerleteceğiz. Suriye rejimi ya teslim olacak ya da dağılacak. BAAS’çılarla yürümez, demokratikleşecek. Böyle yaparsak, Türkiye de adım atacak.” (age)

Bu sadece Zübeyir Aydar’a ait görüşler değil. Kongre-Gel’in programı da böyle: “İç dinamikleri ile demokratik değişim-dönüşüm yeteneğini gösteremeyen Ortadoğu rejimleri, dış dinamiklerin müdahalesi ile böyle bir sürece girmiştir. Bu müdahale sonuçları dünya çapında etkili olacak yeni bir dönem başlatırken demokratik güçlerin ve gelişmenin de yolunu açmıştır.” (age sf. 177, abç)

PKK (o dönemki adı ne olursa olsun) ABD’nin Ortadoğu merkezli yeni emperyalist paylaşım savaşını “demokratik güçlerin ve gelişmenin yolunu açan” bir dönem olarak gördü. Zaten ABD’nin Irak işgalini “demokratik sömürgecilik” olarak tanımlamıştı. Ve kendini ona göre konumlandırdı. Irak’tan sonra İran ve Suriye’de ABD müdahalesiyle rejimlerin değişeceğini, Türkiye’nin de ona göre adımlarını atacağını tespit ettikten sonra (tabi ki yine ABD’nin baskısıyla); İran ve Suriye’de “askeri-siyasi hazırlıkları ilerletme” hedefi koyarken Türkiye için böyle bir hedef belirlemedi. Keza “çözüm” olarak Irak, İran, Suriye için “federatif yapılanma” derken, Türkiye için “anayasal çerçeve demokratik hak ve özgürlükler” talebiyle yetindi.

Sonuç olarak tespitler de çözümler de ABD’nin BOP planına uygun yapılmıştır. Aradan geçen 20 yılı aşkın sürede PKK açısından istenilen noktaya gelindi. Irak ve Suriye’de rejimler değişti; İran kıskaç altına alındı. Ardından Türkiye, ABD tarafından adım atmaya zorlandı. İran’a müdahale ertelendiyse de Suriye’deki gelişmeler PKK’nin istediği şekilde oldu.

Bu momentte PKK’nin silahları bırakma ve fesih kararı, son derece anlaşılır nedenlere dayanıyor. PKK açısından bu bir kazanımdır. Esasında Kürt burjuvazisinin kazanımıdır. Çünkü ulusal sorun, asıl olarak burjuvazinin kendi pazarına sahip çıkma sorunudur. Emperyalistler ve Türkiye’deki işbirlikçileri kadar Kürt burjuvazisinin memnuniyetini de belirtmek gerekiyor. Karar sonrası konuşan Kürt bölgesindeki sanayi ve ticari odaların, esnaf birliklerinin başkanları, “yeraltı ve yerüstü zenginlikleri”ni hatırlatarak bunların bölgeye getireceği kazançtan sözettiler. Bir grup Kürt emekçisinin davul-zurna ile kutlama yapması veya barış umudu hakkında konuşması, bu süreçten Kürt halkının da kazançlı çıktığı anlamına gelmiyor ne yazık ki…

 

Şimdi ne olacak?

PKK kendini feshedeceğini açıkladığı andan itibaren, konuşmalar “bundan sonra ne olacak”ta düğümlendi. Önceki “çözüm süreci”nden farklı olarak atılması gereken adımlar önce PKK’den beklenmiş, PKK de üzerine düşeni yapmıştı. Gözler AKP-MHP yönetimine çevrildi.

Ama bu sadece Erdoğan yönetimiyle çözülecek bir sorun olmadığından, hem Kürt hareketi, hem CHP “meclisin görev üstlenmesi” üzerinde duruyor. Zaten çıkacak yasaların meclisten geçmesi gerekiyor. AKP-MHP oyları yeterli olsa bile, CHP başta olmak üzere muhalif partilerin de sürece dahil olması ve geniş bir mutabakatla kararların alınması isteniyor. Fakat kongrenin “sonuç bildirgesi”nde Lozan Anlaşması’na ve 1924 Anayasası’na eleştirel vurguları, ulusalcı kesimlerin tepkisine yol açtı. O açıdan “toplumsal mutabakat”ın sağlanması kolay görünmüyor.

Diğer yandan “silahlar kime, nasıl teslim edilecek”ten, “PKK liderleri ve gerillaların hangi ülkeye gönderileceği” veya “topluma kazandırma” yöntemi üzerine çeşitli senaryolar üretiliyor. Daha kritik konu ise, “yeni anayasa”nın yeniden gündeme gelmesi. Bu meclisin anayasa yapmaya yetkisi olmadığı üzerinden “erken seçim”in zorunluluğu…

Kısacası önümüzdeki dönem -bu kez Kürt sorunu üzerinden- siyaset yeniden canlanacak. Bu süre içinde başta hasta tutsaklar olmak üzere siyasi tutsaklar serbest bırakılacak mı; keza kayyum atanan yerlerde seçilen belediye başkanları görevlerine dönecek mi, Öcalan’ın koşullarında iyileşme sağlanacak mı gibi pek çok soru ortada duruyor.

PKK’nin kendini feshetmesi, asıl olarak AKP-MHP yönetimine “can simidi” olacağı kaygısı, muhalif kesimleri en çok rahatsız eden konudur. Kitle tabanı giderek eriyen Erdoğan yönetimi, “Kürt sorununu çözen yönetim” olarak kendini yeniden tahkim etme olanağı bulacaktır. 19 Mart direnişiyle iyice köşeye sıkışan yönetim için bu durum bir nimet gibidir. Bu yönüyle “yeni süreç” sadece PKK açısından değil, Erdoğan yönetimi açısından da bir “kazanım”dır.

Kazananı kadar kaybedeni de belli bir süreçtir bu. Sürecin asıl aktörleri emperyalistler ve işbirlikçileridir. ABD’nin ve işbirlikçilerinin yararına olan bir gelişmenin, ne ezilen halklar ne de işçi ve emekçiler lehine bir değişim getirdiği görülmüştür. Aksi ise defalarca kez kanıtlanmıştır.

Kürt halkının kültürel haklarının bile Öcalan tarafından “aşırı milliyetçi savruluşlar” içerisine alındığı koşullarda, Kürt halkına getireceği bir iyileşme de yoktur. Lozan anlaşması üzerine kopan fırtına, “anadilde eğitim” için bile daha çok yol alınması gerektiğini göstermektedir.

Kürt halkı bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da hakları için mücadele edecektir. Bugün farklı uluslardan ve mezheplerden işçi ve emekçilerin birleşik mücadelesinin zemini daha da güçlenmiştir. Gençlerin sadece kendi sorunları için değil, ülkenin sorunları için harekete geçmesi, önemli bir gelişmedir. 19 Mart’tan 1 Mayıs’a uzanan direniş ivmesi, onu büyütme ve örgütlü hale getirme sorumluluğunun en başta komünist ve devrimcilerin omuzlarında olduğunu göstermiştir.

Türkiye Devrimci Hareketi açısından Kürt halkının sorunlarına sahip çıkmak, talepleri için mücadele etmek, PKK’nin varlığı ya da yokluğundan bağımsız ilkesel bir sorundur. Bunun PKK’nin fesih kararıyla ilişkilendirilmesi doğru değildir.

Sonuç olarak, emperyalistler ve işbirlikçileri PKK’yi bu noktaya getirdi. Ama bu durum varolan sorunları ortadan kaldırmadı, kaldırmayacak. Emperyalizm, ulusal sorunun çözümünü de bir devrim sorunu haline getirmiştir çünkü. Kürt ulusal sorunu dahil ezilen halkların, işçi ve emekçilerin sorunlarının tek çözüm yolu; devrimdir, sosyalizmdir. Demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması da, bu hedefle yürütülen mücadeleyle mümkün olacaktır.

Bunlara da bakabilirsiniz

İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır!

Saldırıların ardı arkası kesilmiyor. AKP işbaşına geldiği günden bu yana kendine mutlaka bir “düşman” yarattı …

Bir yanda “barış” demagojileri, bir yanda artan saldırganlık; MÜCADELEYİ BÜYÜTMEK DIŞINDA ÇARE YOK!

Erdoğan yönetimi, giderek eriyen kitle desteğine karşın ayakta kalabilmek için her yöntemi kullanıyor. Önceki yıllarda …

Yükselen gençlik hareketi üzerine

İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin İBB Başkanı İmamoğlu’nun diplomasının iptalini protesto için 19 Mart günü Beyazıt Kampüsü’nde …