Devrimci sanatçı Pınar Aydınlar, 18 Şubat 2025 tarihinde gözaltına alındı ve tutuklandı. 13 Mayıs 2025 tarihinde ise adli kontrol kararı ile serbest bırakıldı. Bu süreçte kendisine yapılanları ve ortaya koyduğu direnişi kendisiyle konuştuk.
PDD: Gözaltına alınışınızı yakından takip etmeye çalıştık. Dik duruşunuzu, açlık grevi yaparak yasal olmayan bu uygulamayı protesto ettiğinizi duyduk. Daha ayrıntısını sizden dinleyebilir miyiz? Nasıl ve neden gözaltına alındınız? Size nasıl bir muamele yapıldı?
Pınar Aydınlar: 18 Şubat gecesi saat 05:20’de “Özel Harekatçı”ların “şafak operasyonu” ile uyandım. Üzerimi doğru düzgün giyemeden kapım koçbaşları ile vurularak kırıldı. Çocuklarımın gözü önümde beni yere yatırıp alnıma silah dayadılar. Arkamı döndüğümde 20 yaşındaki oğluma da aynı muamele yapıldığını gördüm. Mutfak tezgahının önünde yere yatırmışlardı. Kızım üzerini giyinirken, kapının açık kalmasını istediler. Korkunç bir geceydi.
O andan itibaren açlık grevine girdim. Bu uygulamayı protesto etmek için, 4 gün açlık grevi yaptım. İnsan haklarını yok sayan itibar suikastı yapılmıştı şahsıma dönük olarak. “Özel Harekatçılar” evime postallarıyla, maskeleriyle, silahlarıyla girmişlerdi. 15 yıldır kaldığım evimden, komşularımın camlarda izlediği sitemizden, panzer eşliği ile çıkartıldım. Amaç çevreye gözdağı vermekti. Bana gözdağının tutmayacağını iyi biliyorlar. Başımızı eğik görmek, bizi suçlu psikolojisine sokmak istediler; bu asla mümkün değildir, tarih bilir!
Evden o şekilde alıp Terörle Mücadele Merkezi’ne (TEM) götürdüler. 22 Şubat’ta tutuklanıp Bakırköy Hapishanesi’ne götürüldüm. 3 ay tutuklu kaldım.
Gerekçe, HDK Tekirdağ Şubesi’yle ilgili dosyada adımın “başkan” olarak geçmesiydi! Oysa ben HDK üyesi değilim. 2014’te Sırrı Süreyya Önder’le birlikte HDP’nin İstanbul eşbaşkanı adayları olarak İstanbul’da seçimlere girmiştim. Tüm dünyanın gözü önünde kampanya yürütmüştük. Bunun dışında dosyaya sosyal medyada iki paylaşımım da eklendi.
Tarihte devrimci sanatçıların işçi ve emekçiler üzerindeki sevgi ve saygısını kırmaya çalıştıkları pek çok örnek var. Bu ülkemiz için de geçerli. Sizi her fırsatta gözaltına alıp tutuklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sahnemde olsun, işçi direnişlerine desteğe gittiğimde olsun, sürekli gözaltına alınıyorum. HDK operasyon öncesi de yolda yürürken gözaltına alındım. Selahattin Demirtaş’ın şarkısını klip çekmeye çalışırken aldılar Taksim’de. Sürekli sindirmeye çalışan bir politika. Devrimci sanatçı olmanın bedeli ağırdır, inadı da bir o kadar nettir!
Eşitlik ve özgürlük aşkına!
Defalarca TC mahkemelerinde yargılandım, cezalar verildi, beraatler aldım. Sanırım değişmeyen sistem ve biz! Paralel bir mücadele biçimi! Yok sayana karşı, varlık mücadelesi!
Hapishanedeki hücre yaşantısı nasıldı, biraz orayı da anlatır mısınız?
3 gün hapishanede hücreye konduk ikişer kişi olarak. Sonrasında kendilerinin açtığı, adının “HDK koğuşu” olduğunu öğrendiğim koğuşa geçirdiler. Orada 19 kişiydik. Aynı dosyadan birbirini tanımayan kişilerden örgüt yaratmışlardı.
Hijyenin olmadığı, farelerin cirit attığı buz gibi bir koğuş…İlk 20-25 gün sandalye ve masa bile verilmedi. Yerlerde oturuyorduk hep. Sonrası idare görüşmeleri, dilekçe sistemi işledi. Sanırım dışarının gündem yapmaması için talepler kabul edildi. Komün olarak ketıl aldık, semaver aldık.
Ayrıca siyasi koğuş olmanın tüm gereklerini yerine getirdik. Sayımda ayağa kalkmıyorduk. Görüşlerde ayakkabı çıkartmıyorduk. En önemlisi komün olarak yaşıyorduk.
Orada kaldığım 3 ay, çok kolay geçti denilmez. Birbirinden farklı örgütler, bireyler, bağımsızlar… HDK’nin ne derece zor bir bileşen topluluğu olduğunu da anlayabiliyordum. Hapishane koşulları ve psikolojisi de eklenince, epey zordu.
Sol elimin serçe parmağında tendon kopması oldu. 45 gün sonra atel verilebildi. Hastaneye götürüldüğümde silahların altında elbette doğru düzgün ilgilenilmedi. Bağlama çalan bir insan olarak her şey daha da zorlaştı.
Tahliye edildiğiniz duruşma nasıl geçti?
Çok sağlam bir savunma yaptık mahkemede. Ciddi destek oldu kurumlar, dostlar, yoldaşlar… Haklılığımız suçlanıyordu neticede. Suçsuzluğumuz sorgulanıyordu. Seçme seçilme hakkım ve fikir hürriyetim sorgulanıyordu. 3 ay tutuklanmış, çocuklarımdan, işimden, halkından koparılmıştım.
Mahkemede darbelere karşı olduğumu söyledim. 12 Eylül sürecinin zararlarını, kayıplarını anlattım. Sosyalist kimlikli bir sanatçı olarak sözkonusu paylaşımları yapmamın son derece haklı olduğunu belirttim.
Diğer paylaşımım, sanatçı arkadaşım Mir Perwer’in Fransa’da katledilmesine karşı ölüm yıldönümünde “saygıyla” dememdi. Bunları açıklamak zorunda kaldım.
Sonuçta bildiğim tek şey, insan onurunu yaşatmak ve her koşulda dimdik mücadele etmektir. Benim, bizim birinci esasımız budur. Fikirlerimizi kuşatmaya kimsenin gücü yetmez!