İzmir’de belediye işçilerinin grevinde, CHP’nin grev kırıcı, saldırgan yüzü bütün çarpıcılığı ile ortaya çıktı.
Belediye başkanı Cemil Tugay, yandaşları ile birlikte çöp toplayarak şov yapıyor; o sırada orada olan grevci işçiye “grev evde yapılır burada ne işin var” diye saldırıyor; “grev kırıcılık, başka işçi getirip çalıştırmakla olur, burada İzmir halkı kendi çöpünü topluyor” diye çarpıtma ve demagoji yapıyor; bildiği tek mücadele tarzı, “AKP’ye karşı muhalefet” olan yandaş kalemşorları, hakkını arayan belediye işçisini AKP’li olmakla, AKP’nin işini kolaylaştırmakla suçluyor!
19 Mart’tan bu yana meydanlarda demokrasi nutukları atan Özgür Özel, bir taraftan “işçilerin mücadelesine karışmayız” derken, diğer taraftan yepyeni “grev kırıcılık” tanımları üreterek, İzmir halkını işçilere karşı kışkırtmaya uğraşıyor. DİSK’in başka işçi direnişlerindeki eksiklikleri gündemleştirilerek “DİSK-AKP ortaklığı”ndan dem vuruluyor!
Bir kadın işçi “grev kırıcılığı yapıyorsunuz” deyince, elindeki sopayı gösteren biri “senin kafanı patlatırım” diye bağırıyor…
Önce kavramları düzeltelim: Grev kırıcılığın tanımı nettir. Grevde olan ve bu nedenle de mal-hizmet üretmeyen işçinin yapmadığı işi, yapmak üzere birilerinin harekete geçmesi, geçirilmesi ve işin yaptırılması grev kırıcılıktır!
Bu iş dışarıdan getirilen işçilere mi yaptırılıyor; “İzmir halkı” adı verilen, elinde sopalarla grevcileri tehdit eden ne idüğü belirsiz mafya artıklarına mı yaptırılıyor; belediye başkanları, daire başkanları, şefler, avukatlar, formenler gibi belediye kadrolarına mı yaptırılıyor; bunların hiç biri önemli değildir. Önemli olan, grevdeki işçinin yapmadığı işin, greve destek vermeyen birileri tarafından, bir biçimde yapılmasıdır. Hangi biçimde ve kimlere yaptırıldığının hiç önemi yoktur.
Sınıf mücadelesinin bu en temel gerçeği ortaya koyulduğunda, çöp toplayan belediye başkanının da doğrudan “grev kırıcısı” olduğu netleşecektir.
İşçiler ne istiyor?
İzBB’ye (İzmir Büyükşehir Belediyesi) bağlı İZELMAN, İZENERJİ ve Egeşehir’de çalışan yaklaşık 23 bin işçi “eşit işe eşit ücret” talebiyle greve çıktı. CHP’li belediyelerin örgütlü olduğu SODEM-SEN (Sosyal Demokrat Kamu İşverenleri Sendikası) son olarak yüzde 29,16 zam teklif etmişti. Resmi enflasyon oranının bile çok altında olan ve gerçekten sefalet ücretini dayatan bu zam, işçilerin ücretlerinin en düşük 44 bin, en yüksek 56 bin olmasını getiriyor.
DİSK’e bağlı Genel-iş sendikasının 1, 2, 3 ve 9 No.lu şubelerinde örgütlü olan işçiler ise, kendileri ile aynı işi yapan diğer belediye şirketlerinde çalışanların aldığı 59 bin ile 81 bin lira arasında değişen ücretler düzeyinde zam yapılmasını istediler. Bu şirketlerde Türk-iş’e bağlı Belediye-iş sendikası örgütlü. Bir önceki belediye başkanı Tunç Soyer görevden ayrılmadan birkaç gün önce, işçiler için görece iyi koşullar getiren bu sözleşmeyi imzalamışlar.
Şimdi belediye işçileri, Belediye-iş sendikasına üye belediye işçileri ile imzalanan sözleşmenin benzerini imzalamak, “eşit işe eşit ücret” talebini yükselttiler.
Tipik “patron” söylemi
Belediyenin bu talebi reddetme sebebi, klasik patron söylemlerinden farklı değil! Bir fabrikadaki işçiler zam istediğinde patronun “ekonomik kriz var, hepimiz bu krizden etkileniyoruz” demesi gibi, belediye patronları da “AKP bütçemizi kıstı, hepimiz bundan etkilendik” diyorlar.
AKP’nin, belediyelerin gelirlerini kısmak için çok çeşitli manevralar yaptığı biliniyor. CHP’li belediyeler de bu mazeretin arkasına saklanarak, faturayı işçilere ödetmeye çalışıyorlar. AKP’nin kendilerinden kestiği parayı, işçilerden çıkartıyorlar. AKP ve CHP, hep birlikte işçileri asgari ücrete mahkum etmek, bütün ücretleri asgari ücrete eşitlemek konusunda aynı noktada birleşiyorlar.
Çünkü bir taraftan AKP’nin bütçe kesintilerini bahane eden CHP’li belediyeler, farklı harcamalar sözkonusu olduğunda daha rahat davranıyorlar. Bir konsere çağırdıkları sıradan bir popçuya milyonlar ödeyen belediye patronları, işçi ücretleri sözkonusu olduğunda birden “AKP mağduru” hale geliyorlar. Keza ihaleler konusunda da CHP’li belediyelerin sicili son derece kabarık. Ama işçilere zam sözkonusu olduğunda hemen “tasarruflu” bir poz takınıyorlar. İşçilerin ücretleri konusunda, CHP’li belediye başkanları da herhangi bir patrondan farklı değil!
Geçtiğimiz yıl Maltepe, Kadıköy başta olmak üzere belediye işçilerinin direnişlerinde, AKP’nin resmi ekonomi rakamlarına bağlı olarak TİS imzalayan CHP’li belediyeler, İzmir’de de sefalet zammı dayattılar. Ayrıca işçilerin bugüne kadar mücadele ile kazandıkları yan haklarını da gaspetmeye çalışıyorlar.
Bu süreçte Belediye-iş ile bugün tartışma konusu olan sözleşmeyi imzalayan eski İzBB Başkanı Tunç Soyer de “Belediyelerde personel ücretleri, belediye gelirinin yüzde 30’unu geçemez. Bizim imzaladığımız sözleşme de buna uygundu. Kaldı ki, Belediye-iş sendikası ile bu sözleşmeyi imzaladığımızda, yeni aday olan Cemil Tugay da ‘oylarımızı artırır’ diye sevinmişti” açıklamasını yapıyor. O gün çıkarlarına uygun olduğu için onaylanan sözleşme, bugün lanetli ilan ediliyor. Tipik bir patron yaklaşımı.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay’ın 5’li çete ile ilişkisi biliniyor ve aslında CHP tabanında çok geniş bir kesimin tepkisini çekiyor. İşçilerin karşısına doğrudan grev kırıcı olarak çıkması, yanında gezdirdiği grev kırıcıların, eli sopalı mafyatik tipler olması da bu tepkiyi daha da büyütüyor.
Cemil Tugay, işçilerin istediği ücretlerden çalışma koşullarına kadar her şeyi maniple edecek biçimde röportajlar veriyor, sosyal medya paylaşımları yapıyor. Kitleyi kendi tarafına çekebilmek için Yılmaz Özdil gibi ırkçı-şoven, CHP içinde bile tutunamayan unsurları kullanmaya çalışıyor.
Kullandığı argümanlardan biri de, belediye işçilerinin ücretlerinin, İzmir halkının katılacağı bir referandumla belirlenmesi. Diğer söylemlerinin yanısıra, özellikle bu referandum önerisi son derece tehlikeli ve çarpık bir tekliftir.
En başta, işçi ücretleri referandumla değil, yüzyıllardır ülkemizde ve dünyada gerçekleşen sınıf mücadelesinin sonucu olan yasalarla belirlenir. Bu yasalar elbette genellikle işçinin lehine değildir. Ancak bu durum da bir mücadele konusudur; referandum konusu değil.
İkincisi, işçilerin ücretlerine karar vermesi istenen İzmir halkının, İzmir Belediyesi’nin bütçesini, diğer harcama kalemlerini, ihalelere ödenen paraları, konserlere yapılan harcamaları, belediye başkanının giderlerini vb. tüm belediye gelir-gider tablosunu görmesi-öğrenmesi gerekir. Elbette Cemil Tugay’ın kastettiği bu değildir. Onun isteği, belediye işçilerinin ücretlerini, tıpkı diğer patronların yaptığı gibi, asgari ücret bandına taşımaktır.
AKP’nin çıkarına mı?
İşçilere dönük en büyük suçlama ise, yaptıkları grevin AKP’ye yaradığı, hatta AKP ile işbirliği halinde CHP’li belediyenin yıpratıldığı suçlaması.
Oysa grev ve hak mücadelesi, bu mücadelede elde edilen kazanımlar, en çok AKP’yi korkutur. Çünkü örnek yaratır, başka işçileri de cesaretlendirir, işçilerin sınıf bilincini artırır.
Burada asıl sorun, DİSK’in ve Genel-iş sendikasının içine düştüğü durumdur. CHP’li belediyelerle ortaklık içinde üye sayısını artıran, örgütlenmesini belediye patronları ile işbirliği içinde gerçekleştiren sendika, bugün CHP ile ilişkilerini bozma ihtimalinden ürküyor, işçilerin arkasında durmakta zorlanıyor.
İzmir’de 23 bin işçi, bütün bu ideolojik bombardımanın, fiili müdahalelerin, grev kırıcılığın baskısı altında direnişlerini sürdürmeye çalıştı. Her gün eylemler yaptılar, kendilerine destek veren İzmir halkı ile birlikte tepkilerini ortaya koydular.
Ancak sendikanın zayıflığı ve CHP ile kurduğu yanlış ilişki, işçilerin kazanmasının önündeki en büyük engeldi; sonucu belirleyen de bu oldu. İşçilerin 28 Mayıs gecesi başlattıkları grev, 7. gününde sona erdi. Sendika, İzBB Başkanı Tugay’ın dayattığı koşullarda, 1 Ocak 2025 itibariyle yüzde 30, 1 Temmuz itibariyle yüzde 19 zam teklifinin altına imza attı.
İşçilerin, sadece patronlara karşı değil, sendika ağalarına karşı da mücadele etmeleri, özellikle DİSK’in CHP ile kurduğu yanlış ilişkinin sınıf mücadelesine olan zararlarını teşhir etmesi de büyük bir önem taşıyor.