Bir dönüm noktası: ’84 Ölüm Orucu ve Fatih’in önderliği

İnsanların yaşamında olduğu gibi, ulusların, toplumların tarihinde de “dönüm noktaları” vardır. “Dönüm noktası” önceki dönemden niteliksel bir sıçrayışı ifade eder. Bir yön değişimi, farklılaşmadır.

1984 yılında İstanbul cezaevlerinde başlayan Ölüm Orucu (ÖO) da 12 Eylül’ün yenilgi ruh halinin kırılmasında bir “dönüm noktası” olmuştur. Sadece cezaevleriyle sınırlı olmayan, ülke geneline yayılan bir silkinmenin, yeniden doğruluşun “miladı”dır. 

12 Eylül faşizmi, en büyük darbeyi komünist ve devrimcilere indirdi. Zaten işbaşına gelmesinin temel amacı, sivil faşistlerle ve sıkıyönetimle bastıramadığı halk hareketini askeri darbeyle bastırmaktı. Onun için ilk önce bu hareketin önderlerini yok etmeyi hedefledi. Kimini sokak ortasında katletti, kimini işkencehanelerde, idam sehpalarında öldürdü; büyük bir kısmını ise hapsettiği zindanlarda teslim almaya, devrimci kimliğinden soyundurmaya çalıştı.

12 Eylül cezaevleri, faşist cunta ile devrimci iradenin çarpıştığı mekanlar halini aldı. Akıl almaz işkenceler, yaptırımlar, katliamlar yapıldı. Diyarbakır ve Mamak başta olmak üzere tüm cezaevlerinde faşizm büyük oranda hakimiyet sağladı. Ama İstanbul’da bunu başaramadı. 

’84 yılında “tek tip elbise” saldırısı ile bu kalede ilk gediği açmaya girişti. O güne dek devrimci tutsakların oluşturduğu “direniş cephesi”ni kırmayı başardı da. “Altını giyelim, üstünü giymeyelim”den, “tutsak kimliği”ni takmaya varana kadar süren tartışmalar, teslimiyetin “eğik düzlemi”ne girildiğinin göstergesiydi. Bu kötü gidişin önünü almanın tek yolu, o güne dek yapılan eylemlerden daha radikal ve etkili bir eylem biçimine geçişti. ’84 ÖO eylemi, bu koşullarda gündeme geldi.  

Sadece İstanbul’da değil, bulundukları tüm cezaevlerinde direnişin başını çeken ihtilalci komünistler, ’84 ÖO eyleminin de öncüsü oldular. O güne dek işkencede-zindanlarda direnişle adı özdeşleşen M. Fatih Öktülmüş’ün eylemin başında yeralması ise, direnişin ölüme dek süreceğinin ve teslim alınamayacağının garantisiydi. Fatih’in varlığı, sadece ÖO’ya katılanlarda değil, tüm tutsaklarda moral kaynağı iken, cezaevi idaresi başta olmak üzere faşist cuntaya en büyük korkuydu.

 

O bir “kutup yıldızı”dır!

Fatih, ’84 ÖO eyleminin bir ‘dönüm noktası’ olduğunun ilk ayrımına varanlardandı. Bu eylemde yer almasındaki ısrarı da bu yüzdendir. “Dün erkendi, yarın ise geç kalınacak” diyerek, ÖO’ya bakıştaki farklılığı ortaya koydu. O güne dek faşizmin her saldırısı karşısında ÖO’yu öneren ve onun önemini azaltanlardan da; ÖO’yu ‘maceracılık’, ‘kişisel kahramanlık’, ‘cinayet’ gibi gören siyasal yapılardan da komünistleri ayıran işte bu bakış açısıydı.

“Parti örgütünün ve bu adı almayı haketmiş parti liderlerinin önemi…  karmaşık siyasal sorunları çabucak ve doğru çözmek için gerekli bilgileri, gerekli deneyimleri ve -bilgi ve deneyimin yanısıra- gerekli siyasal içgüdüyü edinmekten ibarettir” diyor Lenin. Bir eylemin içindeyken, o anı yaşarken, bir ‘dönüm noktası’ olacağını ve tarihe damgasını vuracağını anlayabilmek kolay değildir. Fatih bunu görebilen, o “siyasal içgüdü”ye sahip komünist bir önderdi. Onun için sadece ‘84 ÖO eyleminde değil, yaşadığı süre içinde birçok ‘dönüm noktası’na damgasını vurabilmişti.

’84 ÖO’ya iki örgüt (TİKB ve DS) katılmıştır. İki örgütün de ÖO ekibinde önder kadroları vardır. Fakat devrimci tutsakların kalbi Fatih’le atar. Çünkü bilirler ki, Fatih’in yer aldığı hiçbir direniş yenilmemiştir, Fatih varsa, zafer yakındır. O da yoldaşlarının ve tüm devrimcilerin bu güvenlerini boşa çıkarmaz. Zaferin ölümle geleceğini bildiği için, tüm ekipte ölüme doğru bir koşu başlatır; “ipi ilk kim göğüsleyecek” yarışıdır bu. Etrafına moral ve kazanma tutkusu aşılar; buzkıran olur, zaferin yolunu düzler.

Bu eylemde TİKB MK üyesi Mehmet Fatih Öktülmüş ile Devrimci Sol savaşçıları Abdullah Meral, Hasan Telci ve Haydar Başbağ şehit düştüler. Fakat “tek tip elbise” saldırısı başta gelmek üzere faşist yaptırımlara bedenleriyle barikat oldular ve cuntanın İstanbul cezaevlerini teslim alma planını suya düşürdüler. Yanı sıra teslimiyet kulvarına giren hareketleri durduran, onları yeniden direnişe çeken bir rol oynadılar.

Onun için ’84 ÖO, sadece faşizme karşı değil teslimiyete karşı da direnişin zaferidir. Aynı zamanda dışarıdaki harekete de itilim kazandıran, ilk kıvılcımı çakandır. Ölümleri durdurabilmek için tutsak aileleri Taksim’deki anıta “siyah çelenk” koydular; gözaltına alındılar, tutuklandılar. 

Bu eylem, 12 Eylül sonrası dışarıdaki ilk kitlesel eylemdi. Ve tutsak ailelerinin örgütlenmesindeki ilk adımdı. Ardından öğrenci gençliğin ve işçi sınıfının eylemleri başlayacaktı. Fatih’in ölmeden önce söylediği ‘BİZ KAZANACAĞIZ’ sözü, zindanlardan sokaklara yayıldı, kitle eylemlerinin sloganı haline geldi.

O bir “kutup yıldızı”dır! En karanlık günlerde dahi zafere olan inancını asla yitirmez, etrafına ışık saçar. Ozanın tanımladığı gibi; “Ne kopmuştur hiçbir zaman kök saldığı kutsal yerinden / Ne de boyun eğmiştir ölüm kusan hiçbir karanlık önünde / Nasıl susulursa bin yıllık zamana karşı okyanus dilinde / Aynen öyle parlamıştır tüm gecelerin gökyüzünde / Aynen öyle…”

Bir direniş ustası

Mehmet Fatih Öktülmüş Türkiye devrimci hareketinin 1971-1984 kesitinde direnme geleneğinin en önünde yürümüş, üst aşamalara yükseltmiş bir direniş ustasıdır. O’nun 1971’de İzmir’de, 1976’da Adana’da, 1978’de İstanbul’da ve 1981’de Adana/Ankara/İstanbul işkencehanelerindeki direnişleri, her defasında bir yükseliş içermiş ve zirveye tırmanışla tamamlanmıştır. Buna, direnme geleneğinin devrimci demokrasi düzleminden alınıp proleter sosyalist mevzilere taşınmasının tarihi de diyebiliriz. 

12 Mart sonrasında ihtilalci komünist hareketin ilk direniş destanını, hep ilk olma onurunu taşıyan üstün nitelikli komünist önder Osman Yaşar Yoldaşcan yazmıştır. 1976 yılında bir çatışma sonucu yaralı olarak yakalandığında tek kelime konuşmadığı gibi, sahte kimliğindeki “Veli Ala” adıyla direnmiş, işkencecileri buna inandırmıştır. Cezaevinden kaçırılıncaya değin de gerçek kimliği açığa çıkmayacaktır. Aynı yıl Mehmet Fatih Öktülmüş de Adana’da yakalanır.

Fatih, bir devrim kahramanının mayasıyla yoğrulduğunu işkencedeki direnişiyle de kanıtlar. Cellatları, ne poliste ne de cezaevinde en vahşi işkencelere rağmen boyun eğdiremezler ona. Üstelik cezaevinden çıktıktan sonra 1978 yılında İstanbul’da tekrar yakalandığında, çok daha görkemli bir şekilde direnecek, tutanakları imzalamayı reddedecektir. 

Fatih’in bir başka yönü de Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermektense ser vermeyi seçen İsmail Gökhan Edge gibi genç devrimciler yetiştirmesidir.

Direnme geleneğinin ihtilalci komünist saflarda yerleşip gelişmesinde Mehmet Fatih Öktülmüş’ün öncü rolü tartışılmaz. 1981 yılında yaralı olarak yakalandığı halde ve doksan gün boyunca ağır işkenceler görmesine rağmen sahte kimliğinde direnmiş, ifade vermemiş ve tutanakları imzalamayı reddetmiştir. Fatih’in attığı bu adım, direnme geleneğimizde bir yenilik, bir sıçramadır. Bu tavır, sonrasında başka yoldaşları tarafından da sürdürülecek, sonra kitlesel bir hal alacaktır.

Başta M. Fatih Öktülmüş olmak üzere ihtilalci komünistler, direnme geleneğini aynen korumaya, yani mekanik olarak yeniden üretmeye çalışsaydı, onu bugüne dek yaşatmak mümkün olmazdı. Lenin’in de belirttiği gibi “mirası korumak, kendini mirasla sınırlamak anlamına gelmez.” Aksine, devralınan mirası özümlemeye, sağlamlaştırmaya, onu tutarlı ve kararlı mücadelelerle geliştirmeye ve yenilemeye çalışmak gerekir. Yapılan budur. 

Ülkemizde işkencede direniş deyince, Kaypakkaya’dan sonra ilk akla gelen Fatih’tir. Bugün hala işkenceciler, direnen devrimcilere ‘Fatih gibi’ diyorsa ve hala onu unutamıyorlarsa, yarattığı efsanevi direnişinden dolayıdır. O, her alınışında, bir önceki direnişinden çıkardığı derslerle, direnişi daha ileri taşımıştır. Sadece kendi tecrübesiyle değil, yoldaşlarının tecrübesiyle birleştirip örgüt düzeyine çıkarmış, ardından genele maletmeyi başarmıştır.

“Yeni tipte insan” örneği

Fatih’i sadece direnişçi özellikleriyle anlatmak eksik kalır. Esasında o büyük direnişçiliğin altında insanlığın bugüne dek yarattığı erdemleri, proleter devrimci özle sentezleyen komünist kişilik yatmaktadır. 

Fatih, ‘geleceğimiz insanının, günümüze düşmüş halidir’. Bu tanım, belki de onu en iyi anlatan cümledir. O yeni tipte insanın, sosyalist insanın bir izdüşümü gibidir. İnsan ilişkilerinde ve örgütsel çalışmalarda bu dünyanın değil, ‘geleceğin insanını’ görürüz. Onu tanıyan herkeste büyük bir hayranlık ve saygı uyandıran, bu farklılığıdır. 

Fatih, sosyalist inşanın Stahanov’udur. Onun gibi davasıyla bütünleşmiş, enerjisi ve yaratıcılığı ile geliştirmiş ‘yeni tipte insan’ karakteridir. Onun içindir ki, yoldaşlarında, işçi ve emekçilerde, onunla aynı cezaevinde yatmış devrimcilerde, hatta adli mahkumlar içinde bile, hep ayrı bir yeri olmuştur.

Bugünün yozlaştıran ve çürüten ortamına ve devrimci saflara kadar uzanan etkilerine karşı Fatih’in komünist erdemlerini, proleter devrimci özelliklerini kuşanmak gerekir. İyi bir devrimci, iyi bir komünist olmak isteyen ve saflarımıza katılan her yoldaş, Fatih’i örnek almalı, onun erdemleriyle donanmayı hedeflemelidir. Fatih’in yoldaşı olmanın onurunu, aynı zamanda sorumluluğunu duyumsamalı ve ona uygun davranmalıdır. 

Lenin, yoldaşı Sverdlov’un ölümünün ardından; “her insanın yeri mutlaka doldurulur, ama Sverdlov’un yerini doldurabilmek, onun tek başına yaptığı işleri yapabilmek için, en az on kişi gerekir” diyor. Yoldaşları da Fatih’in ardından “O, hepimizin toplamıdır” demişlerdir. 

Örgütçü Fatih, komutan Fatih, direnişçi Fatih… Ama onun insanal özellikleri, komünist erdemleri, diğer tüm özelliklerinin üstündedir ve esasında hepsinin kaynağıdır. Bizim Fatih’ten asıl almamız gereken de bu erdemlerdir.

Fatih, ihtilalci komünist hareketin kurucusu, önderidir. Aynı zamanda Türkiye devrimci hareketine mal olmuş bir devrim şehidi ve önderidir. ’70’li yıllara damgasını vuran ve TDH’nin sahiplendiği Deniz, Mahir, Kaypakkaya gibi Fatih de tüm devrimci hareketlerin sahiplendiği bir değer olmuştur. 

Şunu da bilmeliyiz ki, Fatih o yılların devrimci önderlerinden çok daha zor olanı başarmıştır. Çünkü Fatih’in içinde bulunduğu 70’li yılların ikinci yarısından itibaren 80’lere kadar uzanan dönem, -68’lerin aksine- TDH’de bölünmüşlüğün, grupçuluğun, benmerkezciliğin had safhada yaşandığı bir dönemdir. Bırakalım birbirine saygıyı, silah çekecek, öldürecek boyutlara varan bir rekabet ve düşmanlık vardır. Fatih işte böyle bir dönemde, tüm devrimci hareketin sevip saydığı bir önder olabilmeyi başarmıştır.

Fatih aynı zamanda enternasyonalisttir. Che Guevara’nın bir devrimci başkasına atılan tokadı kendi yüzünde hissedendir dediği gibi, ezilen halklara atılan her tokadı yüzünde hissetmiştir. Denizlerin Filistin halkıyla dayanışmasını 12 Eylül sonrasına taşımış, Filistin’in gerçek dostlarının komünist ve devrimciler olduğunu bir kez daha göstermiştir. 1982 yılında İsrail’in Filistin halkına karşı giriştiği katliam sonrası Filistinlilerin çektiği acıyı yüreğinde duyan ve ilk çıktığı duruşmada mahkeme heyetine “Filistin evlatları için KAN VERMEK İSTİYORUZ” diyen bir komünisttir. Tutsak olduğu koşullarda bile Filistin’le dayanışmanın yollarını bulmuştur.

Gelenek sürüyor

Tarihimizde Baba İshak’tan Şeyh Bedrettin’e, Pir Sultan’dan Hikmet Kıvılcımlı’ya, Seyit Rıza’dan İbrahim Kaypakkaya’ya ve M. Fatih Öktülmüş’e uzanan bir direniş geleneği var. 

Bu gelenek sürüyor. 2025 1 Mayısı’nda gözaltına alınan gençler arasında bile açlık grevi yapan, ifade vermeyenler oldu. Sadece gözaltında değil, yaşamın her alanında militan ve direnişçi çizgiyi koruyor, geliştiriyoruz. Elbette bu direnişin temelinde yatan devrimci ahlak ve komünist erdemlerle donanma çabasıyla birlikte… 

Hem gençlik içinde hem de işçi ve emekçiler arasında direniş destanları yazmaya aday daha nice insanlar vardır. Ünlü heykeltıraş Michelangelo’nun dediği gibi, “mesele, taşın içinde zaten varolan biçimi, fazlalıklardan kurtarmaktır.” Perspektif bu olduktan sonra saflarımızdan yine Fatih’ler, Remzi’ler, Nilgün’ler çıkacaktır.

Kaynakça: “Kutup Yıldızı” ve “İşkencede Direnme Savaşı” adlı kitaplar (Yediveren Yayınları) 

DÖNÜM NOKTASI

Kaç mevsim geçti gölgelerle kaplı

O yalansız güzelliklerin üstünden

Kaç ölüm, kaç işkence

Kaç direnme türkülendi 

Bir ezgi uğruna ateş basılan dillerinde

O güzelliklerin geleneği kimde şimdi

O dönüm noktasında 

Bahçeler dolusu yüreğin

Ve tek tek seslerin mirası kimde?

Kirletilmiş bir mavinin iğrençliğinden 

Ve yüreği mühürleyişinden uzak

Gül üstüne kırmızı bir tişörtün

Geleceği kucaklayan anlamıdır çoğalan

Nasıl da yalan renklere bürünmüş

Dönüm noktasına tutulan zaman aynası

Her düşte başka bir toz bulutu

Başka bir duman

Tam yetmişbeşinci gündü oysa

O gün daha yeni çiçekleniyordu bademler

Dallara güneş emziren pembe bir sevinçte

Ve leylak kolonyası bekliyordu dostlar

Yaklaşan ölüm kokusunu yıkamak için

Açlığın çürüttüğü buğday tenlerinde

Direnci anıtların diliyle sonsuzlaştıran

Ve tekerlekli bir koltuktan uzanarak

Tel örgülerde kerpetenleşen ellerin

Zafere olan inancıdır hala

Kulaklarımızda durmadan yankılanan…

                                               Adnan Yücel

Bunlara da bakabilirsiniz

CHP Buca Belediyesi’nde grev kırıcılığına devam ediyor

Buca Belediyesi’nde Genel-İş 5 No’lu Şube’de örgütlü 1763 işçi; aylardır ödenmeyen ücretleri için 18 Haziran’da …

“Zeytinlikleri talan yasası”na karşı eylemler yapıldı

Zeytinlikler başta olmak üzere, tarım alanlarını ve ormanları maden şirketlerinin yağmasına açan ve “Süper Talan …

İsrail-İran savaşı ne anlatıyor?

İsrail’in başlattığı İran saldırısının üzerinden yaklaşık bir hafta geçti. Geçen hafta İsrail’in İran’a, İran’ın İsrail’e …