Erdoğan yönetimi, giderek eriyen kitle desteğine karşın ayakta kalabilmek için her yöntemi kullanıyor. Önceki yıllarda “düşman” muamelesi yaptıkları DEM Parti ile şimdilerde yakın ilişki içindeler. Öyle ki daha önce kapatılmasını istedikleri bu partiye “bayramlaşma”ya gidiyorlar, “DEM’li çaylarından” içiyorlar, samimi pozlar veriyorlar…
PKK’nin kendini feshini duyurduğu 12. Kongre’den sonra AKP-MHP bloku ile DEM Parti’nin ilişkilerinin daha da artması bekleniyordu. Fakat “infaz yasası”nda bile DEM’in talepleri dikkate alınmadı. Yaklaşık 20 bin kişinin tahliye edildiği infaz değişikliğinde, “hasta tutsaklar” serbest bırakılmadı. Bunu da “FETÖ’cüler de çıkacaktı” diyerek gerekçelendirdiler, sonra “Ekim ayına yeni bir düzenleme yapılacağını” söyleyerek beklentiyi canlı tutmaya çalıştılar.
DEM Parti yetkilileri “infaz yasası”nda uğradıkları hayal kırıklığını, “dağ fare doğurdu” diyerek ifade etti. Ama hala “barış” ve “demokrasi”den dem vuruluyor, “yeni anayasa” üzerine konuşuluyor, umut ve beklenti havası sürüyor.
AKP-MHP bloku bir yandan “barış” üzerine demagojiler yaparken, bir yandan saldırılarını arttırıyor. Hasta tutsakların serbest bırakılması, belediyelere kayyum atanmasına son verilmesi gibi en geri talepleri bile karşılamıyorlar. Aksine yeni operasyonlara ve kayyum siyasetine devam ediyorlar.
Yeni “düşman” CHP
AKP işbaşına geldiğinden bu yana işçi ve emekçilere, Kürt halkına yönelik baskı ve şiddeti arttırarak sürdürdü; diğer yandan da klikler arası çatışmaları en keskin haliyle yürüttü. Şimdiki “düşman”ın adı CHP!
CHP’li belediyelere yönelik saldırılar dalga dalga büyüyor. En son “5. Dalga” adı verilen gözaltı-tutuklama saldırısıyla 19 Mart’tan bu yana 11 CHP’li belediye başkanı tutuklanmış oldu. Ayrıca yüzlerce belediye çalışanı da bu saldırıdan nasibini aldı.
İstanbul-Esenyurt’la başlayan tutuklama furyası, “5. Dalga” ile Adana’ya da sıçradı. Adana’nın Seyhan ve Ceyhan belediye başkanları “yolsuzluk” suçlamasıyla tutuklandı. Kimi belediyelere “terör” davası açarak kayyum atadılar. Ya da Gaziosmanpaşa’da AKP’nin mecliste çoğunluğuna dayanarak, AKP’li belediye başkanı seçtirdiler. Böylece seçimlerde kaybettiği yerleri operasyonlarla ele geçirmiş oldular.
“5. Dalga”da gözaltına alınan belediye başkanları ve çalışanlarının iki kolundan iki polisin tutarak askeri nizamda yürütülmesi, bu kişileri daha baştan “suçlu” gösterme ve “itibarsızlaştırma” politikasının son örneği oldu. Bu uygulamalar, komünist ve devrimcilere, yurtseverlere hep yapılıyordu zaten. Ama ana muhalefet partisi mensuplarına yapılması yeni bir durumdu ve tepkilere yol açtı.
Aynı durum “itirafçılaştırma” politikası için de geçerlidir. Son operasyonların itirafçıların ifadeleriyle başlatıldığı söyleniyor. Aslında AKP, gerek dalga dalga süren operasyonları, gerekse itirafçılaştırma politikasını Ergenekon’dan FETÖ’ye rakip gördüğü kliklere karşı da yapmıştı. Şimdi buna CHP eklendi.
İtirafçılaştırma politikası
AKP’nin itirafçılaştırma politikası 12 Eylül dönemini aratmayacak boyutlara tırmandı.
İtirafçıların sayısını arttırmak için her yöntemi deniyorlar. Tutuklular “hastaneye” diyerek cezaevinden alınıp savcılığa götürülüyor, yıllarca hapis yatacağı tehdidiyle yeniden ifade vermeye zorlanıyor. Henüz hükümlü olmadıkları halde farklı illerdeki cezaevlerine sevk ediliyorlar. Hem fiziki hem psikolojik eziyet yapılarak itirafçı olmaya zorlanıyorlar.
İBB’de Medya AŞ Genel Müdürü olarak görev yapmış İpek Elif Atayman’a yapılanlar, bu durumu en çarpıcı haliyle ortaya koydu. Ailesine ve avukatlarına haber verilmeden 5 Haziran günü Silivri’den Ayfon’a sevkedilen Atayman, “bir metrekarelik zırhlı bir kabinde kelepçeli olarak 7.5 saat süren bir yolculukla cezaevine nakledildiğini” açıkladı. Ve bu sürede kendisine “bir parça ekmek verildiğini, bileklerinin ise mosmor kesildiğini” belirtti. Ardında atıldığı hücrede yatak verilmediğini, 5 Haziran’dan bu yana yerde yattığını anlattı. Öncesinde de 72 gün hücrede tutulmuştu.
Ailelerinin ve avukatlarının ziyaretlerini de zora sokan sevk-sürgünlerle, psikolojik-fiziki baskılarla tutuklulara itirafçılık dayatılıyor. Ve onlardan alınan yalan-yanlış ifadelerle yeni operasyonlar düzenleniyor, tutuklulara yeni suçlamalar yapılıyor, serbest bırakılanlar yeniden tutuklanıyor.
Daha önce AKP’li belediyelerden de ihale alan A. İhsan Aktaş adlı bir müteahhit, İBB’ye rüşvet verdiğini söyleyerek itirafçı oldu. Rüşvet vermek de bir suç olduğu halde “etkin pişmanlık”tan yararlandırılarak tahliye edildi. Üstelik sanki sadece CHP’li belediyelere rüşvet vermiş de AKP’li belediyelere vermemiş gibi…
Zaten CHP’li belediyelere yapılan operasyonun hukuki değil, siyasi olduğu; yalnızca Erdoğan’ın İmamoğlu gibi bir rakibini saf dışı bırakması yönüyle değil, AKP’li belediyelere dönük hiçbir “yolsuzluk” soruşturması açılmamasıyla da anlaşılıyor ve bu kanaat güçleniyor.
CHP yönetimi hedefte
CHP’ye dönük saldırı sadece belediyelerle sınırlı değil. Doğrudan CHP yönetimi hedefte.
CHP’nin 4-5 Kasım 2023 tarihlerinde gerçekleştirdiği 38. Olağan Kurultayı’nın iptali ve parti yönetiminin görevden uzaklaştırılması talebiyle açılan dava sürüyor. CHP’nin eski Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş ile bazı parti delegeleri, söz konusu kurultayın usulsüz şekilde gerçekleştirildiğini öne sürerek iptali için dava açmışlardı. Bunun üzerine Özgür Özel, İmamoğlu’nun gözaltına alındığı günlerde “olağanüstü kurultaya gideceklerini” söylemiş ve 15 gün sonra yapılan kurultayda “tek aday” olarak yeniden başkan seçilmişti.
Böyle yaparak açılan davayı boşa düşürmeyi amaçladılar. Fakat AKP, CHP’yi içten parçalamak için davanın düşmesine izin vermedi. Başka dosyalarla da birleştirerek duruşmayı 30 Haziran’a attılar. Hazırlanan iddianamede, Özel ve İmamoğlu’nun da aralarında bulunduğu 12 kişi hakkında hapis cezası isteniyor. İddianamede, Kılıçdaroğlu mağdur, Lütfü Savaş ise müşteki sıfatıyla yer alıyor. Kurultayın iptali durumunda, kayyum atanması veya yönetimin Özgür Özel’den alınıp Kılıçdaroğlu’na iade edilmesi gündeme gelecek.
Bütün bunlar olurken, Kılıçdaroğlu’nun kurultaya dönük iddiaları doğrulayacak şekilde açıklamalar yapması, kendisinin haksızlığa uğradığını söylemesi, CHP’deki huzursuzluğu arttırıyor. Kılıçdaroğlu bu konuda savcılığa ifade vermeyi reddetti. Ayrıca sürekli tehditler aldığını söyleyerek onlara meydan okudu. CHP’ye kayyum atanması sözkonusu olursa, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geçerek en kısa sürede genel kurula götüreceği de söyleniyor.
Sonuçta CHP’de sular durulmuyor. Bu durum elbette AKP-MHP blokunun işine geliyor. Hem belediyelere yaptığı operasyon, hem de kurultayın iptali davasıyla CHP’yi kendi iç sorunlarına boğmuş oluyor.
Sonuç olarak
Erdoğan yönetimi ömrünü uzatmak için her yolu deniyor. CHP’yi abluka altına alırken, DEM’i de CHP’den uzaklaştırmaya, mümkünse kendi blokuna yaklaştırmaya çalışıyor.
“Yeni anayasa” hazırlıkları bu planın bir parçası. DEM’i küçük tavizlerle, CHP’yi de baskılarla “yeni anayasa”yı kabule zorluyor. Erdoğan, geçtiğimiz günlerde bir kez daha “emri hak vaki olana kadar buradayız!”, “biz yolcu değil hancıyız” diyerek, yönetimden gitmeyeceğini, hatta ölene dek başta kalmayı istediğini ortaya koydu.
DEM Parti, AKP-MHP blokuna yaklaşır mı? “Yeni anayasa”nın destekçisi olur mu? CHP üzerindeki baskılardan kurtulmak için kapalı kapılar ardında pazarlığa oturur mu?
Elbette bu olasılıklar var. Burada belirleyici olan sınıf mücadelesinin, toplumsal hareketin düzeyidir. 19 Mart’ta ortaya çıkan kitlesel tepki, ne yazık ki inişe geçti. CHP hafta sonu bir ilde, hafta içi İstanbul’un bir ilçesinde yaptığı rutin mitinglerle kitleleri geriye çekti. Böylece AKP karşısında inisiyatifi de yitirmiş oldu.
Bir kez daha görüldü ki, şu ya da bu düzen partisiyle değil, kendi örgütlerimizi yaratarak kendi özgücümüze dayanarak yükselttiğimiz mücadeleyle AKP-MHP blokunu, faşizmi ve gericiliği geriletebilir, yıkabiliriz. Başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçi kesimler ve gençler, faşizme ve gericiliğe karşı güçlerini birleştirmeli ve mücadeleyi büyütmelidir. Hak ve özgürlükleri elde etmenin başka yolu yoktur.