Yükselen gençlik hareketi üzerine

İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin İBB Başkanı İmamoğlu’nun diplomasının iptalini protesto için 19 Mart günü Beyazıt Kampüsü’nde polis barikatını aşarak yürümesi, sadece 19 Mart direnişinin başlama vuruşu olmakla kalmadı; gençlik hareketinin yeniden yükselişinin de miladı oldu.

O andan itibaren İstanbul başta olmak üzere birçok ilde üniversiteli gençlik sokaklara döküldü, polisle çatıştı. Hem 19 Mart direnişinin katalizörü oldular, hem de toplumsal muhalefetin önemli bir dinamiği olarak mücadeledeki yerlerini aldılar. Üstelik 19 Mart direnişiyle sınırlı kalmayıp 1 Mayıs’tan Gezi’nin yıldönümüne kadar her önemli gelişmede, bağımsız tavırlarını koyarak mücadeleyi ileriye taşıyan bir rol oynadılar.

Yeni bir gençlik hareketinin yükselmesi, her siyasal akımın gençliğe ilgisini arttırdı doğal olarak. Birçok yayın organında gençlikle ilgili yazılar yazılmaya, çeşitli görüşler ortaya atılmaya başladı. Ne var ki, bu yazıların ağırlıklı bölümü, bugünkü gençlik hareketini tanıma-anlama çabasından uzak, masabaşı, klişe değerlendirmelerden oluşuyordu. Dahası gençlik konusunda geçmişin yanlış bakışaçısı yeniden hortlamıştı. Bunların bazıları üzerinde duracağız. Gençlik alanında da anti-ML akımlarla ideolojik mücadelemiz sürecek.

Sonuçta hepi-topu üç aylık bir süreçten sözediyoruz. Fakat bu üç ay içinde gençlik hareketi önemli bir mesafe katetti. Buna karşın başta örgütlenme olmak üzere çok ciddi eksiklikleri de bulunuyor. Gençliği ve mücadelesini abartmadan, aynı zamanda asla küçümsemeden ele almalı ve önünü açmalıyız. Gençliğin bugünkü durumunu olabildiğince objektif biçimde değerlendirmek, eksik ve yanlış yönleri konusunda uyarmak, en başta komünistlerin, proleter devrimcilerin görevidir.

Bunu başaracak perspektife, birikime, deneyime sahibiz. ’80 sonrası gençlik içinde kısa zamanda büyüyerek döneme damgasını vuran eylemlere imza attık. Öğrenci Dernekleri’nde, il ve ülke platformlarında aktif çalışma yürüterek onların önünü açan, yeni bir ufuk ve militanlık taşıyan bir misyon oynadık. Gençlik hakkındaki yanlış bakışaçılarıyla mücadele ederek ML bir gençlik hareketi yarattık. Gençliğin tarihsel birikimiyle donanıp onu daha ileri taşımayı başardık. Şimdi bunun özgüveniyle yeni gençlik hareketini örgütleme ve geliştirme göreviyle karşı karşıyayız.

 

19 Mart birdenbire patlamadı

İlkin şunu belirtelim; her patlamada olduğu gibi 19 Mart direnişiyle gelişen üniversite gençlik hareketi de bir birikimin üzerinden yükseldi. Bu durum genelde gözardı ediliyor. Sanki 19 Mart öncesi gençlikte yaprak kımıldamıyormuş da, bir anda ortaya çıkmışlar gibi bir yaklaşım, diyalektiğe de, somut gerçekliğe de aykırıdır.

Öncesinde varolan gerek nesnel, gerekse öznel gelişmeler, 19 Mart’a uzanan sürecin taşlarını döşemiştir. Tarihsel birikimin ötesinde, son yıllarda yaşanan eylemleri hatırlamak bile, 19 Mart’ın birdenbire patlamadığını ortaya koyar.

Geçtiğimiz yıllarda “barınamıyoruz” eylemlerinden artan intiharlara, yemek zamlarından yurt sorunlarına kadar birçok konuda gençliğin eylemli protestoları oldu. Keza Boğaziçi Üniversitesi’nde (BÜ) kayyum rektöre karşı istikrarlı ve kararlı bir mücadele hattı kuruldu. BÜ’lü öğrenciler ve öğretim üyelerinin eylemleri, başta İstanbul olmak üzere birçok ilde yapılan gösterilerle desteklendi. Kayyumlara karşı en ciddi ve en uzun süreli mücadeleyi üniversite gençliğinin verdiğini söyleyebiliriz.

Yanı sıra “diploma törenleri” hemen her üniversitede protesto eylemlerine sahne oldu. Üniversiteyi birincilikle bitiren öğrenciler bile sistemi ve üniversitelerin durumunu eleştiren konuşmalar yaptılar. Bu tepkiler üzerine “diploma törenleri” de yasaklanmaya başlandı. Buna karşın ODTÜ başta olmak üzere birçok üniversitede alternatif törenler düzenlendi. Bu törenlerde çarpıcı pankartlar açıldı, sloganlar atıldı.

Ayrıca giderek artan yoksullaşma, gençliği derinden etkiliyor, parasızlık yüzünden okulunu bırakanlar artıyordu; hem okuyup hem çalışan öğrencilerin sayısı her geçen yıl daha da çoğaldı. Eğitimin kalitesindeki düşüş, artan baskılar, liyakatsizlik ve kayırmacılık, gençliğin geleceğe dönük umutlarını iyice söndürdü.

Dolayısıyla hem nesnel hem öznel gelişmeler, gençlik içinde zaten tepkileri biriktirmiş, yer yer eylemlere döker hale getirmişti. 19 Mart, bu sürecin bir sonucu; aynı zamanda yeni dönemin başlangıcı oldu.

 

Gençlik sadece üniversitelilerden

ibaret değildir

19 Mart direnişi döneminde, liseli gençlik de okullardan sokaklara taşan eylemlere imza attı. Proje Okulları’nda ilerici-demokrat öğretmenlerin tasfiyesini amaçlayan “atama süreci”, bu kez liseli gençliği harekete geçirdi. Üstelik ailelerin desteğini de arkalarına almışlardı. Veli-öğretmen-öğrenci bileşimini kapsaması ve radikal biçimleriyle, AKP’li yıllarda eğitim alanındaki en güçlü tepkilerin ortaya koyulduğu bir süreç yaşandı.

Böylece liseli gençler de yükselen ivmenin bir parçası oldular. Zaten Saraçhane buluşmaları dahil, 19 Mart direnişinin içinde liseliler de vardı. Yanı sıra işçi gençlik, işsiz veya yarı-işçi semt gençliği de hem Saraçhane’de hem yerellerdeki eylemlerin içinde yeraldılar.

Özcesi gençlik tüm katmanlarıyla direnişin içindeydi. Fakat öne çıkan üniversiteli gençlik oldu. Sonrasında da üniversiteli gençliğin eylemleri devam etti.

Geçmişten bugüne ne yazık ki, gençlik ve gençlik hareketi, öğrenci gençlikle (dahası üniversite gençliğiyle) sınırlandırıldı; gençliğin diğer kesimleri gözardı edildi. Uzunca bir süre devrimin “fiili önderliği”ni gençliğin yapacağı varsayıldı. Dönemsel yükselişler abartılı değerlendirmelere ve bunların teorize edilmesine yol açmıştı.

O açıdan “gençlik” denildiğinde ne kastedildiği belirtilmeli, daha önemlisi işçi gençlik başta gelmek üzere gençliğin diğer kesimlerinin sorunları ve örgütlenmesi üzerinde durulmalıdır.

Bugün gençlik hareketinin merkezinde üniversite gençliği bulunuyor. Fakat gençliğe dair genel belirlemelerimiz, gençliğin tüm kesimlerini kapsamaktadır. Yeri geldikçe bunları ayrıca vurgulayacağız.

 

Gençlik ne “apolitik”tir

ne de otomatikman ilerici

Gençlikle ilgili klişelerden biri de gençliğin “apolitik” olduğudur. 12 Eylül sonrası bu görüş, gençliğe dair bir ezber halini aldı. Gençlik hareketi ne zaman geriye düşse, “gençlik apolitik” tespitini yapıştırır oldular. Bugün de aynı tespitlerin yapıldığını görüyoruz.

“Politika”dan sadece devrimci kesimlerin ajitasyon-propaganda faaliyetini anlayanlar, gençliğe kolaylıkla “apolitik” damgasını vurabiliyorlar. Gençlerin devrimci hareketlere uzaklığını, onun “apolitik” oluşuna kanıt sayıyorlar. Oysa gençlik politikadan hiçbir dönem yalıtık olamaz; hele Türkiye koşullarında bu mümkün değildir. Gençler de bu toplumun içinde yaşıyorlar, varolan sorunlardan doğrudan etkileniyorlar. Ülke içindeki siyasal kümelenmeler, gençlikte de yansısını buluyor. Faşist, gerici, liberal vb. siyasal görüşlere sahip birçok genç var.

Şimdi bunları gençlikten saymayacak mıyız? Ya da bu akımları politika dışı mı göreceğiz?

Kimi dönemler (özellikle yenilgi yıllarında) gençliğin toplumsal sorunlara duyarlılığı zayıflayabilir. Bireysel kurtuluş yolu arayanlar çoğalabilir. Bencillik, hazcılık, hiçcilik gibi toplum-dışı arayışlar baskın hale gelir. Fakat bu durum geçici ve görelidir. Gençliğin tümünü kapsaması ise, mümkün değildir.

“Gençlik apolitik” tespitinin arka planında, gençliği otomatikman “ilerici” gören, yaygın ve bir o kadar da yanlış bir görüş var. Bunlar iki ayrı uç gibi görünse de birbirini koşulluyor. Çünkü gençlik “ilerici” hatta “devrimci” değilse, “apolitik”tir tespiti, ilkinin mantıki sonucu oluyor.

Küçük-burjuva devrimciliği, bu görüşün yayılmasında önemli bir yere sahip. Zira küçük-burjuva devrimciliği, -maceracı örgütler- hem sınıfsal yönü, hem ideolojik bakışı itibarıyla öğrenci gençliğe büyük bir önem atfeder. Özellikle ‘60’lı ‘70’li yıllarda devrimin fiili önderliğini öğrenci-aydın gençliğe verecek kadar pratik bir hat izlemişlerdir. Bunu da ülkede kapitalizmin geriliği, işçi sınıfının nicel zayıflığı gibi nedenlere bağlamışlardır. Öğrenci gençliğin küçük-burjuva özellikleriyle bu örgütlerin sınıfsal-siyasal duruşlarının örtüşmesi, öğrenciler arasında taban bulmalarını kolaylaştırmıştır. Saflara katılan öğrencilere proleter devrimci özellikler kazandırmak yerine, küçük-burjuva özellikleriyle uzlaşmaları, istikrarsız ve kaypak yapıların doğmasına yol açmıştır.

Dünyanın neresinde olursa olsun, toplumun en ilerici, en devrimci sınıfı proletaryadır. Devrime önderlik edecek ve onu sonuna kadar götürme yeteneğine sahip tek sınıf da odur. Başta üretimdeki yeri, üretim araçlarıyla ilişkisi olmak üzere objektif olarak taşıdığı özellikler, başka hiçbir sınıf ve tabakada yoktur. Kimi akımların köylülüğe veya gençliğe devrimin önderliğini vermesi, sadece teorik olarak değil, pratik olarak da çökmüştür.

Sonuçta öğrenci gençliği “apolitik” görmek kadar, hepsine ilerici, yenilikçi gibi nitelikler atfetmek de doğru değildir. Toplumdaki tüm sınıfsal, siyasal, ideolojik, kültürel çelişki ve çatışmalar, öğrenci gençlikte yansısını bulur. Aksi halde şoven-faşist, dinci-gerici ya da burjuva liberal görüşlere sahip azımsanmayacak bir gençlik kitlesini hiç görmemek ya da gençlikten saymamak gerekir.

 

Gençler “çocuk” değil,

“lapa”yla beslenmez!

Gençliği “apolitik” gören siyasi akımlar, bu görüşün doğal sonucu olarak onlara “çocuk” muamelesi yapıyor. Mücadelenin içine atılmış gençleri bile, tarihsel-siyasal bilgilerden yoksun, hiç bir siyasi görüşleri, bilinçleri yokmuş gibi davranıyorlar. Bugünkü gençliğin yapısını tanımadan, (tanıma yönünde gayret de sarfetmeden) hareketin temel zaaflarını ve eksiklerini bilmeden genel-geçer bilgileri yineleyip duruyorlar. Daha ileri gidip gençlere basmakalıp programlar, reçeteler sunanlar çıkıyor.

Lenin, “Ne Yapmalı” adlı eserinde işçi sınıfının sadece ekonomik mücadele ile yetinmesini isteyen, işçilerin nasıl sömürüldüğünü anlatıp duran ekonomistlere, “işçileri lapa ile beslemeyin” demişti. “Tereciye tere satmak” gibi gençlere de çok iyi bildikleri koşullarını yazıp-çizmek “lapayla beslemeye” kalkmaktır.

Gençler sanıldığının aksine okuyor, gözlemliyor, biraraya gelip kararlar alıyor, uyguluyorlar. Elbette eksikleri, yanlışları da oluyor. Ama bu eşyanı doğası gereğidir. En pahalı öğrenme biçimi deneme-yanılmadır kuşkusuz. Tecrübe ve deneyim eksikliği, “Amerika’yı yeniden keşfetme” durumuyla karşı karşıya bırakır. Fakat reformist partilerden, bazı devrimci örgütlere kadar gençliğin tıkandığı noktalarda önünü açacak somut bir önderlik de sözkonusu değildir.

Eskisinden farklı olarak gençler bilgiye çok çabuk ulaşıyor. Gençlik hareketinin tarihini merak ediyor, araştırıyor, öğreniyorlar. Mesele bilgiye ulaşmakta değil, o bilgiyi nasıl kullanacaklarında düğümleniyor. Tarihsel deneyimleri günümüze uyarlamakta, somut durumda ne yapmaları gerektiğinde zorlanıyorlar.

Onlara önderlik, zorlandıkları noktalarda yardımcı olabilmektir. Ama bunun için en önce ne yaşadıklarını, neleri tartıştıklarını, nerelerde tıkandıklarını bilmek gerekir. Yani alanın içinde “saha”da olunmalıdır. Ve tabi ki, gençliğe ML bir perspektifle yaklaşarak önleri açılmalıdır. Eksik olan budur.

Engels’ten Lenin’e ML ustaların gençlikle ilgili üzerinde en fazla durdukları şey, gençliğin bağımsızlığını ve inisiyatifini geliştirmek olmuştur. “Biz kesinlikle gençlik birliğinin bağımsızlığından yanayız” diyen Lenin, bunu şöyle temellendiriyor: “Çünkü onların kesin bağımsızlığı olmazsa, iyi sosyalistler yetiştirmeyi, ya da kendilerini sosyalizmi ileri götürmeye hazırlamayı başaramazlar.” (Gençlik Üzerine, Sol Yay. sf. 124)

Lenin’in gençlik birlikleri (komsomol) için söylediği “ideolojik olarak partiye bağımlı, örgütsel olarak bağımsız” belirlemesi, kendine ML, komünist diyen her örgüt tarafından tekrarlanır da, buna uygun davranılmaz. Çoğunlukla örgütsel müdahaleler yapılır, gençliğin inisiyatifi kırılır ve gençlik uzaklaştırılır. Lenin’in gençliğe yaklaşımındaki itina ve anlayıştan eser yoktur.

Özellikle teslimiyetçi-tasfiyeci bir çizgiye kayan parti ve örgütler, ilk iş olarak gençlik birliklerini dağıtırlar. Ülkemizde de “yasal parti”ye dönüşen geçmişin illegal partileri ve tasfiyeciliğe sürüklenen örgütler böyle davranmıştır. Tıpkı II. Enternasyonal partilerinin sosyal-şovenizme kayarken gençlik örgütlerini lağvetmeleri gibi, onlar da gençlik örgütlerini tasfiye etmişlerdir. Gençliğin yasalcı-teslimiyetçi gidişata itirazları, dikte edilen şeyleri kabul etmemeleri en büyük korkuları olmuş, yollarına çıkan engeller olarak görmüşlerdir. Onun için Lenin, “gençliğin bağımsızlığından sadece oportünistler korkar” demiştir.

Kaldı ki bugün sorunumuz, mücadeleye yeni atılan gençlere, onların oluşturduğu gruplara önderlik edebilmektir. Dolayısıyla çok daha esnek ve yapıcı yaklaşmak gerektiği açıktır. 19 Mart direnişi, partilerin gençlik örgütlerinin hem nicel hem nitel zayıflığını da ortaya koydu. Kendi gençlik örgütlerini geliştiremeyen parti ve örgütlerin, mücadeleye yeni atılan gençlere önderlik etmesi beklenemez. Onun için gençlere “çocuk” gibi davranıp, “lapa” ile beslemekten öteye gidemiyorlar ve bunu “önderlik” sanıyorlar. Böyle yaptıkları için de gençlere çekim merkezi olamıyorlar, olamazlar.

 

Gençliğin temel sorunu; örgütlenme

Bugün mücadeleye atılan gençlerin ihtiyacı olan şey, en başta düzenin ideolojik-siyasi, kültürel-ahlaki etkilerinden kurtaracak olan ML ideoloji, devrimci ahlak ve kültürle tanışmalarını sağlamaktır. Onun için gençleri ML temelde eğitmek, devrimci ahlak ve kültürle donatmak başat görevdir.

Kendine “devrimci-sosyalist” diyen gençler arasında bile ahlaki yozlaşma ciddi bir sorundur. Küfürlü konuşma, cinsel ilişkilere yaklaşımda çarpıklık, uyuşturucu kullanımı yaygındır. Ellerinde poster veya pankartlarla taşıdıkları devrimci önderlerin yaşam biçimlerini, insani özelliklerini öğrenmeleri, o yönlerini de örnek almaları ve kendilerini değiştirmeleri elzemdir.

Diğer yandan öğrenci gençliğin azımsanmayacak bir kesiminde ulusalcı-şoven görüşler hakimdir. Özellikle Atatürkçülük (Kemalizm) yaygındır. AKP’nin dinci-gerici bombardımanına karşı Atatürkçülük “ilericilik” “devrimcilik” olarak görülmektedir. Atatürk’ü de Deniz Gezmiş’i de aynı oranda sahiplenmektedirler.

Bu durum gençler içinde ideolojik mücadelenin ne kadar yakıcı olduğunu ortaya koyuyor. Fakat burada dikkat edilmesi gereken hususlar var. Ulusalcı-Kemalist görüşleri savunan gençleri karşımıza almadan sabırla yaklaşmalı ve ikna etmeye çalışmalıyız. Onları, milliyetçi-şoven görüşlerin ağababaları, Ümit Özdağ, Doğu Perinçek veya Özgür Özel gibi görerek saldırıya geçemeyiz. Henüz görüşleri netleşmemiş, arayış halindeki gençlerden sözediyoruz. Konjonktürel durumdan etkilenmiş, şu veya bu akıma kendini kaptırmış gençlerle, bilinçli ve kasıtlı biçimde, yalan ve demagojilerle halkı kandıran şoven-milliyetçiler bir ve aynı tutulabilir mi?

Gençlik içinde ideolojik, ahlaki, kültürel mücadele ve eğitim çalışması kesintisiz sürmelidir. Fakat bugün gençliğin temel sorunu, kitle örgütünden yoksunluktur. Bir üniversite kampüsü içinde birçok grupçuk oluşmakta ve kendilerine yakın buldukları diğer üniversitelerdeki gruplarla biraraya gelerek kararlar alınmaktadırlar. Kimisi ÖTK, kimisi koordinasyon, kimisi meclis, vb. isimler altında biraraya gelmiş gruplar bulunuyor. Ya da “direniş”, “dayanışma”, “komite” gibi isimler altında toplanmış öğrenci grupları var. Bunlar ne bir partinin gençlik örgütüdür ne de kitle örgütü… “Hibrit” türü bir örgütlenme ve çok parçalı bir yapı sözkonusudur.

Oysa bugünkü mücadele, gençliğin kitlesel örgütünü kurmayı yaşamsal kılıyor. 60’ların FKF’si Dev-Genç’i, ’80 sonrasının Öğrenci Dernekleri, il ve ülke platformları gibi kitle örgütlerine ihtiyaç var. Fakat reformist partilerden devrimci örgütlere kadar siyasi kurumlar, bu yönde hiçbir çaba sarfetmiyor. Dahası, böyle bir eksikliği sorun dahi etmiyorlar. “Selden kütük kapmak” diye tabir edilen, “yükselen hareketten kaç genci saflarımıza katabiliriz” uğraşı içindeler. Böylesine bir darlık, siyasi körlük ve ben-merkezçilik hakim.

Öğrenci gençliğin kitle örgütlenmesi yaratılmadan, yükselen gençlik hareketini kalıcı kılmak ve geliştirmek mümkün değildir oysa. Bir süre sonra iyice darlaşacak ve dağılacaktır. Bugün temel görev, üç-beş genci saflara katmak değil, gençliğin mücadelesini kitlesel ve örgütlü hale getirmektir. Bunun da yolu, gençliğin kitlesel örgütünü yaratmaktan geçer.

Esasında gençlik örgütlerinin güçlenmesi de buna bağlıdır. “Kitle içinde parti çalışması”nın anlamı budur. Ne kadar geniş kitleleri mücadeleye çekebilirsek, içlerinden o kadar sağlam kadrolar çıkarabiliriz. Bunlar içiçe ele alınması gereken, biri olmadan diğerinin olamayacağı konulardır.

Gençliğin kitle örgütünün önemi ve bunun nasıl yaratacağı üzerine daha sık duracağız. Gençlik içinde yürüteceğimiz çalışmanın ana eksenini bu konu oluşturacak.

Bunlara da bakabilirsiniz

İEB, 15-16 Haziran’ın yıldönümünde Kadıköy’de eylem yaptı

İşçi Emekçi Birliği, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin yıldönümünde Kadıköy’de eylem gerçekleştirdi. Saat 17’de başlayan …

Mehmet Fatih Öktülmüş’ün ölüm yıldönümünde afişleme

1984 Ölüm Orucu’nun ve bu eylemde şehit düşen Mehmet Fatih Öktülmüş’ün ölüm yıldönümünde merkezi yerlere …

İsrail İran’a saldırdı: Ortadoğu’da savaş büyüyor

İsrail ve ABD’nin İran’a karşı son günlerde yükselttiği gerilim, 13 Haziran sabahı patladı. İsrail, İran’da …