İsrail ve ABD’nin İran’a karşı son günlerde yükselttiği gerilim, 13 Haziran sabahı patladı. İsrail, İran’da dönük saldırı başlattı; başkent Tahran’ın yanısıra Kum, Hamedan gibi önemli kentler bombalandı. Net bir istihbaratla nokta atışı yapılan bu saldırılarda İran Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Komutanı gibi önemli askeri yöneticilerin yanısıra, İran’ın nükleer tesislerinde çalışan nükleer fizikçilerin de olduğu çok sayıda kişi öldü.
Saldırıların arkasından ABD’nin İran’a yönelik yükselen tehditleri, İsrail’in açıkça ABD desteği ile bu saldırıyı gerçekleştirdiğini kanıtlıyordu. ABD, İran’ın nükleer çalışmalarını derhal durdurmasını, nükleer görüşmelere katılmaya devam etmesini; aksi taktirde saldırıların “daha acımasız” olacağını söyledi.
İran, ABD emperyalizmi için çok uzun zamandır “bir hedef” olarak varlığını koruyordu. Daha 2003 yılında Irak’a saldırırken, İran’ı da hemen arkasına “hedef ülke” olarak tanımlamıştı. Ancak o dönemin konjonktürü, bu saldırının hayata geçmesini engelledi. Hem İran daha güçlüydü, hem de Rusya ve Çin’in aktif desteğini alıyordu.
İran bu güçlü konumunu 2015’lere kadar etkili biçimde sürdürdü. Hatta Irak’ın yerle bir edildiği bu süreçte İran, bölgeye “liderlik” eden, “Şii direniş hattı”nın öncülüğünü yapan bir ülke haline geldi. İran’ın silahlı güçleri Irak, Suriye ve Yemen’de aktif olarak savaşıyor; Hamas ve Hizbullah’ı destekliyor; ABD’nin bölgeye dönük hedeflerine darbeler indiriyordu.
İran, ilk darbeyi Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani’nin 2020 başında Bağdat’ta öldürülmesi ile aldı. Kasım Süleymani, İran’ın ülke dışında verdiği savaşların en önemli komutanıydı. Süleymani’nin ölmesinden daha büyük kayıp, bu saldırıya bir cevap verilmemesi oldu.
2021 yılında İran’da cumhurbaşkanlığı seçimlerini İbrahim Reisi’nin kazanması, İran’ın aşağı inişindeki ikinci basamak oldu. Dışarıda yürüttüğü savaşın, içeride ambargonun etkileri İran halkının yaşam koşullarını zorlaştırıp kitle tepkisi yükselişe geçmişti. Reisi gibi bir yöneticiyle, İran halkı üzerindeki baskıyı artırma ve böylece kontrol altına alma yöntemini seçtiler. Ancak bu politika, kitlelerin daha büyük tepkisi ile karşı karşıya kaldı. Özellikle 2022 sonlarında başlayan Mahsa Amini eylemleri, ekonomik ve siyasi baskı altındaki kitlelerin ve özellikle gençlerin güçlü protestolarına dönüştü. İşçilerin grevleriyle eylemler daha da büyüdü.
Baskıyı artırmak, kitlelerin İran’daki Molla rejimi ile olan bağlarını daha da zayıflatmış, devletin kitle desteği azalmıştı. Reisi’nin ölmesi ve 2024’te Pezeşkiyan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi, çeşitli kısmi reform politikalarının izlenmesi, bu durumu değiştirmedi. İranlıların Molla rejimine karşı eylemleri azalsa bile halkın öfkesi, ekonomik ve siyasi baskılara karşı tepkisi dinmedi.
Bu dönemde İsrail’in saldırganlığı arttı. Hamas’ın lideri İsmail Haniyye, İran’da bir toplantıya katılmak için gelmişken, İsrail’in nokta atışı gönderdiği füze ile öldürüldü. İran bu saldırıya bir cevap veremedi; misilleme yapamadı.
Bu süreç aynı zamanda ABD’nin Ortadoğu’daki güç ve etkisini artırmaya başladığı bir dönem oldu. İran yaşadığı iç ve dış zayıflıklar nedeniyle artık bölgesel politikalara eskisi gibi müdahale edemez, kendi ülkesinde misafir olan Hamas liderini bile koruyamaz hale gelmişti. Bu arada Rusya, Batılı emperyalistler tarafından kışkırtılan Ukrayna savaşı nedeniyle dikkatini Ortadoğu’dan uzaklaştırmış, ekonomik, siyasi ve askeri olarak Ukrayna savaşına odaklanmıştı. Çin emperyalizmi ise, ülkeler üzerindeki etkisini asıl olarak ekonomik-siyasi gücüyle kuruyordu. Savaşlara uzaktan ve kendi dışındaki unsurlar üzerinden müdahil olmayı tercih ettiği için, Ortadoğu’daki savaş ve çatışmalara doğrudan müdahale etmiyordu.
Bu koşullarda ABD emperyalizmi ve İsrail Siyonizmi, özellikle geçen son bir yıl içinde, oldukça önemli “kazanımlar” elde ettiler. Lübnan’da Hizbullah’ın zayıflatılması, Suriye’de şeriatçı HTŞ çetelerinin yönetimi ele geçirmesi, Hamas’ın önder kadrolarının öldürülüp Gazze’de hakimiyeti ele geçirmeleri, hem Gazze’de hem de Batı Şeria’da soykırıma hız vermeleri…
Bütün bu gelişmeler, ABD-İsrail’in Ortadoğu politikalarında önemli mevziler kazandığını ve artık sıranın İran’a geldiğini gösteriyordu. Fırsatı değerlendiren İsrail, İran’ı bombalayarak yeni bir savaş sürecini başlatmış oldu.
Daha savaşın ilk günü olduğu için ne yönde ilerleyeceği henüz belli değil. Ancak çeşitli olasılıklardan sözedebiliriz.
En başta, İran güçlü bir cevap verecek mi ve bu savaş tırmanacak mı belirsizdir. İran bugün, bu kadar ağır bir darbe üzerinden İsrail’e cevap vermezse, artık Ortadoğu’daki iddiasını ve konumunu önemli ölçüde kaybeder. Bu kayıp, aynı zamanda ABD’nin dayatmalarına boyun eğmesi anlamına da gelir. Bu nedenle etkili ve caydırıcı bir cevap vermesi zorunlu görünüyor.
Ancak burada devreye, içeride İran halkının durumu giriyor. ABD emperyalizmi, İran halkının harekete geçerek rejimi yıkmasını istiyor, bu konuda çağrılar yapıyor. İran yönetiminden kurtulmak için, İran halkını kullanmak istiyor. İran halkı bir taraftan yönetime karşı büyük tepki duyarken, diğer taraftan güçlü bir anti-ABD’ci bilince sahip. Üstelik, ABD’nin hakimiyeti altına giren ülkelerin yaşadığı büyük sorunları, yanıbaşındaki Suriye başta olmak üzere Amerikancıların yönetme tarzını biliyor. Bu nedenle, İran halkının nasıl bir tutum izleyeceğini öngörmek zor.
Diğer taraftan İran, İsrail’in başlattığı savaşı büyütürse, diğer emperyalistlerden aktif bir destek alamayacağını da biliyor. Asıl olarak kendi halkını savaş politikalarına yedekleyebildiği oranda başarma ihtimali var. Askeri ve teknik olarak İran’ın ciddi bir gücü olmasına rağmen, içeride kitle desteğini almadığı koşulda bu savaşı yürütemez.
Ayrıca savaşın büyüdüğü koşullarda Kürt hareketi de bu durumu fırsata çevirmek isteyecektir. ABD’nin yaptığı çağrı, İran’daki Kürt bölgesinde karşılık bulabilir.
İsrail’in başlattığı, ABD, İngiltere gibi emperyalistlerin doğrudan desteklediği bu savaş, Ortadoğu’daki dengeleri yerinden oynatacak bir nitelik taşıyor. İran aynı biçimde karşılık verirse, tıpkı Ukrayna’da ya da Yemen’de olduğu gibi yıllar sürecek bir savaşın başlangıcı da olabilir.
Bütün bu olasılıkların dışında bölge ülkelerinin işçi ve emekçilerinin, ezilen halklarının tutumu birçok şeyi değiştirebilir. ABD ve İsrail karşıtı protestoların her yerde yükselmesi gerekir. Başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinin İsrail’e gizli-açık tüm desteğini çekmesi için yönetimler üzerinde baskı kurulmalıdır. Ülkemizde güçlü olan ABD karşıtlığı ve İsrail Siyonizmi’ne duyulan öfke, İran saldırısıyla birlikte daha güçlü eylemlere dökülmelidir. Emperyalizmi ve Siyonizm’i gerilecek asıl unsur halkların direnişi olacaktır.